Şam’daki rejim değişikliği boşluğundan yararlanan İsrail, savunmasız kalan Suriye’ye ağır darbeler indiriyor. İsrail uçakları 9 Aralık’ta Lazkiye limanında Suriye’ye ait ne kadar savaş gemisi, teknesi varsa bombalayıp batırdığında son birkaç gündür artan hava saldırılarının öncekilerden farklı olduğu anlaşılmıştı. Nitekim 10 Aralık sabahı İsrail Ordu Radyosu, tarihlerinin en büyük hava harekâtıyla Suriye’nin askeri altyapısını ortadan kaldırdığını açıkladı. Açıklandığı kadarıyla vurulan hedefler arasında silah ve cephane depoları, komuta merkezleri, silah üretim tesisleri, askeri uçak ve gemiler, liman ve havaalanları bulunuyor.
Vurulan askeri havaalanları arasında Nusaybin’in hemen karşısındaki Kamışlı havaalanı ve askeri karargâhının da bulunduğu bildiriliyor. İsrail uçakları Türkiye sınırının eşiğine dek gelmişler yani Suriye askeriyesini ortadan kaldırmak için. (Devam etmek üzere bir not: Operasyonlarını Türkiye sınırına dek dayandıran İsrail’in hava kuvvetlerinin en etkili vurucu gücü artık F35 savaş uçakları. Çoğu hayati parçası, Donald Trump döneminde Rusya’dan S400 füzeleri aldığı için F35’ten çıkarılmadan önce Türkiye’de üretilen uçakları Türkiye kullanamıyor. İktidar yanlısı troller bugünlerde zaten F35’lerin ne kadar işe yaramaz olduğunu yazmakla meşgul.)
Konumuza dönelim.
İsrail ve Türkiye operasyonları
Fırat’ın doğusunda Suriye hava sahası ABD’nin kontrolünde olduğuna göre İsrail’in -Kamışlı gibi- harekâtı ABD’nin bilgi, onay ve koordinasyonunda yürüttüğünü var saymak mümkün.
Kamışlı’da önemli bir Rus istihbarat ve özel kuvvet üssünün bulunduğu da biliniyordu. Rejim değişikliğiyle Suriye’de sıkışıp kalan ve Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarına göre, tahliye için Türkiye’den yardım isteyen Rus askerlerinin ne kadarının Kamışlı bölgesinden olduğu da açıklanmış değil. Bu ayrıntı bile dengelerin ve görünümün nasıl saat saat değişen değiştiğini gösteriyor.
İsrail zaten 1967’den bu yana işgal ettiği Suriye’nin Golan bölgesini kara harekâtıyla da genişletme hamleleri yapıyor. Şam’a 25 kilometre mesafede oldukları bildiriliyor ve karşılarında HTŞ dışında ciddi bir askeri güç yok; direniş işareti de yok.
Türkiye de rejim değişikliği fırsatını -İsrail kadar olmasa da- değerlendirenler arasında. Ankara’nın desteklediği Suriye Milli Ordusu, belkemiğini PKK/YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerini Tel Rıfat’ın ardından Münbiç’ten de çıkardı. Böylece PKK’nın Fırat’ın batısında elde tuttuğu kent kalmadı. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar sorununu hafifletecek gelişmeler bunlar.
ABD operasyonları ve “Rojava”
İsrail’in Suriye askeri yapısını tahrip ettiğini, Türkiye destekli güçlerin de Münbiç’i aldıklarını açıklamasından bir gün önce ABD Merkezi Komutanlık (CENTCOM) hava kuvvetleri, “merkezi Suriye’de” DEAŞ’a (IŞİD) karşı en büyük operasyonlarından birini infaz etti. B-52 stratejik bombardıman uçaklarının da kullanıldığı operasyonun DEAŞ’ın canlanmasının önüne geçmeyi amaçladığı duyuruldu. CENTCOM, DEAŞ’a destek vereceklerin kendilerini karşısında bulacağı uyarısında bulundu; adres İran, HTŞ ve Irak’taki silahlı gruplar.
Bu ağır operasyon Trump’ın “Suriye’de ne işimiz var” mesajının ardından yapıldı.
Soru, daha önce neden yapılmadığı. Bu çapta operasyonlar ABD’nin PKK’nın Suriye bağlantılarını DEAŞ’a karşı ortak seçtiği 2014’ten bu yana yapılmış olsaydı belki de şimdi DEAŞ diye bir tehdidin varlığından söz etmeye gerek kalmayacaktı.
Uluslararası diplomasi ve güvenlik çevreleri ABD’nin SDG’ye verdiği desteğin Kürtleri çok sevdiği için değil, İsrail’in çevresel savunması çerçevesinde İran’a karşı tampon bölge tutmayı da amaçladığını biliyor.
Suriye daha da karışabilir
Oysa şimdi İsrail saldırıları İran’ın Filistin, Lübnan ve Suriye’de kolunu kanadını kırdı ve İsrail’in yeni askeri stratejisinin artık Arap coğrafyasının ortasında, kırılgan bir tampon güce ihtiyacı olmayabilir.
Trump’ın dört yıl öncesiyle tutarlı Suriye’den çekilme iması, Suriye’de rejim değişikliği ile Rusya ve İran etkisinin kırılması, İsrail’in bölgesel gücünü, Türkiye’nin bölgesel etkisini artırması, CENTCOM’un son operasyonları gözleri HTŞ’nin kurması beklenen “geçici hükümetin” niteliği kadar 20 Ocak’ta beyaz Saray’ı devralıp “İlk 100 gün” icraatına başlayacak Trump’ın birbiriyle bağlantılı düşünülmesi gereken Orta Doğu ve Rusya-Ukrayna siyasetine de çeviriyor.
Burada Türkiye’yi endişelendirmesi gereken bir ayrıntı daha var. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan HTŞ’yi Esad rejimini devirmesinden dolayı kutlarken “intikamcı olmaması” ve “kapsayıcı olması” çağrısında da bulundu. Bunu, Aleviler, Kürtler ve Türkmenlere Arap milliyetçiliği ve tekfirci bakışla davranmaması, yeni yönetimde temsilcilerine yer vermesi isteği olarak okumak mümkün. Şam’a giren HTŞ güçleri arasında bu azınlık grupları bulunmuyor. Alevi Esad ailesinin oligarşik diktatörlüğünü bu defa Sünni radikalizmi alırsa Suriye’de işler daha da kötüye gidebilir.