Muhalefetteki Altılı Masa üyesi Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, ortak cumhurbaşkanı adaylarının, yetkilerini Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la aynı yöntemle kullanmasının da 7’inci Parti gibi de davranmamasının da beklenemeyeceğini söyledi. YetkinReport’un sorularını yanıtlarken “Geçiş sürecinin yönetimini tek kişinin eline bırakamayız” diye konuşan Davutoğlu, “Biz bir yönetim değil, yönetişim sistemi kuruyoruz; kişilere değil, ilkelere bağlı” vurgusunu yaptı.
Davutoğlu’nun bu sözleri diğer Altılı Masa liderleri ile bu hafta başlayacağı görüşmeler öncesi ayrı bir anlam taşıyor. Aralık ayı sonunda yapılması beklenen Altılı Masa toplantısına Davutoğlu ev sahipliği yapacak. Üstelik daha önce olmayan şekilde Davutoğlu Masa ortaklarıyla bir değil, iki tur görüşmeyi planlıyor.
Aday ismi öncesi son viraj
Çünkü liderler artık aday ismini konuşmaya başlamadan öne Aralık toplantısında bir değil iki belge ilan etmeyi planlıyor.
Bunlar Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Yol Haritası ve 2023 seçimlerini kazanmaları halinde hükümet programı yerine geçmesi düşünülen Ortak Politikalar Metni. Birinci metin -iktidara gelmeleri halinde- geçiş sürecini nasıl yürüteceğini, diğeri de bu süreçte hangi politikaları uygulayacaklarını saptamış olacak. Böylece altı muhalefet lideri, belirleyecekleri adayın artık siyasi kuliste çok konuşulan “İkinci Erdoğan” olmaması için mutabakat çerçevesini de tamamlamış olacak.
Suriye hamlesi ve BOTAŞ borçları
Bu hafta başlaması beklenen temaslar öncesinde Davutoğlu ile iç ve dış politika ile ekonomi üzerine bir söyleşi yaptık.
Zincir marketlerin hayat pahalılığının tek sorumlusu ilan edip şiddetle üzerlerine gidilmesinin serbest ekonomiyle ilgisi olmadığını söyleyen Davutoğlu, dış politikadaki normalleşme hamlelerininse ekonomik kriz nedeniyle dış kaynak arayışı zorunluluğuyla “teslimiyet” olarak niteliyor. Davutoğlu, Erdoğan’ın Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile barışma beyanını Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in dayatmasıyla ve BOTAŞ’ın doğal gaz borçlarını erteletmek amacına bağlıyor.
İşte sorular ve yanıtları…
“Masanın dağılmasını çok beklerler”
Altılı Masa Anayasa değişikliği önerisini de ilan etti ama çalışmaları aday ismine kilitlendi. Bir yandan hükümetin seçimi öne alacağı tartışması var. Çalışmalarınızın yavaş gittiği eleştirilerine ne diyorsunuz?
“Bu eleştirilerin doğru olduğu kanaatinde değilim. Burada önemli olan sürecin ritmini iyi tutabilmek. Biz kendi zamanlamamızı yaparız, iktidarın zaman dayatması tuzağına asla düşmeyiz. Önemli olan zamanın kontrolünün elimizde olması; o da elimizde. Biz daha 12 Şubat’taki ilk toplantımızda adayımızı seçim tarihinin ilanı ile duyuracağımızı ifade ettik. Dolayısıyla kendi zamanlamamızda bir gecikme söz konusu değil.
İktidar şimdiden, seçim kararı aldırmadan bize aday açıklatmak istiyor. Aday etrafında tartışma çıkacak, Altılı Masa dağılacak; beklenti bu. Açık söyleyeyim, çok beklerler. 6 lider olarak basiretle ve dirayetle hareket etmeye kararlıyız.
Biz neden iktidarın zamanlama baskısıyla hareket edelim ki? Seçim kararı alsın, sonrasında adayımızı ilan edelim.
Modernleşme tarihimizde bir ilk
“Her şeyden önce herkes şunun farkında olmalı. Altı lider olarak başlattığımız bu süreç bir seçimle veya bir adayla sınırlı değerlendirilmemeli. 200 yıllık modernleşme, 100 yıllık Cumhuriyet ve 75 yıllık demokrasi tarihimizde bir ilki yaşıyoruz. Bu tarihi akış içinde ülkemizin siyasi kültürünün ürettiği bütün ana damarların gerçek temsilcilerinin bir masa etrafında ortak bir gelecek vizyonu için bir araya gelmesi başlı başına tarihi nitelikte bir gelişmedir. Aydınlarımızın, sivil toplumumuzun ve bir bütün olarak kamuoyumuzun meseleyi bir aday tespit süreci olarak değil büyük bir toplumsal sözleşmenin ön aşaması olarak görmesi lazım. Böyle görüldüğünde kat edilen mesafe çok açıktır ve son derece ümit vericidir.
Otoriterliğe karşı özgürlükçülük
“Bir tarafta hiçbir ortak metin deklare etmeden ortak çıkarlar etrafında bir araya gelmiş otoriter muhafazakârlık (Erdoğan), otoriter milliyetçilik (Bahçeli), din karşıtı otoriter laikliğin (Perinçek) temsilcileri var. Diğer tarafta ortak siyasi değerler ve siyasi sistem deklarasyonu ile bir araya gelmiş özgürlükçü muhafazakarlığın, özgürlükçü milliyetçiliğin ve özgürlükçü laikliğin temsilcileri var. Dolayısıyla bizim birlikteliğimiz anket manipülasyonları ile oluşturulmaya çalışılan konjonktürel ve geçici bir işbirliği süreci değil.
Biz Cumhur İttifakının karşı kutbu olan reaktif bir birliktelik oluşturmadık. Sabırla ve dirayetle vizyoner bir birlikteliğin altyapısını kurduk.
Bu altyapı çerçevesinde bakın ilk buluşmamızdan bu yana neler yaptık?
Altı mutabakat metni üretildi
- 12 Şubat’ta ilk ortak açıklamamızı yaparak işbirliğimizin ortak zeminini kamuoyu ile paylaştık.
- 28 Şubat’ta “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” modelimizi yayınladık.
- 29 Mayıs’ta 10 maddelik “Temel İlkeler ve Hedefler” metnini yayınladık.
- Hemen sonrasında Haziran ayının başında halkın ciddi kaygılar duyduğu Seçim Güvenliği konusunda yapacağımız işbirliğinin detaylarını açıkladık,
- Yine aynı günlerde ekonomik krizin aşılmasında hayati önemi haiz ekonomik kurumlar reformu metnini kamuoyumuz ile paylaştık.
- Nihayet 28 Kasım’da 84 maddelik Anayasa değişiklik mutabakatımızı ilan ettik.
Yani işbirliğimizin bir vizyon ittifakına dönüşmesini sağlayacak önemli bir altyapı oluşturduk.
Altı önemli mutabakat metni var önümüzde. Son toplantımızda iki önemli sürecin daha tamamlanması yönünde kararlar aldık. Birincisi Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Yol Haritası. İkincisi de bir hükümet programı mahiyetinde olacak Ortak Politikalar Metni. Yani birinci metin geçiş sürecini nasıl yürüteceğimiz, ikincisi de bu süreçte hangi politikaları uygulayacağımız ile ilgili.
Geçiş süreci yol haritası
Geçiş süreci yol haritasında liderler arasında büyük ölçüde mutabakat sağlandı. Ortak çalışma grubu ise 9 başlık altında 72 konu üzerine gece gündüz çalışıyor. Geçtiğimiz toplantıda 36 konu üzerinde anlaşma sağladığımız bu çalışmanın da en geç takriben ay sonunda bizim ev sahipliğimizde yapılacak toplantıya kadar tamamlanmasını ümit ediyoruz.
Anayasa önerilerinizi açıkladığınızda 15 gün sonra ya da Aralık toplantısına yol haritasının hazır olacağı söylenmişti. Yetiştirebilecek misiniz?
“Dediğim gibi, yetiştireceğiz inşallah.
Biliyorsunuz her toplantı öncesinde ev sahibi başkan diğer başkanlarla yüz yüze görüşmeler yapıyor. Aralık’ta ev sahipliğini, Gelecek Partisi yapacak. Diğer başkanlarla mutabakat içinde bu defa bu çalışmaların istişarelerini tamamlamak üzere benim bir değil iki tur yapmama karar verdik. Önümüzdeki hafta ilk turu yapacağım. Toplantı öncesinde bir tur daha. Bu iki metni bitirip toplantıda paylaşmaya çalışacağız.
Getireceğimiz sistem belli, ilkeler belli, Anayasa değişikliği belli, seçim güvenliğine bakışımız, nasıl yöneteceğimiz belli. Bütün bu belgeleri altı parti birlikte ürettik.
Yeni yönetim değil, yönetişime geçiş
“Bakın, AK Parti ve MHP’nin ürettiği tek bir metin yok.
Bizim yönetimimiz Erdoğan-Bahçeli gibi olmayacak. Erdoğan’ın istediğini yapma, [MHP Genel Başkanı Devlet] Bahçeli’nin de ona ayar verme özgürlüğü var.
Biz bir yönetim değil, yönetişim sistemi kuruyoruz. Kişilere değil, ilkelere bağlı. Üzerinde mutabık kalacağımız aday bunları kabul etmeli; etmezse tek başına seçime girebilir tabi. Ama bizim desteğimizle ve bizim adayımız olarak girecekse bir yıldır oluşturulan bu temel metinler ve oluşan zeminde mutabık kalmamız lazım.
Bu vesayet değil. Göstereceğimiz Cumhurbaşkanı adayının Erdoğan’ın kullandığı yetkileri aynı yöntemle kullanmasını kimse beklememeli. Ortak vicdan ve ortak akılla yürütmemiz gereken bu geçiş sürecinin yönetimini tek kişiye bırakamayız.
Mutabakatımız sadece Cumhurbaşkanı adayımızı değil, tek tek altı lideri de bağlayacak.
Cumhurbaşkanı bir 7’inci Parti gibi de davranmayacak; onunla birlikte oluşturduğumuz ortak aklımızın siyasi iradesi olacak.
Yapılanların serbest ekonomiyle ilgisi yok
Hükümet hayat pahalılığını sonunda kabul etti ama sorumlusu olarak zincir marketleri gösteriyor. Öte yandan tartışmalar marketlere saldırıya dönüştü. Gidişi nasıl görüyorsunuz?
“Bir ara da patates, soğan lobisi vardı.
Siyasette ve ekonomide vahim olan, yönetimdekilerin sorumluluğu almayıp başka yerlere atmaları. Normal bir ülkede olan bitenlerin sorumlusu siyasi sisteme göre ya Cumhurbaşkanıdır ya Başbakandır, yani hükümettir. Başarı gelince benim sayemde deyip başarısızlık gelince sorumluluğu başkasına atmak olmaz. Hayat pahalılığı sadece zincir marketlere bağlanamaz.
Yüksek enflasyon varken, Merkez Bankasında rezerv tükeniyorken, kurumlara güven kalmamışken kalkıp sadece marketleri suçlayamazsınız.
Sonra, bir de gittikçe toplumun her kesimine ve her konuda yaygınlaşan şiddet kültürü var ki son çarpıcı örneğini marketlere saldırılarda gözlüyoruz. Bu ekonomik hayatta terör uygulamaktır, bu narh uygulamaktır, serbest ekonomiyle de ilgisi yoktur.
Ekonomide, siyasette şiddet kültürü
“Saldırganlar Devlet Bahçeli’nin adını yazıyorlar tahrip ettikleri yerlere. Bahçeli’ye düşen bu şiddet kültürü ve sokak terörü ile arasına mesafe koymaktır. Ona düşen bunu önlemek, yapmayın, bu eylemlerde adımı kullanmayın demektir, ama öyle bir şey görmedik.
Bu şiddet kültürü öyle bir noktaya gelir ki yarın bir gün başka nedenlerle belli grupların üzerine saldırılara dönüşebilir.
İşte bizim genel Başkan Yardımcımız Selçuk Özdağ, Cuma namazına giderken sokak terörüne maruz kaldı. Hukuka yapılan siyasi müdahale ile saldırganlar serbest bırakıldı. Selçuk Bey’e saldıranlar ödüllendirildiği için şimdi BİM’e saldıranlar da ödül bekliyor. Üstelik bu insanlar bir zamanlar Erdoğan’a destek olmuş, yanında durmuş insanlar.
BİM ve Erenköy cemaatinden söz ediyorsunuz sanırım.
“Evet. Şimdi saldırı altındalar ve Erdoğan bir şey yapmıyor, yapamıyor.
“Biz Erdoğan’ın en yakınlarına da saldırırız ve kimse bir şey yapamaz” denmek isteniyor adeta. Kazanımlarımızı kaybederiz korkusuyla her tür yolsuzluk ve yanlışlık karşısında sessiz kalan muhafazakâr kesimlerin bu gelişmelerden ciddi dersler çıkarması lazım.
Seçim ortamına dönük kaygılar
Şiddet deyince… Meclis’te de bir yumruklama olayı oldu. AK Partili Zafer Işık’ın yumrukladığı İYİ Partili Hüseyin Örs kalp sorunu nedeniyle ölümden döndü.
“Çok üzücü. TBMM hem milletin en yüce makamıdır hem de siyasetin kültürünün, nezaketinin yansıması gereken bir mekandır. Burada bile böyle bir şiddet söz konusu oluyorsa hepimizin yaklaşan seçim ortamıyla ilgili hem kaygı duyması hem de basiretle bu şiddet ortamının ortadan kalkması için çaba sarf etmesi lazım.
MHP’liler marketlere saldırıyor, Ak Partililer Meclis’te milletvekillerine. Erdoğan ise seyirci kalıyor.
Doktorlar özel hastaneye mecbur ediliyor
Bir örnek daha vereyim. Muayenehane sahibi doktorları, cerrahları özel hastanelere mecbur bırakmak, “Kapatın muayenehaneyi, hepiniz özel hastanelerde emek kölesi gibi çalışın” demektir. Bu yönetmelikle sağlık turizminin bütün gelirini aslan payını Sağlık Bakanının sahibi olduğu hastaneler zincirinin alacağı birkaç özel hastane zincirine yönlendirmeyi amaçlıyorlar.
Bu hem hastanın doktor ve hastane seçimine müdahale hem de özel girişime müdahaledir. Bu yönüyle de ekonomik şiddet anlamına geliyor. İktidar sahiplerinin kendi çıkarını maksimize etmek için diğerlerine baskı uyguladığı ve bunun için kendilerine emanet edilen makamları kullandığı bir toplumda huzur ve güven kalmaz.
Biz siyasi mücadelemizi bu huzur ve güven ortamını tesis etmek için veriyoruz.
Normalleşme eliniz güçlüyken olur
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüşebileceğini, siyasette küslük olmayacağını söyledi. Esad ise koşullar öne sürüyor. Siz Türkiye’nin Suriye politikasının içindeydiniz. Bu sürece nasıl bakıyorsunuz?
“Diplomasi hayatım boyunca ilişkilerin normalleştirilmesi çabalarının içinde bulundum. İsrail-Suriye müzakereleri, İran nükleer anlaşması, Sırbistan-Bosna Hersek gerilimi Lübnan’da ve Irak’ta ulusal uzlaşı çalışmalarında yaptığımız arabuluculuklar bunun çok farklı örnekleri.
Normalleşme ilkesel olarak doğrudur, yapılması gerekir. Ancak burada önemli olan zamanlama ve karşılıklı müzakere pozisyonlarıdır. Normalleşme süreçleri siz siyasi ve ekonomik olarak güçlü durumdaysanız size fayda sağlar. Aksi takdirde ya kayıplarla karşılaşırsınız ya itibar kaybına uğrarsınız ya da süreç başarısız olur.
Burada önemli olan ilke eliniz güçlüyken normalleşmektir.
Örnek olarak Ermenistan’la normalleşmeyi verebilirim. Şimdi Ermenistan’la normalleşme sürecini yürütmenin tam zamanıdır. Azerbaycan işgal altındaki topraklarının önemli bir bölümünü Türkiye’nin de desteğiyle geri almış durumdadır, Ermenistan’ın siyasi ve ekonomik sıkıntıları vardır. Şartlar Türkiye’nin istediklerini alabilmesi için uygundur.
Kaynak arayışıyla dış politika manevraları
“Ama İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır ile normalleşme süreçleri yöntem, diplomatik üslup ve zamanlama açısından böyle işlemedi maalesef. Onlarla da normalleşme ilkesel olarak doğru ama bu normalleşme doğru bir diplomatik üslup, yöntem ve zamanlama ile yürümüyor. Üslup olarak bakıldığında bugünkü iktidar dış politikayı içerde istismar etmeye dayalı kontrol gerilimlerden teslimiyetçi normalleşmeye savruluyor. Zamanlama açısından da normalleşme arayışının Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik darboğazdan çıkış için kaynak arayışıyla bağlantısını gören karşı taraflar Türkiye’yi istiskale varan bir tutumu pervasızca sürdürebiliyorlar.
Sizce mali kaynak mecburiyetinden mi dış politikadaki son manevralar?
Evet, maalesef. İşin kötüsü muhataplar da bunu biliyor ve sonuna kadar kullanıyor. Nasıl mı? Sedat Peker’in iddialarına cevap veremeyen İçişleri Bakanı dikkatleri dağıtmak için 2021 Mayıs’ında onun barındığı BAE’ni ABD ile birlikte 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olmakla suçladı. 15 Temmuz Türkiye tarihinin en büyük suçlarından biridir. 251 vatandaşımız şehit edilmiş, Meclisimiz bombalanmış.
Sen diyorsun ki BAE bütün bunların faili sonra gidip barışalım diyorsun ve BAE’nde birlikte kutlama pastası kesiyorsunuz.
“Bu normalleşme değil, teslimiyet”
“Barışalım elbet ama bunun iki yolu vardır. Ya onlar hatalarını kabul eder, Türkiye’ye yanlış yaptıklarını söylerler ve özür dilerler, ya da biz yanılmışız, 15 Temmuz’un faili o değilmiş dersiniz. Bunlar yapılmadan yaptığınız şey normalleşme değil teslimiyettir. Ülkemizi normalleşmek için neredeyse yalvarır gibi gösteren bu teslimiyetin de iki sebebi var: Sedat Peker’in susturulması ve yolsuzluklarla ve cahillikle tüketilen ekonomik kaynakları seçime kadar idare edecek şekilde telafi etmek.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ni son derece ağır ifadelerle ülkenizde vatandaşı bir gazetecinin [Cemal Kaşıkcı] öldürülmesinden sorumlu tuttuktan sonra dava dosyasını teslim edip kucaklaşmaya gidilmesi de bu ekonomik durumla ilgili olduğu aşikâr.
İsrail’le de benzer bir durum var. Aylarca İsrail’le ilişkileri normalleştirmek istediğinizi söylemişsiniz. Sonra [Binyamin] Netanyahu gelip, “Erdoğan bana altı saatte bir Hitler derdi, ne oldu?” diye soruyor.
“Netanhayu, Erdoğan’la alay ediyor”
“Oysa biz zamanında Mavi Marmara konusunda Netanyahu’ya özür diletmiştik hatırlarsanız. Mavi Marmara ile ilgili özür talebimiz vardı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile yürüttüğümüz diplomatik girişim neticesinde 2013 Mart’ında [Dönemin ABD Başkanı Barack] Obama İsrail’de Netenyahu ile birlikte iken Kerry ile benim telefonum üzerinden sayın Erdoğan’ı aradı ve Netanyahu üzerinde mutabık kaldığımız özür metni ile özür diledi. O zaman çok uygundu şartlar normalleşmeye, çünkü Türkiye güçlü taraftı. O zaman bu süreci işletmeyen Erdoğan daha sonra Mavi Marmara şehitlerini rencide edercesine İsrail tarafının Kudüs’ü başkent gösteren bir anlaşma metnine biz görevden ayrıldıktan sonra 2016 yazında imza attı. Şimdi ise Netanyahu ile görüşebilmek için can atan bir görüntü veriyor. Netanyahu ise 2013’te özür dilediği Erdoğan ile alay ediyor.
Bu normalleşme değil, küçük düşmedir. Sebebi de ülke kaynaklarını tüketerek namerde muhtaç olmaktır.
“Masasına oturmadığı Sisi’nin peşinde”
“Mısır’la da öyle. Çok daha erken dönemde Türkiye’nin eli güçlü iken [Abdül Fettah] Sisi BM’de Genel Sekreterin davetinde aynı masaya bile oturmayan Erdoğan şimdi Sisi’nin peşinde koşma görüntüsü veriyor, çünkü körfez ülkeleri verecekleri maddi destek için Sisi ile barışmayı şart koşuyor.
Mısır ile normalleşme bölgenin iki güçlü ülkesi olarak Doğu Akdeniz’deki ortak çıkarlarımız üzerinden yürütülmesi gerekir. Şimdi üçüncü taraflardan maddi kaynak sağlamak için şirin görünme niyetiyle normalleşmeye mecbur görüntü vermek sağlıklı bir normalleşme zemini oluşturmayacağı gibi ülkemize de yakışmaz.
Suriye hamlesi BOTAŞ borçları için
Suriye konusunda da mali kaynak arayışı mı var diyorsunuz?
“Evet, maalesef. Bu da rencide edici, istiskal edici bir normalleşme süreci. Erdoğan Esad’a yalvarır gibi iki aydır görüşebiliriz diye sesleniyor. Kendi ülkesini bile tümüyle kontrolden aciz Esad ise Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına şartlar dayatacak bir kibir ile davranıyor.
Bunun sebebi çok açık. Herkes Erdoğan’ın bütün söylediklerini yutan bu gurur kırıcı buluşma arzusunun arkasında Putin’in talebi ve dayatması olduğunu görüyor. Suriye’yle normalleşme sürecindeki bu tek taraflı arzunun Rusya’nın BOTAŞ’ın borçlarını kış sonrasına, seçim sonrasına ertelemesi için yürütüldüğü çok açık. Onun için Esad küstah bir biçimde Erdoğan’ın seçim kazanması için kullanacağı bir buluşmaya hayır deriz diyor.
Oysa Suriye ile normalleşme için en önemli belge 18 Aralık 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararıdır. Rusya ve Çin’in de altında imzasının olduğu bu karar rejim ile muhalefetin bir ortak geçiş süreci hükümeti kurmasını öngörüyor. Esad gitsin de demiyor, geçiş hükümeti diyor. Rusya bunu kabul etmiş. Türkiye de ediyor.
Yeni göç dalgasına dikkat
Putin, Esad ile oturulması talebinde bulunduğunda Erdoğan böyle küçük düşürücü ve tek taraflı teslimiyetçi açıklamalar yapmak yerine “gel birlikte altında sizin de imzanız olan BM kararı çerçevesinde yeni bir süreç başlatalım, bu çerçevede herkesle görüşürüm” demeliydi.
Kaldı ki Suriye topraklarının zaten sadece yüzde 30-40 kadarı Esad’ın kontrolü altında. Türkiye-Suriye sınırında neredeyse rejim kontrolünde olan bölge kalmamış durumda. Anlaşma, size verdiği sözü yerine getirebilecek bir otorite ile yapılır. Ayrıca, çerçevesi iyi çizilmemiş bir normalleşme kendi bölgelerinin Esad ile normalleşme sürecinde rejime terk edileceği kaygısına kapılacak İdlib başta olmak üzere Türkiye ve Suriye Milli Ordusu kontrolünde yaşayanların ülkemize yeni göç dalgaları oluşturma riski de yüksektir.