Avrupa Birliğinin iki üst düzey isminin 6 Nisan’da Ankara’daki temasları ardından yapılan açıklamalarda tek ortak nokta görüşmelerin “olumlu atmosferde” geçtiği oldu. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmelerinden somut sonuç zaten beklenmiyordu. Bu ziyaretin yapılabilmesi dahi önemseniyordu. Ancak özellikle von der Leyen’in sözleri, Türkiye-AB ilişkilerinin adeta bir “sil baştan” dönemine girdiğini gösteriyordu. (*)
Leyen görüşme ardından Twitter sayfasında, “bir araya gelmemizi sağlayan şeyleri güçlendirmeyi” ve “ayıran unsurları dile getirmeyi” temel alan bir ilişki biçiminden söz etti. Sonra da “daha yolun başındayız” diye ekledi; “önümüzdeki haftalar ve aylar bu yolda ne kadar beraber yürüyebileceğimizi gösterecek”.
Türkiye’nin AB ile 1963 Ankara anlaşmasına dayanan 58 yıllık bir geçmişi olduğu düşünülünce, bu sözleri bir “sil baştan” hamlesi olarak okumak mümkün oluyor. Michel ise Türkiye’nin adımlarına bağlı olarak gelişecek bu sürecin aynı zamanda “tersinir” olduğunu, yani geriye gidebileceğini söylüyor.
AB bugün “gel” dese Erdoğan gider mi?
Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın görüşme sonrasında “olumlu geçti” dedikten sonra “Türkiye’nin nihai hedefi, tam üyelik” vurgusunu yapması da dikkat çekici. Oysa gelinen aşamada ne Ankara Brüksel’e güveniyor ne de Brüksel Ankara’ya. Ne Ankara Brüksel’e ilk “hayır” diyen taraf olmak istiyor. Tam kopuş da mümkün görünmüyor, tam üyelik de.
Dolayısıyla gelinen aşamada Erdoğan’ın “tam üyelik hedefi” vurgusunu müzakere pozisyonu saymak mümkün. Zaten İngiltere’nin kopması ardından AB kendi işleyişini “sil baştan” yapıp yapmamayı tartışıyor. AB, velev ki bugün “gel” dese Erdoğan’ın “tamam, hemen geliyorum” diyeceğini de düşünmemek lazım. AB’nin içinde dahi uygulamakta zorlandığı demokratik ölçütler Erdoğan’a uymaz.
Ankara ve Brüksel’in birbirinden halihazırdaki beklentileri gayet sınırlı. Brüksel diyor ki Yunanistan ve Kıbrıs Rum hükümetlerine dokunma, Müslüman göçmenleri gönderme, Rusya’yla işbirliği yapma, biz de bunun karşılığında yatırımların önünü açalım, Gümrük Birliğini yenileyelim. Erdoğan’ın beklentileriyse göçmen anlaşmasının yenilenmesi karşılığında AB’den vize serbestisi, Cumhurbaşkanı düzeyinde düzenli siyasi temas ve Gümrük Birliği.
Yeni süre: Haziran zirvesi
Gümrük Birliğinin yenilenmesi her iki tarafın da isteği ama ortada Kıbrıs Rum vetosu varken nasıl mümkün olacak? O ayrı konu. Zaten AB’nin kendi içinde “sil baştan” yapma tartışmalarındaki konu başlıklarından birisi de bu: oybirliği sayesinde küçük üyeler büyükleri parmağında oynatabiliyor.
Ama Erdoğan göçmenler ve Doğu Akdeniz’de “gerilimin azaltılması” konularında talepleri karşıladıkça AB’nin insan hakları, demokratikleşme, İstanbul Sözleşmesi gibi konularda “derin endişelerinin”, açıklamalar dışında bir işlevi olmadığını görüyor. Avrupa hükümetleri de bunları kendi kamuoylarına zaten ufukta görünmeyen “tam üyelik” hedefini engelleme gerekçesi olarak sunuyorlar. Erdoğan da buna çok kızmış gibi yapıyor. Al gülüm, ver gülüm…
AB 2020’nin ilk yarısı boyunca Türkiye ile ilişkilerde Ekim toplantısına işaret etti. Sonra Aralık oldu. Aralık’ta Mart Zirvesinden söz edildi. Mart Zirvesi öncesinde Türkiye Yunanistan’la “istikşâfi” görüşmelere başlayıp gaz arama ve savaş gemilerini limana çekilince 6 Nisan ziyareti yapıldı. Şimdi Haziran’daki AB zirvesine bakılıyor. Arada 27 Nisan’da Cenevre’de Kıbrıs görüşmeleri var. Bildik oyun.
Türkiye-AB ilişkilerinin ABD boyutu
Sürekli ertelenen bu takvim sadece Yunanistan ile ilişkiler konusunda Türkiye’nin -sözlerin ötesine geçen somut adım atma beklentisine bağlı değil. Aynı zamanda Brüksel, Ankara-Washington ilişkilerinin nereye gideceğini de görmek istiyor.
ABD seçimlerini Joe Biden’ın kazanması ardından ABD-Avrupa ilişkilerinin gelişmesi etkisini Türkiye ilişkilerinde de gösterdi. 25 Mart’ta Brüksel’de AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile görüşen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin güçlenmesi için AB ile birlikte çalışacaklarını söyledi. Michel ve Leyen’in Ankara’da Erdoğan ile görüşmeden önce hem ABD Büyükelçisi David Satterfield ile görüştüğü medyaya yansıdı.
ABD-Avrupa ilişkilerinin de NATO dahil pek çok alanda yeniden tanımlanmakta, “sil baştan” yapılmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Erdoğan’ın muhataplarının gözündeki “ne yapacağı belli değil” algısını değiştirmesi ve Türkiye’nin elindeki kozları abartmadan, dikkatlice oynaması halinde hem AB hem de ABD ile ilişkilerin yeni bir raya oturması mümkün. Hiç kolay bir şeyden söz etmediğimin farkındayım, ama yine de mümkün.
Dipnot
(*) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Michel ve Leyen’i kabulü sırasında yapılan protokol hatası ile Leyen’in önce ayakta kalması, sonra bunu yadırgadığını belli ederek gösterilen divana oturması, tam da İstanbul Sözleşmesinden çıkıldığı sırada Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğinin göstergesi olarak algılanıp yorumlandı. Resmi kaynaklar “Ziyareti hazırlayan AB ön heyetinin istekleri dışında hiç bir düzenleme yapılmamıştır” diyor. Bu durum, uluslararası basında da iddia edildiği gibi AB içi çekişmeleri de akla getiriyor. Ancak öyle bile olsa, Erdoğan’ın ekibinin bu tablonun yol açacağı algıyı düşünerek, ev sahibi sıfatıyla pekâlâ konukları Erdoğan’ın iki yanına oturtacak düzen alabilirlerdi. Sonuçta fatura hem Erdoğan’a hem Türkiye’ye çıkıyor.