Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan NATO’nun 70’inci yıl zirvesi için Londra’ya yola çıkarken, “Bazı NATO üyesi ülkelerin YPG’yi tehdit olarak görmedikleri ve Türkiye’nin de buna karşılık Baltık Savunma Planı’na onay vermeyeceği” sorulduğunda şunları söylemişti:
“Bizim terör örgütü olarak telakki ettiğimiz ve kendileriyle terör mücadelesi verdiklerimizi bizim NATO’daki dostlarımız eğer terör örgütü olarak kabul etmezse, kusura bakmasınlar; orada atılacak her türlü adımın biz karşısında oluruz.”
Ancak Erdoğan bu köşeli sözlerinin önüne yine de “Eğer gündeme gelecek olursa” şartını eklemişti. Yani günlerdir devam eden kamuoyu yönlendirmesine rağmen Erdoğan, Polonya ile Baltık ülkeleri Estonya, Litvanya ve Letonya’nın Rusya’ya karşı ortak savunulması konusunun tartışılması halinde “Siz YPG’yi terör örgütü saymazsanız, Türkiye’de bu planı veto eder” diyeceği sözünü vermiyordu; eğer gündeme gelirse söylenecekler vardı.
3 Aralık günü, belli ki NATO Zirvesinin yıldızı olma niyetiyle Londra’ya gelmiş olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Dörtlü Suriye Toplantısına Erdoğan’ı “Bazen IŞİD taşeronlarıyla işbirliği yapmakla” suçlayacak kadar işi ileri götürüyordu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg aynı gün bu konunun Zirvede çözüleceği umudu olmadığını söyledi.
Karşılığında Trump sözü mü alındı?
Nitekim öyle de oldu. 4 Aralık günü, liderler zirvesi öncesinde Stoltenberg, Erdoğan ile görüştüklerini, çözüm aradıklarını söyledi. Artık Erdoğan-Stoltenberg görüşmesinde ve Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesinde neler konuşulduysa, Zirvede Türkiye’nin Baltık bölgesinin “Kademeli Savunma Planına” onay verdiği anlaşıldı. Litvanya Devlet Başkanı Gitanas Nauseda, “Kimse bizden bir şey istemedi. Gösterdiği dayanışma için hepimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ettik” dedi. Oysa Trump, Erdoğan ile “Suriye, Kürtler, ateşkes, göçmenler” gibi konuları konuştuklarını söylemişti. Zirve sonuç bildirgesinde NATO’nun en basmakalıp ifadelerinden “terörizmin her türlüsüne karşı olma” ifadesi, kısa sürede malum medyada “başarı” ve “uzlaşma formülü” olarak yayılmaya başladı.
Uzlaşma olduysa, Erdoğan NATO’nun ismen YPG’yi terör örgütü saymaması karşılığında Stoltenberg’ten, ya da Trump’tan, ya da ikisinden de ne sözü almıştı? El altından medyaya fısıldanan “Türkiye’nin hassasiyetleri giderilecek” ifadesi somut olarak ne anlama geliyordu?
İstediklerinin tamamını alamayan yalnızca Erdoğan değildi tabii. Örneğin, Macron da Erdoğan’dan istediği, neden Rusya’dan S-400 füzelerini aldığı açıklamasını alamamıştı; NATO sonuç bildirgesinde bu konu da anılmamıştı. Hatta Macron, Turmp ile basın toplantısında onun hoşuna gideceğini düşündüğü şekilde Türkiye’ye karşı pas atmış, ama Trump’tan, Obama’nın Patriot satmaması nedeniyle Türklerin Ruslara gittiği cevabıyla bozulmuştu. Kimse Macron’a, Türkiye’nin kendi sınırlarını koruma mücadelesini haksız bulurken, Sahra-altı Afrika’da, Mali’de, Nijer’de ne aradığını sormadı.
Kim kazandı?
Bir de Macron’un “Beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’nun her zamankinden güçlü olduğu söylenen sonuç bildirgesine verdiği onay var tabii…
Netice de Stoltenberg’in diplomatik başarısı, NATO içindeki çelişkilere hiç değinmeden, sadece ortak hedefin öne çıkarılarak zevahirin kurtarılması oldu. Orada da Trump’ın istediği sonuç alındı. Yani;
1- NATO’nun Avrupalı üyelerinin daha fazla savunma harcaması yapmasının karara bağlanması,
2- ABD’nin asıl küresel hedefi olan Çin’in NATO’nun da hedefi haline gelmesi.
Böylece 70 yıl önce Sovyetler Birliğine karşı kurulmuş olan, ancak gelinen noktada Rusya’yı hedef yapma konusunda ortak görüş oluşturamayan NATO, artık isminin açık ifadesinde olduğu gibi Kuzey Atlantik İttifakı olmaktan çıkıp etki alanını Çin’e, yani Pasifik bölgesine uzatıyordu.
Yani NATO’nun 70’inci yıl zirvesinin iki kazananı oldu: kendi milli hedefini NATO hedefi haline getiren ABD Başkanı Trump ve kendisini en azından kâğıt üzerinde NATO hedefi olmaktan çıkartmayı başaran Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin.
Özetle, asıl mesele YPG/PKK idiyse, ortada bir çözüm görünmüyor. Keza Suriye’ye dönecek göçmenler konusuna da bir atıf yok. Ama dünyanın bu halinde mevcut belirsizliği korumak da bir başarıdır deniyorsa, o tartışmaya açıktır. Bu pilav daha çok su kaldıracak, görünen o.