Prof. Dr. Utku Perktaş, Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü öğretim üyesi.
İçinde olduğumuz kriz çağında doğal varlıklarımızı, tarımsal üretimimizi ilgilendiren kararlar alırken çok dikkatli olmak zorundayız. Kaybettiklerimizi kazanma şansımız yok, çünkü kaybettiklerimiz çok uzun evrimsel süreçler sonucunda var oldular. Peki, bu durumun ne kadar farkındayız? Esasında görünen o ki hiç farkında değiliz, ülkemiz için oldukça önemli olan zeytin alanlarını koruyan yasayı daha önce TBMM’de 7 kez
Anadolu gibi doğal zenginliğin yüksek olduğu bir yerde, kendi doğamıza o kadar yabancıyız ki, tarihte yaptığımız yanlışları tekrar edip duruyoruz. Bu durumun örnekleri basına geçmişte yansıyordu, bugün de yansımaya devam ediyor. Mesela, 2016 yılında basında “yaban hayatı için göle su taşıdılar” başlıklı bir haber çıkmıştı. “Bekilli Belediyesi, yaban hayatının korunması için önemli bir çalışmaya imza
Yazılarımı okuduysanız, benim, içinde olduğumuz yokoluş çağına tüm sebepleriyle dikkat çekmek isteyen biri olduğumu anlarsınız. Tüm sebepleri diyorum, çünkü bu, mesleki sorumluluğumun bana bıraktığı bir miras. Çevremizde olup bitenler sadece biyoçeşitlilik krizi ile sınırlı değil, ısınan dünya çok büyük bir sorun olsa da yaklaşık 10 yıldır Orta Doğu’da insanlar bir yerden bir yere göç ediyorlar.
Geçtiğimiz yıl hem dünyada hem ülkemizde önemli çevre felaketleri yaşadık. Türkiye’de tarihinin en büyük orman yangınları, artan sıcaklıklar nedeniyle geçtiğimiz yıl deneyimlendi. Bunun yanı sıra can alan seller, kuraklığın sonucu yok olan göl ve gölcüklerimiz aslında gözümüzün önünde olan ama bir türlü farkında olmadığımız çevresel kayıplar olarak kayıtlara geçti. Dünya ekonomik forumu küresel riskleri sıraladığında,
Glasgow’daki COP 26 iklim toplantısı yaklaşık iki hafta önce sona erdi ve dünyanın içinde bulunduğu iklim krizi nedeniyle çok ses getirdi. Toplantının sonuç bildirisinde krizi çözebilmek için somut adımlar atılmasını gerektiği söylenmişti. Toplam 197 ülkenin tamamı tarafından kabul edilen toplantı sonrası verilen sözler yerine getirilirse, dünya yüzey sıcaklıklarında sanayi-öncesi dünya düzeyine göre 2,4 santigrat derecede
Paris İklim Sözleşmesine katıldığımız bugünlerde yakaladığımız ivmeyle sadece iklim krizi değil, aynı zamanda ülke olarak sahip olduğumuz biyoçeşitlilik ve kaybettiğimiz habitatlar hakkında da farkındalığımızı da artırmalıyız. Örneğin kuraklık yaşadığımız gezegen için artık bir sonraki pandemi olarak tanımlanıyor. Kuraklığın getirdiği en önemli maliyet ise kuruyan göl, gölcük ve iç sulak alanlarımız.Türkiye, 1971 yılında imzalanan ve sulak
Dünya Çevre Kalkınma Komisyonu yaklaşık 25 yıl önce, 1987 yılında hazırladığı raporla sürdürülebilirlik kavramını literatüre soktu. İnsan çağına atfedilen bu raporda hızlı sanayileşme ve nüfus artışına atıf yapılarak ekonomik gelişim ve küreselleşmenin çevre üzerine etkileri tartışılıyordu. O zamanlarda sorunlar görülmeye başlanmıştı ve uyarı niteliğinde girişimlerle geleceğe dair adımlar atılmaya çalışıyordu. 1980’lerin sonunda görülen en önemli
Antroposen dönemle, yani insan çağıyla çok farklı açılardan yüzleşiyoruz. Geçtiğimiz yıldan bu yana yaşadığımız Kovid-19 salgını, Avustralya yangınları, bugünlerde Akdeniz havzasında görülen yangınlar ve Türkiye’nin yaşadığı orman yangınları, seller. Ayrıca, tüm bunların yanında uzun süredir gündemde olan kuraklık problemi. Hepsi insan çağının bize sunduğu maliyet. Birleşmiş Milletler (BM), ülkelerin su, arazi yönetimi ve iklim acil
Hükümetlerarası iklim değişimi paneli (IPCC) raporu dün yayınlandı. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce iklim bilimcisinin Birleşmiş Milletler öncülüğünde hazırladığı bu rapor, küresel ısınmanın şüphe götürmez bir şekilde gerçeğimiz olduğunu ortaya koyuyordu. Küresel ısınmanın en önemli nedeni ise insandı. Dünya tarihindeki en sıcak dönemi deneyimliyoruz… Dünya muhtemelen 125 bin yıl önceki son buzul döneminin başlangıcından