Yarın, 11 Mayıs’ta Berlin’de bir program var. Avrupa Konseyi, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının 10’uncu Yılı münasebetiyle uluslararası bir toplantı düzenliyor. Ev sahibi Avrupa Konseyinin Dönem Başkanı sıfatıyla Almanya’nın Aile, Büyük Vatandaşlar, Kadın ve Gençlik Bakanı Franziska Giffey yapıyor. Türkiye yok. Şöyle diyelim, Türk hükümeti on yıl önce girişimcisi olduğu, bu sayede uluslararası camiada itibar kazandığı, adını verdiği Sözleşmenin onuncu yıl toplantısında yok. Özetle İstanbul Sözleşmesinden çıkmakla bir de dış politika golü yemiş bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan on yıl önce Türkiye adına ilk imzayı attığı İstanbul Sözleşmesinden İslami tarikat ve cemaatlerin baskısıyla çıkmış olmasaydı, bu toplantı Türkiye’de yapılabilirdi. En azından bu toplantının baş aktörlerinden bir olurdu. Mesela Türkiye’nin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık toplantının açış konuşmalarından birini yapmak üzere davet edilir, Türkiye’nin kadına şiddetin önlenmesi konusunda -gerçeği ne kadar yansıtacağı ayrı konu olsa da- deneyimini anlatabilirdi. En azından Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden yola çıkarak 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu çıkardığını, kadın ve çocuklarının erkek şiddetine karşı artık -en azından yasalar önünde- daha korunaklı olduğunu söyleyebilirdi.
Hayaller muasır medeniyet, gerçekler başka
Tabii işin gerçeği, yeni Bakan Yanık’ın, üstelik adı Kadın ve Demokrasi (KADEM) olan bir derneğin yöneticisi olarak İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kararına destek vermiş olduğudur. Muhtemelen, Başkan Yardımcısı Cumhurbaşkanının kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar olan KADEM’de, bu alanda gösterdiği performans sayesinde Bakan atanmış olmasıdır.
Doğrusu KADEM, Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesinden imzasını çekmesi yönünde baskı yapan İslami tarikat, cemaat ve lobilerin etkisini erteleyebilmiş olmasında rol oynamıştır; bu konuda Erdoğan-Bayraktar’ın olumlu payı bilinmektedir. Ancak Mart 2021’de Sözleşmeden çıkılması kararına KADEM’in destek verdiği de bir gerçektir. Bu ne kadınların selameti ne de demokrasi yönünde atılmış bir adımdır.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çıkmasını AK Partiye oy şantajı yaparak sağlayan çevrelerin hedefinde şimdi 6284 sayılı yasanın olduğu da bilinmektedir; bu konuda yayınlar yapılmaktadır. Bu konuya ayrı bir yazıda ayrıntılı değiniriz, ama asıl hedef kadın ve erkeği hukuken eşit sayan medeni Kanundur.
İstanbul Sözleşmesinden çıkış, Türkiye’de kadınların can güvenliği, haklar ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde ciddi bir gerileme olmakla kalmamış, AK Parti hükümetlerinin dış politikada “yumuşak güç” olma iddiasına da ağır bir darbe vurmuştur. On yıl önce -kabul edelim ki o dönem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’un da gayretleriyle- Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’nin “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşma hedefi de böylelikle darbe almıştır.
Türk hükümeti olmasa da Türkiye var
Yarın Almanya’nın ev sahipliğinde -video konferans yöntemiyle- yapılacak toplantıya Türk hükümetini temsilen hiç kimsenin çağrılmamış olması yüzümüze tutulan bir ayna gibidir.
Ama o aynada görülen başka gerçekler de var.
Örneğin Türk hükümetini temsilen kimse çağrılı olmasa da Türkiye’den önemli isimler var. Örneğin Sözleşmenin uygulanmasını izleyip raporlamak amacıyla oluşturulan GREVIO’nun -yine AK Parti döneminde bu göreve getirilmiş- Türkiye temsilcisi Prof. Dr. Feride Acar, açılışın hemen ardından düzenlenen ilk paneldeki iki konuşmacıdan birisi. Yazar Elif Şafak da kapanış panelinden önceki konuşmacı. Verilen mesaj açık: Türk hükümetinin kendi arzusuyla kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden çıkmış olması, Avrupa Konseyinin Türkiye’ye yer vermesine engel olmamış, sadece hükümete yer verilmemiş.
Türkiye’deki durumu da anlatmak üzere davetli. Avrupa Konseyi, Feride Acar’dan sonra GREVIO’ya hükümetin önerisiyle atanan Prof. Dr. Aşkın Asan’ı da konferansa davet etmiş ama konuşmacı değil, dinleyici olarak. Aşkın Asan’ın İstanbul Sözleşmesinden çıkılmaması için aktif mücadele verdiği ve bu yüzden AK Parti içindeki muhafazakâr kesimin oklarına hedef olduğu da biliniyor. Türkiye Sözleşmeden çıktığı için resmen davetli değil, ama örneğin Asan’ın tutumu farklı olduğu için hâlâ camianın içinde sayılıyor.
Yani hükümetin propagandası ne yönde olursa olsun, Türkiye’yle ilgilenenler neyin ne olduğunu, kimin kim olduğunu gayet iyi izliyor ve görüyorlar. Sözleşmeden çıkmanın kadın haklarını geriletmediği, şiddeti artırmadığı ve diğer propaganda söyleminin papağan gibi tekrarlanması durumu değiştirmiyor. İçeride de dışarıda da görmek isteyen Türkiye’nin gerçeğini, Türkiye’nin sadece Erdoğan hükümetinin iradesiyle sınırlı olmadığını görüyor.
Acaba, “iktidar olduğumuzda Kanal İstanbul’a katkı verenlere ödeme yapmayacağız” diyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve müttefiki İYİ Parti lideri Meral Akşener, “iktidar olduğumuzda İstanbul Sözleşmesine yeniden başvuracağız” demeyi de düşünür mü?