Prof. Dr. Utku Perktaş, Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü öğretim üyesi.
İklim ve geçmişimiz hakkında ilişkiyi incelemek için yeni yollar açan bakış açılarına ihtiyacımız var; zira 18. yüzyılın ortalarında Voltaire, insanları her şeyden çok üç şey meşgul eder, diye yazmıştı: iklim, hükümetler ve din. Bugün yeni yollar açan bakış açılarını bilgi işlem süreçleri ile birleştirerek ve ayrıca büyük veriyi (big data) kullanarak yeni yollar açmaya yönelik
Yoğun seçim gündemi ile gerilerde kaldı ancak bu haftanın önemi konularından biri de biyoçeşitlilik, çünkü 22 Mayıs “Dünya Biyoçeşitlilik Günü” idi. Çeşitlilik hayatın tuzu biberiyse, o zaman biyolojik çeşitlilik yaşadığımız gezegendeki ekosistemleri gerçekten baharatlı yapıyor, yaşanabilir hale getiriyor. Biyoçeşitlilik, yalnızca bilim insanlarının değil, aynı zamanda dünya çapındaki politika yapıcıların da büyüyen bir ilgi konusu ve
Bugünlerde aklımızdan çıkarmamız gereken bazı kavramlar var. Yoğun siyasi gündem bu kavramları bize unutturuyor, fakat bu kavramlar siyasetin üstünde ve her zaman aklımızın bir köşesinde olması gerekiyor. Bunlardan biri benim her fırsatta dile getirdiğim biyoçeşitlilik, bir diğeri de iklim ve iklim değişimi. Bunların tamamını bir çatı altında toplamak istediğimizde de sürdürülebilirlik kavramı gündeme geliyor. Sürdürülebilirliği
Orta Doğu’nun politik yapısı ile iklim değişimi arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Bu sorunun cevabını Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlisi Soli Özel’e sordum. Söyleşinin tamamı önümüzdeki günlerde Açık Radyo’daki programım Antroposen Sohbetler’de yayınlanacak. Söyleşinin satırbaşlarını program yayınlanmadan önce Yetkin Report için özetledim. Orta Doğu’nun zorluk faktörü: Kuraklık İklim değişikliği ve Orta Doğu’daki
Türkiye’de 1900 yılından bu yana meydana gelen deprem sayısı yüzün üzerinde. Bu depremler, Türkiye’de ve etkisini gördüğü yakın çevrelerde şu ana kadar yaşanmış en şiddetli depremleri barındırmakta. Yani, deprem bizim coğrafyamız için şüphesiz bir gerçek ve her defasında ülkemizin yaşadığı bilanço ağır maliyetler içermiş. Peki, Dünya’da durum nasıl? Depremin gerçek olduğu coğrafyalar da bu bilançolar
Dünyada tanımlanmış yaklaşık 11 bin kuş türünden 1.480’i küçük ve azalan popülasyon büyüklüğüne sahip oldukları için küresel ölçekte tehlike altında. Bu türlerin 223’ü ise kritik düzeyde tehlike statüsünde; yani, yok olma sınırında. Bu şekilde sınırda olan türlere odaklanmak ve bu türlerin yok olmasını önleyecek tedbirler için çaba harcamak içinde olduğumuz kriz çağında önceliklerimiz arasında olmalı.
Son 100 yılda bilimdeki en önemli araştırmaların birçoğunun kadınlar tarafından yapıldığını ya da bu araştırmaların öncülüğünü kadınların yaptığını biliyor musunuz? Birçoğu bilim tarihinin tozlu raflarında bir yerlerde bilinmeyen isimler olarak duruyorlar. Ben bu yazımda onlardan bazılarının, muhtemelen isimlerini hiç duymadığınız bu bilim kadınlarının kısa hayat hikayelerini paylaşacağım. Bu isimlerin hikayelerini tarihin görünmeyen raflarından alıp ortaya
Bugün okuduğum bir haber Danimarka iklim hareketinin, ulusal seçimlerden çok kısa bir süre önce Kopenhag’da 50.000 kişiyi harekete geçirmeyi başardığını söylüyordu. Umalım ki iklim eylemi insanların oylarında yerini alsın. Çünkü gezegen önemli bir eşikte ve ülkemizde iklim değişimi ve biyoçeşitlilik söz konusu olunca gerekli toplumsal normlar yeterli düzede yerleşmiş görünmüyor. Bu normlara ihtiyacımız var çünkü
Günümüz politik sisteminde en çok önemsememiz gereken sorunları hiçbir şekilde konuşmuyoruz. Türkiye’de ne iktidar ne de muhalefet ne biyoçeşitlilik krizini, ne iklim krizini konuşuyor. Bu problemlere yönelik bir plan var mı? Bunu da kimseden duymadık, dolayısıyla bilmiyoruz. Ancak unutmamız gereken bir şey var ki, yaşadığımız gezegen 30 yıl sonra bugünkü halinden uzak yaşanmaz bir gezegen