Gelinen aşamada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Türkiye-AB ilişkilerine, daha doğrusu Avrupa Birliğine (AB) bakışının adını artık daha açık koyabiliriz: onların demokrasi ve özgürlükler anlayışını istemiyor, ticaret ve yatırım imkânlarını istiyor. Ha bir de temel olarak Anadolu kaplanlarını memnun etmek için vize kolaylıklarını.
Bunu daha nazik ifadelerle bir düre önce yıllarını Türkiye-AB ilişkilerine vermiş, halen Global İlişkiler Forumunu (GİF) yöneten diplomat Selim Yenel YetkinReport’ta yazmıştı. 13 Eylül’de Avrupa Parlamentosunun (AP) AB Konseyine tavsiye ettiği Türkiye Raporuna Dışişleri Bakanlığından gelen tepki, bu saptamayı güçlendirmeye yardımcı oldu.
Umudumuz AP seçimlerine mi kaldı?
Dışişleri Bakanlığının AP’nin Türkiye Raportörü Nacho Sanches-Amor imzalı raporu “yok hükmünde” sayması değil bu yargıyı güçlendiren. Yeni değil, yıllardır bunu söylüyor Dışişleri. Bununla AP’nin kararlarının bağlayıcı değil AB liderlerine tavsiye niteliğinde olduğunu da söylemek istiyor Ankara. AK Parti iktidarı öncesinde, devekuşu misali kafasını kuma gömerek tehdidi savuşturduğunu var sayan çok sayıda “yok hükmü” açıklaması vardı.
“Yok hükmü” ifadesiyle Ankara şunu da söylemek istiyor: AP zaten kendi ülkelerinde fazla seçim şansı olmayan siyasi gruplardan oluşur, kararı verecek olan liderlerdir. Bunlar genel olarak doğru da Ankara’nın kendini yıllardır kandırıp durduğu anlayış, sanki AB liderleri ve kamuoyu Türkiye’nin stratejik önemine ikna edilebilse Türkiye-AB ilişkilerinin kendiliğinden çözülebileceği yanılsaması üzerine kurulu.
O nedenle dikkatimi çeken Dışişleri’nin tepki açıklamasının son cümlesi oldu. “2024 yılı AP seçimleri sonrasında oluşacak yeni Parlamentonun tarafsız, rasyonel ve yapıcı bakış açısıyla hareket edeceğini ümit ediyoruz” cümlesi.
Umudumuz 2024 AP seçimlerine kalmış olamaz, değil mi?
Türkiye-AB ilişkileri geriliyor
Biraz açalım. Yani hükümet ciddi ciddi 6-9 Haziran 2024’te yapılacak seçimlerde Türkiye-AB ilişkilerine “tarafsız, rasyonel ve yapıcı” bakacak bir Avrupa Parlamentosu oluşmasını mı bekliyor olamaz, değil mi?
Bence de olamaz. O nedenle bu söylem daha çok iç kamuoyunda da Erdoğan’ın yeni cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye-AB ilişkilerine yeniden iktidarının ilk yıllarındaki bakışa döneceğini düşünen iş çevreleriyle Avrupa’ya daha kolay turistik seyahat yapmak isteyen üst orta sınıfın ümitlerini diri tutmayı amaçlıyor gibi.
AP Raporuysa özellikle Kıbrıs konusunda haksızlıklarla dolu. AK Parti iktidarının ilk iki yılında (2003-2004) CHP ile işbirliği içinde yapılan AB uyum reformlarının durması ve gerilemesinin en büyük nedeni 2004’te Ankara’ya verilen sözlere rağmen Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin, Kıbrıs’ın Türk tarafını da temsilen üye alınması ve Kıbrıs Türklerine “ya azınlık statüsü ya hiç” gibi bir durumun dayatılması olmuştur. Ancak Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve basın-ifade özgürlüğü başta olmak üzere siyasi görünümde ilerleme olmadığı gerçeği “var hükmünde”.
Kılıçdaroğlu’na da dava
Düşünsenize CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Meclis Başkanını eleştirdiği için siyaset yasağı da öngören dava açıldığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Raporda bana kalırsa en dikkat çekici bölümlerden birisi Türkiye-AB ilişkileriyle Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliği için vereceği onayın irtibatı olmadığının söylendiği bölüm. Malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan 11-12 Temmuz’daki NATO Zirvesinde İsveç’e verilecek onaya, terörle mücadele reformları beklentisi üzerine Türkiye’nin AB üyelik sürecinin başlatılmasını da eklemişti. Ona yanıt olarak bir de AP’nin üstüne vazife olmadığı halde NATO üyeliğinin onaylanması isteniyor. Ama İsveç temsilcisi Türkiye’ye destek veriyor gibi yapmış. “Bazı AB üyelerine yaptıramadıklarımızı Türkiye’den istiyoruz” diyerek; İsveç’in NATO üyeliği konusunda Türkiye’yle davranan Macaristan’ı kast ediyor sanırım.
Bana sorarsanız AB, İngiltere’nin 2016’daki halk oylamasıyla ayrılmasından (Brexit) itibaren güç kaybında. AB’nin şu anda ABD’deki Joe Biden yönetiminden aldığı destek ve Rusya’nın Ukrayna savaşı vesilesiyle yeniden öne çıkması, Biden (veya Demokratlar) 2024 Kasımındaki ABD seçimlerini kaybederse devam etmeyebilir.
Vize meselesine gelince
Ama bunlar Türkiye’nin, özellikle de nitelikli ihracatının yarıdan fazlasının AB ülkelerine yapıldığını, Türkiye-AB ekonomik ilişkilerinin siyasi ilişkilerinin çok ötesinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek o nedenle Orta Vadeli Ekonomik Programı (OVP) anlatıp yatırım istemeye Almanya’dan başlıyor.
Gümrük Birliği güncellenmesi de Kıbrıs melesine takılmış vaziyette. AB’nin ağırlıklı ülkeleri, Almanya, Fransa, İtalya başta isteseler bir yolu bulunur ama istemiyorlar işte; ekonomik değil siyasi nedenlerle.
Çoktan seçmeli değil ki Türkiye-AB ilişkileri “Ben siyaset almayayım, ekonomi alayım” diyelim.
Vize meselesi açık söyleyelim, üniversite araştırmacıları ve orta sınıf turistler dışında daha çok AK Parti’nin seçmen gücünü de oluşturan Anadolu sanayi ve ticaret burjuvazisinin sorunu; daha net ifadeyle TÜSİAD’ın değil, TOBB’un sorunu.
Ama vize işinin çıkmazda olduğunu zaten “çocuktan al haberi” deyiminde olduğu gibi AK Parti muhibbi gazetecilerin geçenlerdeki bir hamlesinden anlamalıydık AP raporundan da önce. Ben de Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’den öğrendim. Bir grup gazeteci TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a giderek gazetecilere de yeşil renkli görev pasaportu talep etmişler. Yoksa vize sorununun Cumhurbaşkanımızın söz verdiği gibi kısa sürede çözüleceğinden ümitleri mi kalmadı?