Enerji savaşlarının şiddetini arttırarak yeniden hayatımıza girdiği; yeşil dönüşümün hızlandığı; yapay zekâ temelli teknolojilerin enerji sektöründe oyunu belirlediği; yatırım ve ticaret akışlarının, kritik minerallerin arz güvenliği haritasının değiştiği; İEA ile OPEC savaşının yeniden gündemi işgal ettiği bir dönemden geçiyoruz.
İklim değişikliği, 2050 karbondan arındırma hedefleri ve siber saldırılar bu savaşı daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali, ardından Avrupa Birliği’nin Rusyasız yeni bir enerji arz mimarisi inşa etmeye başlaması, birbiri ardına Batı’nın Rus doğal gazı ve petrolüne yaptırımlar empoze etmesi, Suudi Arabistan ve Rusya öncülüğünde OPECArti’nin dünya petrol piyasalarına -ABD’nin istekleri hilafına- yön vermesi, yeni üreticilerin yanı sıra Çin ve Hindistan’ın ana tüketiciler, jeopolitik oyuncular olarak sivrilmesi artık bilindik hesapları altüst ediyor.
Gözlerimizin önünde bambaşka bir enerji dünyası doğuyor küresel düzlemde. Jeopolitiği, yatırım ve ticaret akışları, teknolojik seçimleri, finans teknikleri, iklim değişikliği oynamaları ile farklı çözümler gerektiren farklı bir dünya.
Süratle büyümek isteyen, fosil yakıt fukarası, enerji ithalatına milyarlarca dolar akıtmak zorunda kalan, zorlu bir coğrafyada hem kendi milli menfaatlerinin peşinde koşan hem de Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasında enerji köprüsü olmayı hedefleyen bir ülke olarak Türkiye, dünya enerjisindeki bu yeni dinamikleri, zorlamaları, anlamaz, süratle onlara uygun seçimleri hükümet ve iş dünyası nezdinde yapmazsa kaçınılmaz şekilde ağır sıkıntıya düşecek.
Sadece “milli ve yerli” sloganları ile hemen her alanda göbekten bağlı olduğumuz küresel sistemde ayakta kalmamız mümkün değil.
Oyun nasıl değişiyor?
Eskiden 15-20 yıla yayılan dönüşüm süreci artık birkaç yılda gerçekleşiyor. Oyunun adı: sürat. Harcanan parayı, emeği amorti etmeden yeni yönelimlere yelken açmak zorunda kalıyorsunuz. Jeopolitik bir gerilim, doğal felaket ya da teknolojik inovasyon tüm çabaları heba edebiliyor.
Enerji deyince çoğumuzun aklına hemen petrol ve doğalgaz geliyor ama kömür, yenilenebilir enerji, nükleer, çevre, iklim değişikliği, yatırım, finansman, rüşvet, yolsuzluk, istihbarat servislerinin “al gülüm ver gülüm” pazarlıkları, aşırı regülasyonlar, teknolojik devrimler, jeopolitik kavgalar, döviz, ticaret manipülasyonları, enerji-su-gıda güvenliği de etki derecesi farklı olsa da bu karışık denklemin içinde.
Enerji üretimden taşımaya, iletmeye, nihai tüketicilere, sanayilere, hizmet ve tarım sektörlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede ve değer zincirinde trilyonlarca dolara hükmediyor; ülkelerin cari işlemler dengesini alt üst edebiliyor.
İklim değişikliğinin tetikleyicisi, tacirlerin büyük kazanç kapısı, jeopolitik çatışmaların, yangınların körükleyicisi, küresel ligde rekabetin belirleyicisi olmasının yanında enerjideki fiyat oynamaları gıdadan, elektriğe, otomobile, kiralara, seyahate hemen her şeyi anında etkiliyor, enflasyonu ya da durgunluğu tetikliyor.
Devlet de, yerel yönetimler de, özel sektör de, uluslararası kuruluşlar da, sivil toplum da enerjinin değişik aşamalarında yer alan oyuncular.
Geleceğin “oyun değiştirici” gelişmeleri
Hayatımızı derinden etkileyeceğini düşündüğüm, başkanı olduğum The London Energy Club tartışmalarında ortaya koyduğumuz, geleceğin “oyun değiştirici” başlıca gelişmelerini şöyle özetleyebilirim:
- Çin ile ABD öncülüğündeki Batı’nın (Rusya-Ukrayna savaşını gölgede bırakacak) pek uzak olmayan gelecekte, mevcut ticaret, teknoloji, döviz, savaşlarının da ötesinde, kaçınılmaz olarak çatışması,
- Dijitalleşme, yapay zekâ, yeni geliştirilen yakıtlar, okyanus, uzay, depolama dinamikleri, endüstri hayatımızı temelden etkilerken enerjinin arz ve talep mimarisinin de tanınmayacak ölçüde değişmesi,
- Yeni arz kaynakları, ticaret ve ulaşım güzergâhları, fosilden yenilenebilir yakıtlara geçiş, iklim değişikliği ve yerel çevre sorunları, teknolojik devrim, yatırım tercihleri, değişmekte olan jeopolitik denklem ve benzeri birçok faktörün etkisiyle, enerjide daha önce öngöremediğimiz, bambaşka bir mecraya doğru savrulunması,
- Enerjinin doğrudan bağlantılı olduğu su, gıda, iklim ve sağlık krizleri, bunların yaratacağı darboğazlar, yeni oyuncuların yükselişi, asimetrik savaşlar, stratejik geçiş yollarının, kritik minerallerin güvenliği,
- Enerji, para, ticaret, yatırım hesaplarının karışması, siyasi nedenlerle köklü güzergâh ve kaynak sapmaları ortaya çıkması, etik değerler, kuşaklar arası çatışma ve artmakta olan yeni düzen çağrıları.
Böyle bir dünyada tüm hükümetlerin birinci önceliği olan “enerji güvenliği” dar kalıplardan çıkıp daha kapsamlı bir zemine oturuyor.
Sadece OECD dünyasının öncelikli kaygısı olan enerjinin ikmal güvenliği değil, üreticilerin talep güvenliği, transit ülkelerin transit güvenliği, yatırımcı güvenliği, çevre güvenliği, siber saldırılara karşı güvenlik, kritik altyapı ve mineral güvenliği gibi yeni tür güvenlik anlayışları, riskleri, yeni tanımın içine giriyor istesek de istemesek de.
Gidiş nereye?
Son yıllarda hepimiz “yeşil enerji”, “yenilenebilir devrimi”, “düşük karbon ekonomisi”, “enerjide dönüşüm ve geçiş” gibi sloganlarla oturup kalkıyoruz. Kömür, petrol “kötü” yakıt olurken doğalgaz daha “az kötü” görülüyor. Yenilenebilir enerji, yeşil hidrojen “iyi” şeridinde hızla ilerliyor.
Geleceği öngörmek hiç kolay değil. Bundan 10 yıl önce yaptığımız öngörüler ile bugün ortaya çıkan gerçekler arasında bazen büyük uçurumlar olduğunu görüyorum.
Yine de istikamet duygusu vermek bakımından gelecek eğilimlerini yansıtmak istiyorum, görebildiğim kadarıyla:
- Teknolojik ve çevresel güdümlü yeni dinamikler, geleneksel olmayan yakıtlar, yenilenebilir enerjinin yükselişi, fiyatlardaki dalgalanma, değişimin öngörülemeyen hızı, yaygınlaşan jeopolitik gerilimler şimdiye kadar gördüğümüzden çok daha kuvvetli. Bu durum, hem cazip fırsatlar yaratıyor hem de ciddi meydan okumalar. Geçiş sürecinin daha uzun sürmesi, durulmayacağı ve yatırımcıları tereddüte sevk ettiği görülüyor.
- Kaya gazı ve diğer geleneksel olmayan enerjiler, maliyetleri (dolayısıyla da fiyatları) aşağıya çeken yenilenebilir enerji devrimi sayesinde bir yandan bolluk yaşıyoruz. Öte yandan da hâlâ ticari enerjiye erişimi olmayan, kıtlık içindeki 1.6 milyar insan olduğunu biliyoruz.
- Bolluk zamanında, enerji ihracatçılarının, rakiplerini tehdit etmek için bir araç olarak petrol veya gaz kaynaklarını kullanma imkanları azalıyor. Reform arzusu sönüyor. Enerjinin, daha çok petrol bağlantılı şekilde gelişen, jeopolitiği değişiyor, doğalgaz, yenilenebilir ve nükleerin jeopolitiği doğuyor. Yeni bir jeopolitik harita çıkıyor ortaya. Yeni düzen, Çin’i dünya enerji düzeninde liderlik konumuna doğru götürüyor. Hindistan da aynı şekilde öne çıkıyor. Dijitalleşme, yapay zeka, yeni yakıtlar, endüstri 4.o hayatımızı temelden etkiliyor.
- Hiç merak etmeyin, petrol çağı sona ermeyecek, sadece onu ikame edecek yeni yakıtlar geliyor. “Taş devri taşlar bittiği için sona ermedi”. Petrol ve doğalgaz daha uzun süre yaşamımızdaki yerini koruyacak. 2040’ta petrol ve doğalgazın, dünyadaki enerji ihtiyacının yüzde 60‘ını hala omuzlamaya devam etmesi bekleniyor.
- Yenilenebilir enerji kaynakları da, bu sektörün diğer kaynaklarından daha hızlı büyümesini sağlayan teknolojik gelişmeler ve düşen maliyetler sayesinde küresel enerji sahnesinin tam merkezine taşınıyor. Fosil yakıtlarla maliyet açısından rekabet edebiliyor. Sadece 2018’de 100GW güneş enerjisi dünya envanterine dahil oldu. 2025’e kadar rüzgârı, 2030’e kadar da kömürü geçmesi muhtemel.
- Çin, temiz enerjinin yarısında güneş panelleri, rüzgâr türbinleri, bataryalar ve elektrikli araçlarda dünya lideri. ABD ve AB’yi geride bıraktı. İddialı nükleer enerji programını yavaşlattı.
- Eskiden ticari fizibilitesi olan enerji projeleri için para bulmak kolay idi. Şimdi finansörler bir ikilem içinde. “Yeşil” hareket hiç tahmin edemeyeceğiniz ölçüde bankaların kararlarını etkileyebiliyorlar. Kömüre ve diğer hidrokarbon projelerine kredi bulmak zorlaşıyor. Fotovoltaik güneş ve rüzgâr enerjisi orantısız ölçüde iyi finansman imkanına kavuşuyor. Bu durum enerji tedarikinde yapay bir dengesizliğe yol açabilir.
Gerçekten de enerji “yumuşak karnımız” mi?
Elbette ki öyle.
Enerji ithalinde ortalama yüzde 75’e varan (doğalgazda yüzde 98, petrolde yüzde 92, kömürde yüzde 50) aşırı dışa bağımlılık varsa, her yıl cari işlemler açığımızı daha da arttıran 100 milyar dolara yakın ithal faturası ödüyorsak, teknoloji, finansman hep dışarıdan geliyorsa, dış politika ve güvenlik bağlantısı ile zora düşebiliyorsak o zaman “yumuşak karın” sendromundan söz etmek şaşırtıcı olmaz.
Fiyat artışı, arz kesintileri, jeopolitik risk oynamaları, yaptırım ve ambargolar, karbon içeriği yüksek yakıtlar, teknolojide küresel ligin dışında kalınması kaygılarımızı daha da ağırlaştırıyor.
Sanayide, santrallerde, binalarda, tarımda enerji verimlilik artışı olması gerekenin hâlâ çok altında. Dış politikamız ile enerji diplomasi hedeflerimiz çoğu zaman – bölgesel enerji merkezi olma tutkumuzu baltalayacak ölçüde – birbiriyle çelişiyor. Unutmayalım ki, enerji, uluslararası rekabet gücümüzü ve yeni dünya düzenindeki yerimizi de belirliyor.
Bunca geniş fırsatlara, pazar büyüklüğüne ve transit imkanlarına rağmen – akbaba fonlar dışındaki – kaliteli yabancı sermaye uzak duruyor. Yerli firmalarımız, kaçınılmaz sonu geciktirecek yeni bir kapsamlı yapılandırma paketi gelmezse, son dönemin ağır kur riski, banka borçlarının kabarması, kaçak enerjinin artması ve benzeri nedenlerle kapılarına iflas bayrağı asmak üzereler.
Tabii ki hesapsız kitapsız, risk ve geri dönüş çalışmalarının eksik yapılması, maliyetlerin gereksiz yere şişirilmesi yüzünden yaşanan krizin yine vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak kaynaklarla çözümlenmeye çalışılması ciddi ve de haklı tepki doğuracaktır.
Bizim gibi hızlı ve sürdürülebilir büyümeye ihtiyacı olan ülkeler, enerji ikmal güvenliği, bölgesel enerji merkezi olma hedefleri, enerji ticareti, yatırımı ve borsası gibi girişimleri nedeniyle sadece yumuşak karınlarını kollamayı değil aynı zamanda “yumuşak güç” diplomasisini de öğrenmek zorunda. Aksi takdirde, ağzımızla kuş tutsak kimse yüksek değerli pazarları hedefleyen enerji akışlarını bizim keyfimize teslim etmez.
Dünyada çok az ülke vardır ki dış bağımlılığı olmasın. Önemli olan körü körüne bağımsızlık değil enerjiyi kesintisiz, uygun fiyatlarda, çevreye en az zarar verecek, ekonominin uluslararası rekabet gücünü zayıflatmayacak, dış politika ve güvenlik zafiyeti yaratmayacak şekilde karşılıklı bağımlılık ilişkileri yaratarak temin etmek.
Enerji-Yatırım-Jeopolitik düzleminde yeni yönelimler
Türkiye için enerji, çevredeki enerji zengini ülkelere kıyasla, daha yaşamsal bir önem taşıyor. Zira fosil yakıtlarda ağır bir dış bağımlılığımız var. Enerjinin teknolojisi ve finansmanı da dışarıdan geliyor. Dış politikamız ile enerji diplomasi hedeflerimiz çoğu zaman – bölgesel enerji merkezi olma tutkumuzu baltalayacak ölçüde – birbiriyle çelişiyor.
Karbondioksit salımında Avrupa’nın büyükleri arasında olmamıza, icraat bekleyen uluslararası sözleşmeleri onaylamamıza rağmen iklim değişikliğini pek ciddiye aldığımız söylenemez. Yeşil Mutabakat cenderesine girmek üzereyiz. Yerel kirlenme, ekolojik aşındırmada da durum parlak değil. Sanayide, santrallarda, binalarda, tarımda enerjide verimlilik artışı olması gerekenin çok altında.
Ülkemizde hem finansal sıkıntı içindeki enerji şirketlerinin el değiştirmesi, yeniden yapılanması, yatırımcılara güven verilmesi, elverişli finans imkanları sağlanması, enerji güvenliğinin en geniş anlamında temini yolunda yeni adımlar atılması, bölgesel enerji merkezi rolünün gerçeğe dönüştürülmesi, dış politika-güvenlik-finansman-teknoloji-enerji denkleminin yeniden kurulması bakımlarından kritik bir dönemdeyiz.
Suudilere saldırı, Doğu Akdeniz geriliminin tırmanması, Irak Kürt bölgesinde fırsatların Ruslara, İngilizlere ve Amerikalılara kaptırılması, Suriye’ye askeri harekat, Rusya’nın “al-ver” dengesini Mersin Akkuyu nükleer santralı, Türk Akım doğalgaz boru hatları gibi projelerle aşırı ölçüde kendi lehine kaydırması, Karadeniz gazinin Rusya ile ihtilafa yol açma riski, AB ile enerji diyaloğunun adeta durmuş olması, Amerikalılar ile LNG alımı dışında neredeyse hiç konuşulmaması, Orta Asya/Hazar/Iran konularının esamisinin bile okunmaması, zaten bıçak sırtındaki enerji güvenliği kaygılarımıza zirve yaptırıyor.
Hükümete ve İş dünyasına 38 Tavsiye
Önümüzdeki on yılda iktidar her kimin elinde olursa olsun, güven aşılayacak yepyeni ekiplerle, toplumun geniş katmanlarınca paylaşılacak, dünya ile barışık yeni bir vizyon temelinde beklemeye tahammülü olmayan (ve enerjinin de öncelikler listesinin tepesinde olacağı) acil bir restorasyon dönemi başlatılmak zorunda.
Uzayan bu yazıyla sabrınızı zorlamamak için hükümet ve iş dünyası liderleri için hazırladığım, ayağı yere basan, dünya dinamikleri ile uyumlu, 38 eylem tavsiyesini bir sonraki yazımda sunacağım.