Pandemi sonrasında yeni ve beklentilerimizi karşılayacak bir dünya düzeni ortaya çıkacak mı? Bence çıkmayacak. Aksine, dünya, tekrar bir soğuk savaşla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor.
Bu soğuk savaşın mahiyeti de farklı olacak. Kısacası, hiç hazır olmadığımız bir düzene girmenin arifesinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Yeni soğuk savaşın bir tarafında ABD ve AB, diğer tarafında ise Çin ve Rusya var. Eskisi gibi, uluslararası dengeleri yerinde tutabilecek hâkim güçler yok.
Yani, ikinci dünya savaşı sonrasında yaşadığımız soğuk savaşta olduğu gibi, bir tarafta ABD, diğer tarafta SSCB yok. Bunlar arasındaki dehşet dengesinin teminatı altında bulunan bir “detant”, yumuşama da yok.
Tam aksine, sıcak çatışmaların, vekâlet savaşlarının ve bölgesel istikrarsızlıkların küresel huzura ciddi tehdit oluşturduğu bir ortam var. Yeni dünya düzeni işte bu riskli ortamda şekillenmekte.
Yeni dünya düzeninin şekillenmesi sürecine, iki başat güç olan ABD ve Çin’in yanı sıra, Hindistan, Brezilya, Japonya, Türkiye, Endonezya, İsrail ve hatta Pakistan gibi bölgesel güçler de etkide bulunacak.
Çin’in yükselişi
Şu anda, Çin, satın alma paritesine göre, dünyanın en güçlü ülkesi. Yakın çevresinde yer alan, Hong Kong, Tayvan, Singapur, Malezya ve Endonezya ile birlikte düşünürseniz, Çin, fiilen dünyanın en büyük ekonomik gücü.
Bugün, Çin, teknolojide de ön sıralarda. Yapay zekâ alanında, yenilenebilir enerjide, uzay teknolojisinde, okyanusların ve arktik kaynakların yönetiminde ağırlıklı rol oynamaya çalışan bir Çin var. Ve böyle bir Çin, ABD için büyük bir tehdit.
ABD, Çin’in yükselişini bir şekilde durduramazsa, küresel hegemonyayı Çin’e kaptıracak. Bu bakımdan, aslında Donald Trump döneminde başlamış olan yeni soğuk savaşın, Joe Biden döneminde de devam edeceği neredeyse kesin.
Bunun en somut tezahürüne, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in, geçenlerde Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ve heyeti ile Mart ayında Alaska’daki gergin görüşmesinde şahit olduk. Hatırlayın, bu görüşme, dünya kamuoyu önünde bir söz düellosu şeklinde cereyan etti.
Ticaret, yatırım ve teknoloji alanlarında gerçekleşecek yeni nesil soğuk savaşta, dünya ülkeleri taraf tutmaya zorlanacak. Nitekim, Türkiye de böyle bir zorlamaya maruz kalacak. Diğer bir ifadeyle, Türkiye için de artık karar zamanı gelmiş durumda.
Son zamanlardaki gelişmelere baktığınızda, Rusya ve İran’ın, hatta Pakistan’ın tavırlarını ortaya koyduklarını görüyoruz. Bu ülkelerin, tercihlerini Çin lehine yaptıklarına dair somut işaretler var.
AB artık ABD safında
Avrupa Birliği de diğer cephede, yani ABD’nin yanında saf tuttu. Hatta, hatırlarsanız, ABD ve AB’nin üst düzey yetkilileri arasında geçenlerde gerçekleşen bir görüşmeden sonra yapılan açıklamada, Çin, Rusya ve Türkiye’ye karşı önlemlerin ortaklaşa belirleneceği belirtildi.
Bu açıklama, bizim açımızdan, elbette çok endişe verici.
Çin, hedeflerine varabilir mi? On veya on beş yıl içinde dünyanın yeni süper gücü olabilir mi? Bu soruya kesin bir cevap vermek zor. Zira, pandemi, Çin’i de çok ciddi şekilde vurdu. Ekonomisi küçüldü ve ihracatı daraldı.
Bugün, Çin, teknoloji başta olmak üzere, hemen her alanda ABD’ni geride bırakacak bir hızla ilerliyor. Ancak, hedefine mutlaka varabileceğini söylemek için henüz çok erken.
Hali hazırda, ABD, daha fazla palazlanmasına izin vermemek ve Çin’i çevrelemek amacıyla büyük gayret gösteriyor. Ve de ABD, AB ve Japonya ile birlikte hareket edebilirse, Çin’i dizginleyebilir. IMF ve DTÖ gibi uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla ticaret serbestisini kısıtlayarak, ihracatını baltalayabilir ve Çin’in hedeflerine varmasını ciddi şekilde engelleyebilir. Bu da bir gerçek…
Zira, Çin, aynı Türkiye ve Japonya gibi, ticaret, ekonomi ve yatırımlar bakımından dış müdahalelere çok açık bir ülke. Gelişme ve kalkınma sürecini, işbirliği ve dayanışma ile yönetmek zorunda olan bir ülke. Çatışmadan ve gerginliklerden özenle kaçınması gereken bir ülke.
Rusya, Türkiye, ABD
Çok dikkatle izlememiz ve ilişkilerimizi büyük hassasiyetle yürütmemiz gereken diğer bir ülke de, Rusya…
Rusya, şu sıralarda, “irredentist”, bir zamanlar kendi kontrolündeki toprakları geri almaya yönelik bir politika izliyor. Devlet Başkanı Vladimir Putin, bizim nedense “Deli Petro” diye bildiğimiz tarihi lideri Büyük Petro’nun izinden gidiyor. Ukrayna’daki ayrılıkçıları destekliyor, eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki istikrarsızlıkları körüklüyor, Baltıklarda, Balkanlarda ve Kafkaslarda genişlemeci ve yayılmacı politikalar izliyor. Nitekim, bu yüzden, son üç NATO zirve toplantısında kabul edilen ve altında Türkiye’nin de imzası bulunan belgelerde, Rusya, başlıca hasım ülke olarak kabul edilmiş durumda.
Bu yüzden, Türkiye’nin, S400 başta olmak üzere, güvenlikten enerjiye kadar Rusya ile oluşturduğu yeni aksın giderek güçlenmesi Batı’da ciddi kuşkuya yol açıyor.
Şimdi, özellikle Batı aleminde en fazla merak edilen konu, yeni nesil soğuk savaşta, Türkiye’nin kendini nerede konumlandırmak istediği. Bunu hiç kimse bilmiyor. Türkiye, mevcut haliyle kimseye güven vermiyor. Net bir vizyonu olan ülke olarak görülmüyor. Tabii hisler karşılıklı, Türkiye de bu ülkelere güvenmiyor.
Böylesine hassas günlerden geçtiğimiz bir dönemde, Türk dış politikası ciddi bir savrulma içinde. Türkiye, adeta istikametini yitirmiş, basit konuları dahi yönetemeyen bir ülke görüntüsü veriyor. Üstelik, ekonomik bakımdan da sıkışmış durumda. Finansman ihtiyacı büyük. Dışarıdan para ve yatırım gelmiyor. Uluslararası planda sorunlu olmadığımız ülke neredeyse kalmadı. Yani, yeniden şekillenmekte olan uluslararası düzende, Türkiye, maalesef kendini doğru şekilde konumlandıramamış durumda.
Ankara için de karar zamanı
Oysa, Türkiye, en önemli bölgesel güçlerden biri. Potansiyeli çok yüksek. Ancak, mevcut gücünü zamanlıca ve doğru şekilde kullanamazsa, bu dönem, Türkiye açısından, kaçırılan fırsatlar dönemi olarak tarihe geçecek.
Türkiye bu sıkışmışlıktan nasıl kurtulabilir ve bunun için ne yapması gerekir?
Türkiye için karar zamanı gelmiştir. Türkiye, pozisyonunu, bir an önce, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde belirlemelidir. Türkiye’nin yeri Batı’dır. Reel politik ve ülke çıkarları, Türkiye’ye bunu dikte etmektedir. Türkiye, bu istikamette, geleneksel dost ve müttefiklerine güven vermelidir. Kavgacı ve çatışmacı yaklaşımları bırakmalı, yumuşak güce öncelik veren dış politikaya dönmelidir. Akılcı, uluslararası sisteme uygun ve güven uyandıran bir dış siyaset anlayışı benimsemelidir.
Türkiye, ancak ülke içinde ve ülke dışında güveni tesis etmeyi başarırsa, bu cendereden çıkabilir. Bunun için vakit iyice daralmıştır. Tarafımızı, bir an önce teyit etmek ve Batı istikametinde kat ettiğimiz yaklaşık 200 yıllık mesafeyi heba etmemek zorundayız. Aksi takdirde, Türkiye’nin, geleceğe yönelik hedeflerine ulaşabilmesi ve bölgesinde örnek olarak gösterildiği eski günlerine dönmesi, bir hayal olmaktan öteye geçemez.