Mezarlıkta ıslık çalmak fayda vermedi. Uyarılara kulak tıkandı, küçümsendi ama uyaranlar haklı çıktı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisi gibi tek yetkili sanıp Kongre’yi aradan çıkartarak ABD ile her sorunu çözeceğini düşündüğü Donald Trump, Kongre’nin Bütçe manevrası karşısında çaresiz kaldı. Trump’ın Erdoğan ile özel ilişkisi nedeniyle yaptırımları onaylamayacağını, en azından geciktireceğini hesaba katan Kongre üyeleri, Rus S-400 füzeleri aldığı için Türkiye’nin ortağı olduğu F-35 programından dışlanması dâhil bir dizi yaptırımı 2020 Bütçe kanunu içine koydu.
Bütçe kanununu kısmen veto etme yetkisi olmayan Trump da, kendisine 2020 seçimlerini kazandıracak önemli unsurlar içeren 738 milyar dolarlık bütçe yasasını 21 Aralık itibarıyla imzaladı. Kongre üyeleri Bütçenin içine Trump’ı memnun edecek pek çok konuyu eklemişlerdi. Örneğin 12 haftalık ücretli doğum izni vermeyi önceki Demokrat Başkan Barack Obama getirmeye cüret etseydi, Cumhuriyetçiler tarafında komünistlikle dahi suçlanabilirdi; şimdi imzalandı. Meksika sınırına duvar örmekten, bir Uzay Gücü oluşturmaya dek Trump’ın “Önce Amerika” sloganına uyan pek çok madde vardı Bütçe’de ve Trump’ın “dostu Erdoğan’ı” kırmamak için dünyanın en güçlü ekonomisi ve askeriyesine sahip ABD’nin Bütçesini onaylamaması ihtimali bile yoktu.
Üstelik Bütçe içine konan yaptırımlar sadece Türkiye’ye ilişkin değil. Örneğin, Trump’ın Almanya’ya da Rusya ile imzalanan “Kuzey Akımı-2” doğal gaz boru hattı projesi nedeniyle yaptırım uygulaması isteniyor. Ve Türkiye’ye karşı daha önce kamuoyuna yansımayan bir yaptırım talebi de Rus doğal gazının Türkiye üzerinden AB ülkelerine sevkini öngören “Türk Akımı” projesine katılan bütün şirketlere geldi; yabancı şirket ve bankalar dâhil.
Neler isteniyor?
Kongre’nin Trump’tan Türkiye’ye karşı istediği yaptırımlar arasında şunlar bulunuyor:
Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle, Türkiye’nin CAATSA olarak bilinen “Rakiplere Karşı Yaptırımlar Yoluyla Karşı Durma” yasası kapsamına alınarak askeri ve ekonomik yaptırım uygulanması. Trump’ın bu durumda “180 günden” yani 6 aydan geç olmamak üzere, 12 yaptırım maddesinden en az beşini uygulaması bekleniyor.
Bu çerçevede Türkiye’nin 20 yıldır ortağı olduğu F-35 savaş uçağı projesinden çıkarılması, parası ödenmiş uçaklara el konulması, F-35’e dair her türlü ortak üretim, teknoloji transferi, fikri mülkiyet hakkı ve diğer desteğin durdurulması isteniyor. Bu yaptırımların uygulanmaması için Türkiye’nin –kapitülasyonları anımsatır şekilde- bir daha Rusya’dan S-400 ve benzeri askeri sistemler almaması için Kongre’ye teminat vermesi gerektiğinden söz ediliyor, yerine Amerikan sistemi Patriot alması öneriliyor.
Bir de az önce söz ettiğimiz üzere, Trump’tan, Türkiye’nin Rusya ile Türk Akımı projesini durdurmak için daha çok çaba harcaması, aksi halde bu projeyle mali ya da teknik işbirliği içindeki şirketlere yaptırım uygulanması isteniyor. Hem de tam Erdoğan 8 Ocak’ta Rusya devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türk Akımının açılışını yapmaya –ve o arada Suriye ile Libya konuşmaya- hazırlanırken.
Bir yanda Türkiye’nin egemenlik haklarına ağır bir saldırı var, diğer yandan bu saldırının Türkiye’nin en önemli müttefikinden geliyor olması.
Bir yanda Türkiye’nin çıkarları ve güvenliği var, diğer yanda Türkiye’nin çıkar ve güvenliğini göz göre göre tehlikeye atacak siyasi adımların atılarak işlerin bu noktaya sürüklenmesi. Türkiye’nin hava savunmasının belkemiğini oluşturmak üzere 20 yıl önce atılmış, yatırım yapılmış F-35 işbirliği adımının, “Olmazsa olmaz” mantığıyla yerini bilinmezliğe bırakması bunun en açık örneği.
Beştepe’nin strateji uzmanları
Sadece “ABD-NATO gitsin, Rusya-Çin-İran gelsin” sığlığındaki Avrasyacı hayalperestlerden söz etmiyorum.
Cumhurbaşkanlığındaki siyaset planlamacıları, strateji uzmanları işlerin bu noktaya geleceğini, Kongre dışlanarak ABD ile siyasi ilişkiler yürütülemeyeceğini, Kongre’nin bir yolunu bulup yaptırımları dayatacağını pekâlâ biliyorlardı. Ama bunları apaçık söylemek cesaret işiydi, rahat koltukları, güzel mevki ve maaşları kaybetmenin bir tek ters bakışın ucunda olduğunu gayet iyi biliyorlardı.
Tek bulabildikleri karşı tedbir, Süleyman Demirel’in daha 1975’te yapmış olduğu gibi İncirlik üssünü ABD uçuşlarına kapatmak oluyor. Buna o zaman olmayan Malatya-Kürecik Füze Kalkanı erken uyarı radarı da eklendi yakınlarda. Sanki Türkiye’nin bu “karşı tedbirleri” alacağı Amerikalıların aklına gelmeyecekmiş gibi. Buna İncirlik’teki nükleer başlıkların dâhil edilebileceğini hesaba kattıkları, medyada çıkan “başka yere taşıyalım” haberlerinden belli. Hükümet işi “Terörle mücadeleden çekilme” eleştirisini göze alıp Afganistan’dan asker çekmeye kadar götürür mü? Ya da ABD ile 1949’dan bu yana var olan –ve ne hikmetse Temsilciler Meclisi yaptırım taleplerinin dışında özenle tutulan- istihbarat işbirliğini kesmeye? Çok kolay ve mümkün görünmüyor.
Hamaset diz boyu ama gidiş gerçekten iyi görünmüyor.