

İsrail’in Kıbrıs Rum Yönetimine sattığı Barak MX hava savunma füzesi. (Foto: IAI)
İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) yönelik artan silah satışları, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunun kritik bir evresine işaret ediyor. Aralık 2024’te GKRY, 150 km menzilli, İsrail-Hindistan ortak yapımı Barak-MX hava savunma sisteminin ilk bileşenlerini teslim aldı. Özellikle Kuzey Kıbrıs’taki İHA/SİHA filosuna karşı bir denge unsuru olarak konuşlandırılan sistem, son sevkiyatın Paphos’a (Baf) ulaşmasıyla Rum tarafının taktik düzeyde hava savunmasını güçlendirdi. Kıbrıs Rum yönetimin silahlanması ve Geçmişte Rus yapımı S-300’lere sert tepki gösteren Ankara’nın bu kez üst düzey bir tepki vermemesi dikkat çekicidir. Son olarak Milli Savunma Bakanlığının “KKTC’nin güvenlik ve huzuru için gerekli tüm tedbirler alınmaktadır” açıklaması var.
GKRY’nin bu hamlelerle görece stratejik bir yükseliş yaşadığı açık. ABD, Yunanistan, Mısır ve İsrail’le geliştirdiği çok katmanlı ilişkiler, Rum yönetimini daha görünür bir aktör haline getiriyor. Ancak bu yükseliş, Türkiye’yi alt edecek bir güç dengesi yaratmaktan hâlâ uzak. Realist açıdan bakıldığında, İsrail dahil hiçbir aktörün GKRY üzerinden Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlayamayacağı görülebilir.
Türkiye Dışlanarak Oyun Kurulamıyor
Türkiye’nin kalıcılığı üç temel dayanağa sahip.
1- Bölgenin en uzun Akdeniz kıyı şeridi Ankara’ya jeopolitik bir üstünlük sağlıyor.
2- 1974’ten bu yana Kuzey Kıbrıs’la kurulan siyasi, ekonomik ve askeri bağlar, Türkiye’nin etkisini sürdürülebilir kılıyor.
3- Libya ile deniz yetki anlaşması ya da İtalya ile enerji-güvenlik iş birlikleri gibi diplomatik stratejiler, Doğu Akdeniz’de GKRY odaklı stratejileri boşa çıkarıyor.
Dolayısıyla GKRY’nin yükselişi dikkate alınmalı; ancak Ankara’nın askeri caydırıcılığı ile çok boyutlu diplomatik manevralarını birleştiren smart power (akıllı güç) yaklaşımı, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de vazgeçilmez bir aktör haline getirmeye devam ettiği de unutulmamalı. Ancak bunu da giderek arttırmak elzem.
Kıbrıs ve Jeopolitik Hamleler
Nitekim Kıbrıs Rum hükümetinin Doğu Akdeniz’de kayrılan bir aktöre dönüşmesi, yalnızca son birkaç yılın değil, daha uzun bir sürecin sonucu. ABD’de Joe Biden döneminde Washington, Ankara ile ilişkilerin gerilmesiyle birlikte GKRY bağlantılarını hızla güçlendirdi; silah ambargosunu kaldırarak askeri iş birliğini artırdı. 2013’te Türkiye–Mısır ilişkilerinin kopması, Kahire’yi Yunanistan ve GKRY’le enerji ve güvenlik eksenli iş birliklerine yöneltti. 2022’den itibaren İsrail’in bu kervana katılmasıyla dengeler daha da değişti; Tel Aviv, enerji güvenliği ve deniz yetki alanı tartışmaları üzerinden GKRY ile stratejik ortaklık geliştirdi. Böylece Güney Kıbrıs, ABD, Yunanistan, Mısır ve İsrail’in desteğiyle bölgesel güvenlik ve enerji ağının içerisine yerleşti.
Libya ile Değişen Oyun
Ancak kimi iddiaların aksine, Ankara bu gelişmeler karşısında, son İsrail-GKRY silahlanma hamlesine dek sessiz kalmadı. Tam tersine, Türkiye 2019’da Libya ile imzaladığı deniz yetki alanı anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’deki oyunu kökten değiştirdi. Bu hamle, Yunanistan–GKRY–İsrail ekseninde şekillenen enerji projelerini, özellikle de EastMed boru hattını fiilen akamete uğrattı. İtalya’nın Türkiye ile işbirliği yönünde pozisyon alması ise hattı neredeyse tamamen geçersiz kıldı. Bugün gelinen noktada LNG üzerinden oyunu bozan taraf Türkiye oldu.
Türkiye’nin sahadaki caydırıcılığı da giderek artıyor. KKTC’de konuşlu kolordu, hidrokarbon arama gemileri, TCG Anadolu gibi yeni nesil amfibi hücum gemisi, İHA/SİHA destekli korvetler ve kıyı konuşlu Barbaros sistemleri Ankara’nın elindeki askeri çarpanları güçlendiriyor. Bu kapasite, yalnızca savunma hattı değil, aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki stratejik varlığını sürdüren aktif bir müdahale gücü anlamına geliyor.
Sonuç olarak, GKRY’nin stratejik albenisi inkâr edilemez; ancak bu tablo Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den dışlanabileceği anlamına asla gelmiyor. Hatta bu imkânsız.
Sert Güç/Akıllı Güç
Türkiye sahada güçlü bir askeri kapasiteye sahip olsa da Doğu Akdeniz’de kalıcı üstünlüğü sağlayacak olan şey, bu kapasiteyi akıllı güç stratejisiyle desteklemesidir. Sert güç unsurları caydırıcı bir temel sunarken, diplomasi, ekonomi, enerji iş birlikleri ve yumuşak güç araçlarının daha etkin devreye sokulması gerekmekte.
Ankara’nın önceliği, meseleleri çok taraflı platformlara taşıyarak uluslararası meşruiyetini pekiştirmek olmalıdır. Birleşmiş Milletlerde konuyu gündeme getirmek, GKRY merkezli ittifakların tek taraflı hamlelerini küresel kamuoyuna açacaktır. Ayrıca Ankara, Doğu Akdeniz’de çevresindeki ülkelerle “ortak çıkar” eksenli bir diplomasi geliştirmeli. Aynı zamanda, İtalya ile enerji ve deniz yetki alanlarında daha derin ortaklıklar geliştirmek, Libya anlaşmalarını yatırımlar ve güvenlikle çeşitlendirmek, Türkiye’nin elini güçlendirecek adımlardır.
Sorun Sadece Caydırıcılık Değil
Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerini rasyonel bir zeminde yeniden inşa etmesi de akıllı güç stratejisinin bir parçasıdır. Kahire’nin Doğu Akdeniz’deki ağırlığını dikkate alan Ankara, ideolojik farklılıkların ötesine geçerek enerji ve güvenlik eksenli pragmatik bir iş birliği geliştirebilir. Benzer şekilde, Avrupa Birliği içinde özellikle İtalya, İspanya ve Malta gibi Akdeniz ülkeleriyle yakınlaşmak, Türkiye’nin yalnızca güvenlik değil, ekonomi ve enerji alanlarında da vazgeçilmez olduğunu gösterecektir.
Yumuşak güç unsurları da bu stratejinin ayrılmaz bir parçası olmalı. Türkiye, üniversiteler, medya, kültürel diplomasi ve insani yardım kanalları aracılığıyla Doğu Akdeniz’de kendisini yalnızca askeri değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik bir ortak olarak konumlandırabilir. TİKA ve AFAD gibi kurumların bölgesel faaliyetlerinin artırılması hem imajı güçlendirir hem de diplomatik zemini tahkim eder.
Kısacası, Türkiye için mesele artık sadece caydırıcılık değil; bu gücü akıllı diplomasiyle birleştirerek Doğu Akdeniz’de oyunun kurallarını yeniden yazmak olmalıdır.


