Dışişlerindeki en zor görevlerden biri de Bakanlık sözcülüğüdür. Sözcüler, basının önüne çıktıklarında hem doyurucu bilgi vererek gazetecileri tatmin etmek hem de işin aslına ilişkin hiçbir şey söylememek gibi bir imkansızı başarmak zorundadır. Bazen kişisel olarak inanmadıkları politikaları ve uygulamaları savunmak, ara sıra da siyasilerin gaflarını telafi etmek durumunda kalırlar. Bu durumu son Türkiye-Yunanistan gerilimine dair ABD tutumunda görüyoruz.
ABD Dışişleri Sözcüsü Price zorda
Dışişleri sözcüleri arasında herhalde en talihsizi de ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price olmalı. Mevcut Amerikan dış politikası zigzaklarla dolu. Ne kadar eleştirilse de Vaşington’daki basın toplantıları hala özgür bir ortamda yapılıyor. Muhalif gazeteciler ve eleştirel sorular alınmaması için türlü entrikalar çevrilmiyor.
ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın sosyal medyaya da düşen 28 Eylül tarihli basın toplantısında Türkiye ile ilişkiler konusundaki sorulara cevap verirken ne hallere düştüğünü izlemenizi tavsiye ederim. Zavallı Price, art arda gelen sorular karşısında sonunda ABD’nin Türkiye’ye karşı çifte standart uyguladığını “ulusal çıkar” kisvesi altında resmen kabul etmek zorunda kalıyor.
Zaten devamında beyanları Türkiye’yi zorda bırakmayı amaçlıyor gibi.
Sorunun parçası olarak ABD
1995-1996 Kardak Krizi sırasında Türkiye-Yunanistan sorunlarında çözümün bir parçası olan ABD bugünlerde hızla sorunun bir parçası haline geliyor. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde vakayı adiden bir uygulama sayılan protesto notaları bu kez ABD tarafına da iletilmeye başlanıldı. Yunan Büyükelçisinin yanı sıra ABD Büyükelçisi de Bakanlığa çağrılıyor.
ABD bugüne kadar Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlarda en azından resmî açıklamalarında taraf tutmamaya özen gösterirdi. ABD sözcüleri Türk-Yunan sorunlarıyla ilgili sorulara, her iki ülkenin de önemli birer NATO müttefiki olduğunu vurgulayarak kaçamak cevaplar verirlerdi. Artık ABD’nin tarafsızlığından bahsetmek mümkün değil.
Sözcü Ned Price, son basın toplantısında Anadolu Ajansı muhabirinin sorusunu yanıtlarken, “Her ülkenin savunma teçhizatını nereye konuşlandıracağına kendisinin karar vereceğini, ABD’nin bu konuda bir söz hakkı bulunmadığını” söyledikten sonra, “Ege adalarındaki Yunanistan egemenliğinin tartışma konusu edilemeyeceğini” eklemiş. Her iki ifadenin yan yana getirilmesinin Türkçesi, Yunanistan adaları istediği gibi silahlandırabilir ve Türkiye’nin “Bir gece ansızın gelmesini” kabul edemeyiz.
Kıbrıs ve 28 Eylül MGK bildirisi
Türkiye-Yunanistan ilişkilerini zehirlediği yetmezmiş gibi ABD şimdi de Kıbrıs adasını silah deposuna çevireceğe benziyor. Vaşington iki hafta önce 1987 yılından bu yana Güney Kıbrıs Rum Yönetimine (GKRY) uyguladığı silah ambargosunu aniden kaldırıverdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bu durumda Türkiye’nin de KKTC’deki tahkimatını takviye edeceğini açıkladı.
Anlaşılan Rusya-Ukrayna savaşı ABD’li silah satıcıları için yeterli olmamış, yeni pazarlar arıyorlar.
Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 28 Eylül toplantısı ardından yayınlanan bildiri Kıbrıs ve Yunanistan ilişkileri açısından önemli mesajlar içeriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 21 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki konuşmasından bir hafta sonra bu kez de MGK bildirisiyle Dünyaya KKTC’yi tanıma çağrısında bulunuldu.
Kıbrıs ve Türkiye-Yunanistan
Keşke diplomasiyi kullanmadan bu tür çağrılarla KKTC’yi tanıtmak mümkün olsa.
Yunanistan ile ilgili paragrafta da Yunanistan’ın kışkırtıcı davranışlarına dikkat çektikten sonra, “Milletimizin hak ve menfaatlerinin muhafazası için uluslararası hukuk çerçevesindeki her türlü meşru yöntem ve aracı kullanmaktan imtina edilmeyeceği” kuvvetle vurgulanıyor. Uluslararası hukuk ve meşru yöntemler vurgusu son dönemde barış havarisi kesilen Yunanistan’ın elinden bu kozun alınması açısından olumlu bir hareket tarzı.
Bu arada Nev York’ta Türk ve Yunan Daimi Temsilcileri arasındaki mektup savaşı devam ediyor. Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, 17 Eylül’de adaların silahlandırılmasına ilişkin BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e yeni bir mektup gönderdi. Bu mektup Yunanistan Daimi Temsilcisi Mario Theofili’nin 25 Mayıs tarihli mektubuna cevap niteliği taşıyor.
Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesinde yapabilecekleri
Mektuplaşmalar haricinde Türkiye uluslararası hukuk çerçevesinde ne yapabilir? İlk akla gelen Uluslararası Adalet Divanına (UAD) başvurmak. Ancak her zaman uluslararası hukuktan bahseden Yunanistan, koyduğu çekincelerle Türkiye ile sorunlarının çoğunda UAD’nin devreye girmesini baştan ret etmiş durumda. Seçenekler arasında Yunanistan’ın uluslararası anlaşmaları ihlal ederek adaları silahlandırmasını BM Güvenlik Konseyine taşımak da var. Fransa ve ABD’nin veto hakları dikkate alındığında Güvenlik Konseyinden Türkiye lehine bir karar çıkması hemen hemen imkânsız gibi. Türkiye halen güvenlik konseyi üyesi de değil. Güvenlik Konseyinin bir şekilde konuyu gündeme alması sağlansa bile bugünkü oluşumuyla üyelerin çoğunluğunun Yunanistan lehinde görüş belirtme riski de var. Böyle bir durum da Türkiye’nin hiç istemediği sonuçlar yaratabilir.
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde her adımın kılı kırk yararak planlanıp ona göre atılması gerekiyor.