Yakın geleceğimizin nasıl şekilleneceğini belirleyecek dört küresel oyuncu var: ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Rusya. “Mahşerin dört atlısı” olarak adlandırdığım bu oyuncular arasındaki ilişkiler, önümüzdeki dönemde dünya düzeninin alacağı şekil bakımından büyük önem taşıyor. Bugün için gelişmeler sürecin çok kutuplu bir dünya düzenine doğru evrilmekte olduğunu gösteriyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 4 Şubat’ta Pekin’de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’ten, NATO’ya karşı aldığı destek, bu bakımdan bir dönüm noktası sayılabilir. Türkiye’nin bu yeni düzende tutacağı yer de sözü edilen dört küresel oyuncuyla ilişkilerinden birinci derecede etkilenecek.
Şu sırada, bahse konu dört küresel güç de kendi içlerinde ciddi sorunlarla malûl. ABD kendi geleceğine tehdit oluşturabilecek şekilde, tarihinde görülmemiş bir kutuplaşma yaşıyor. AB, kendi içinde inanılmaz şekilde bölünmüş vaziyette. Rusya, belirsizliğin zirveye ulaştığı günümüzde, kendi arka bahçesinde etki alanının sınırlarını çizmek uğruna maceracı politikalar izlemekten çekinmiyor. Çin ise ekonomisinin koronavirüs salgını yüzünden aldığı yarayı sarmaya ve yakın çevresinde kendisine güvenli bir alan oluşturmaya çalışıyor.
Covid-19 siyasi dengeleri de sarsıyor
Bu arada, Dünya Covid-19 krizinden kendini bir türlü kurtaramadı. Ekonomiler büyük darbe yedi. Enflasyon küresel anlamda müthiş yükselişe geçti. Omicron varyantının sürü bağışıklığı sağlayarak insanlığı rahatlatacağı söylenmekte ise de, aşılama beklenenden yavaş olduğu için bu beladan kurtulmamızın biraz daha zaman alacağı anlaşılıyor.
İnsanlığı tehdit eden yegâne sorun Covid değil elbette. İklim krizi, mülteci sorunu, enerji güvenliği, gelir adaletsizliği, açlık ve yoksulluk gibi devasa küresel meseleler de geleceğimize ciddi tehdit oluşturuyor. Bu arada, popülizm küresel plânda almış başını gidiyor. Kısacası, dünya mahşer yerine dönmüş durumda dersek, abartı olmaz.
Bu sorunların uluslararası plânda işbirliği ve dayanışma sağlanmadan çözülebilmesinin mümkün olmadığı aşikâr. Ayrıca, huzurlu ve istikrarlı bir küresel ortamın oluşturulmasına acil ihtiyaç var.
Oysa, bugün dünya ürkütücü bir belirsizlik içinde. İstikrarsızlık zirve yapmış durumda. İflas etmiş olan eski uluslararası düzenin, ortak akılla ve geçmişten ders çıkarılarak, tekrar kurgulanması gerekirken, mahşerin dört atlısı tarafından, yeni bir soğuk savaşın başlatıldığına şahit oluyoruz.
Yeni Soğuk Savaşın safları
Bu yeni nesil soğuk savaşta saflar yavaş yavaş belirginleşiyor. Bir tarafta, ABD ve AB’nin oluşturduğu Batı bloku, diğer tarafta Çin ve Rusya’nın bir arada göründüğü Doğu bloku var. Bu dörtlü, kıyasıya bir rekabet içinde. Daha yaşanabilir, adil ve kurala dayalı bir dünya için işbirliği yapmaları gerekirken, birbirlerinin bileğini bükmeye çalışıyorlar. Bu gidişle, önümüzdeki yıllarda küresel barışın ve huzurun sağlanması imkânı yok gibi görünüyor.
Gelecek hakkında kötümser olmamızı meşru kılan en önemli işaretlerden birinin, mahşerin dört atlısı arasında yaşanmakta olan Ukrayna krizi olduğunu düşünüyorum.
Rusya, sert gücü itibariyle bugün için Avrupa’nın en önde gelen ülkesi. Ancak, buna rağmen Avrupa güvenlik mimarisinde yer almıyor. Bu da ulusal güvenliği bakımından Rusya’da kaygıya sebep oluyor.
Rusya ile ABD liderliğindeki Batı bloku arasında Ukrayna bağlamında mevcut anlaşmazlığın temelinde gerçekte Rusya’nın bu çerçevedeki kaygıları yatıyor.
Ukrayna neden kilit noktada?
Rusya’nın, Ukrayna’nın bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürmesi konusunda bir sorunu yok. Rus halkının sadece yüzde 12 gibi küçük bir bölümü Ukrayna’ya karşı sert güç kullanılmasından yana. Rusya, bir anlamda genel güvenlik kaygılarını ABD ve Batı ülkelerinin dikkatine getirmek ve ABD’yi ve özellikle NATO’yu eski Sovyet topraklarından uzak tutmak amacıyla Ukrayna’yı kullanıyor. Rusya’nın birtakım taleplerinin meşru olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bunları elde etmek için kullandığı yöntemlerin ürkütücü olduğu da bir gerçek.
ABD liderliğindeki Batı bloku, evvelce yapılan yanlışların ve bunun neticesinde kendi cephesinde ortaya çıkan bölünmüşlüğün gölgesinde, Rusya’nın hamlelerine cevap vermeye çalışıyor.
Afganistan fiyaskosu yüzünden karizması çizilmiş olan ABD Başkanı Joe Biden, müttefikleri arasında sağlam bir dayanışma tesis edemiyor. Örneğin, uluslararası ilişkilerde sonuç vermeyeceği çeşitli vesilelerle kanıtlanmış olan yaptırım kozunu masaya sürüyor. Oysa, yaptırımlardan fazla bir şey beklemenin yanlış olduğunu en başta ABD’nin bilmesi icap eder. Zira, Rusya’nın başka alternatifleri var.
Almanya ve Fransa tedirgin
Örneğin, Rusya 600 milyar dolarlık bir varlık fonuna sahip. Üstelik, uzun yıllardır yaptırım altında kaldı. Öte yandan, yaptırımların en önemli bacağı olan Kuzey Akım projesinin durdurulması konusunda ABD’nin müttefiki Almanya’nın sergilediği isteksizlik herkes tarafından görülüyor. Kuzey Akım gibi, Almanya’nın 90 milyar metreküplük toplam yıllık doğal gaz tüketiminin yarısından biraz fazlasını (55 milyar metreküp) sağladığı bilinen bir projeyi yaptırım kapsamına almanın makul bir adım olmadığı aşikâr. Nitekim, Almanya’nın çiçeği burnunda Başbakanı Olaf Scholz’un Biden ile 7 Şubat’ta yaptığı görüşmede bu konuda getirilebilecek bir yaptırıma destek vereceğini söylemesi kimseye inandırıcı gelmedi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un AB dönem Başkanı sıfatıyla 8 Şubat’ta Rusya’ya yaptığı ziyaret de beklenen etkiyi yaratmadı. Tersine, Putin’in küçümseyici tavırları Macron’u uluslararası kamuoyu önünde zor durumda bıraktı.
Ukrayna olmadan Ukrayna krizi çözülür mü?
Aslında, Ukrayna meselesi ile ilgili olarak Normandiya Formatında (Rusya, Ukrayna, Almanya, Fransa) sürdürülen görüşmeler hariç, diğer hiçbir müzakerede Ukrayna masada bulunmuyor.
Oysa, krizin öznesi Ukrayna. Dolayısıyla, her ne kadar kendini ön plâna çıkarma arzusu ve ihtirası bilinse de Macron’un, Minsk sürecinin taraflarından Fransa’nın lideri olarak Moskova’ya yaptığı ziyaretin meşru bir zemine oturduğu kuşkusuz. Ancak, ABD liderliğindeki Batı bloku, Putin’in tek muhatap olarak Biden’ı görmek istediğini bir türlü kabullenmek istemiyor.
Putin ise açıkça arabulucu istemediğini, krizi “NATO’nun lideri ABD ile” görüşerek çözme niyetinde olduğunu dile getiriyor.
Bu çekişmenin bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Neticede, sorunun bir sıcak çatışmaya evrilmesi olasılığı düşük gibi görünüyor. Zira, bugünün istikrarsızlık ve belirsizlik ortamında ve covid yüzünden yaşanmakta olan küresel ekonomik bunalım çerçevesinde, çatışma halinde mahşerin dört atlısı da, altından kalkmakta çok zorlanacakları bedeller ödemek durumunda kalabileceklerdir.
Putin istediklerini alıyor
Diğer taraftan, Putin, bugün itibariyle istediklerinden önemli bölümünü elde etmiş durumda.
Birincisi, her ne kadar Ukrayna ve Gürcistan NATO’ya üyelik şartlarını zaten karşılamıyor olsalar da, artık görünür bir gelecekte Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO üye olmaları ihtimalinden dahi söz edilemeyecek. Bugün Batı bloku sınırları içinde yer alan eski Sovyet topraklarında, bundan sonra da NATO stratejik silahlarının konuşlandırılması mümkün olamayacak. Hatta mevcut silah sistemlerinden bazıları geri çekilecek.
Ayrıca, Putin, NATO üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarının gün yüzüne çıkmasını sağladı. Almanya’nın, NATO’da en zayıf halkalardan biri olduğu gözler önüne serildi. Scholtz’un, Merkel’in yerini doldurmaktan uzak olduğu, Macron’un liderlik yeteneklerinin siyasi ihtiraslarının epey gerisinde bulunduğu herkes tarafından görüldü. Bu arada, Belarus’un özgürlük açılımlarına kesin bir şekilde set vuruldu. Vladimir Putin Belarus’u tam anlamıyla kollarının arasına aldı.
Dört atlı dünya dengesi
Ukrayna krizi vesilesiyle Rusya’nın en büyük kazanımı ise, Putin’in, kış olimpiyatları için gittiği Pekin’de, Çin Devlet Başkanı Şi ile yaptığı bir nevi ittifak anlaşması oldu. İki ülkenin liderleri, siyasi, askeri ve ekonomik alanda kapsamlı işbirliğine kapı açan bir anlaşma imzaladılar.
Putin, sadece arkasını sağlama almakla kalmadı, küresel rekabette Çin’in Rusya’nın yanında olduğunu bütün dünyaya gösterdi.
Tabii, Çin’in, bu sözleri verirken, Taiwan üzerindeki tarihi emellerini gerçekleştirmek için desteğine ihtiyaç duyduğu büyük komşusu Rusya’dan örtülü bir taahhüt almayı başardığını da not etmek gerekir. Bundan sonra, Çin’in yakın bölgesine dair bilinen emellerini dizginlemek hususunda, ABD çok daha dikkatli olmak durumunda kalacaktır.
Dolayısıyla, ben, mevcut şartlar altında, Ukrayna sorununun sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimalini oldukça düşük görüyorum.
Türkiye krizin tam ortasında
Dikkat edilecek olursa, Türkiye Ukrayna krizinin sebep olduğu ciddi istikrarsızlığın bir şekilde tam ortasında yer alıyor.
Öncelikle, Rusya ile çok kapsamlı ilişkileri var. Doğal gaz tedariki bakımından Rusya’ya bağımlı. Rusya ile ticaretinin sorunsuz bir şekilde devamı,Türkiye açısından son derece önemli. Türkiye, her yıl çok sayıda Rus turisti ağırlıyor.
Öte yandan, Ukrayna ile ilişkileri de Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Özellikle, savunma sanayii altyapısını daha da geliştirmek bakımından Ukrayna ile Türkiye arasında kapsamlı bir işbirliği mevcut. Türkiye, Ukrayna’ya SİHA satıyor. Ayrıca, Ukrayna da Türkiye’ye çok sayıda turist gönderen ülkelerden biri.
Ancak, Türkiye NATO üyesi ve NATO’ya karşı ahdi yükümlülükleri var. ABD ile de kapsamlı ilişkilere sahip. AB ile kâğıt üzerinde kalsa da müzakere sürecinde olan bir ülke. Türkiye’nin, batı blokunun başat ülkeleri İngiltere, Almanya ve Fransa ile siyasi ve ekonomik ilişkileri hayati önemde.
Montrö ve dengeli yaklaşım gereği
En nihayet, Türkiye’nin, Montrö Sözleşmesi çerçevesindeki sorumluluklarını da unutmamak gerekiyor. Bütün bunlar, Ukrayna krizinin çözümü konusunda yapabileceği katkılar bakımından Türkiye’nin manevra alanını büyük ölçüde daraltıyor.
Dolayısıyla, Türkiye’nin yakın tarihinde İkinci Dünya Savaşına girmemek amacıyla sergilediği dengeli ve hassas dış politikanın benzerini, Ukrayna krizine bulaşmaktan kaçınmak için uygulaması şart gibi görünüyor. Zaten, krizin baş aktörleri Rusya ve ABD’nin de Türkiye’den bu yönde bir talebi yok. Kısacası, bu aşamada, Ukrayna krizinin bir an önce müzakereler yoluyla çözülmesini dilemekten başka bir seçeceğimiz bulunmuyor. Zira, gerginliğin bir şekilde sıcak çatışmaya evrilmesinden en fazla zarar görecek ülkelerden birinin Türkiye olacağı aşikâr.