Prof. Dr. Utku Perktaş, Hacettepe Üniversitesi, Biyoloji Bölümü öğretim üyesi.
Utku Perktaş – Mert Günay Yakın zaman önce Gündüz Vassaf’ın “Cehenneme Övgü” isimli eserini bir kez daha okudum. Kitap ilk olarak İngilizce basılmış, daha sonra Zehra Gençosman ve Ömer Madra’nın ortak çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılmış. İlk Türkçe baskısı 1992 yılında Ayrıntı Yayınları’ndan yapılmış, daha sonra İletişim Yayınları 43 baskı daha yapmış. Seksenli yıllarda, 68 ruhuyla yazılan
Arazi kullanımına bağlı habitat kayıplarından istilacı türlere kadar, bilim insanları biyoçeşitlilik kaybının itici güçlerini net bir şekilde dile getiriyorlar. Artık tüm ülkelerin bu tehdit ile mücadele etmek için topluca hareket etmesi gerekiyor. Dünyadaki vahşi yaşam popülasyonları 1970’lerden bu yana üçte ikiden fazla azaldı ve ne yazık ki bu düşüşün yavaşladığına dair hiçbir işaret yok. Biyoçeşitlilik
Geçtiğimiz hafta Türkiye gündeminin bir köşesinde ülkemizde yaşayan iki papağan türü, özellikle yeşil papağanlar vardı, sayıları çok artan Yeşil Papağanın popülasyon büyüklüğünün, yani nüfuslarının azaltılması için önlemler alınacakmış, çünkü istilacı türmüş. Tarım ve Orman Bakanlığı, bu kuşların yumurtalarına müdahale yoluyla nüfusunun azaltılması planını, toplumdan gelen tepkiler üzerine de askıya aldı. Yeşil papağanlar ülkemiz için gerçekten
Geçen yıl koronavirüsün farklı varyantlarıyla uğraşırken, farklı ülkelerden gelen biyoçeşitlilik haberleri biz doğa bilimcileri ve gözlemcileri şaşırtmaya devam ediyordu. Ve bir haber, Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington yakınlarında, 100 yıldan fazla bir süredir görülmeyen bir kuş türünün ürediğini yazıyordu. Bu tür bölgenin en küçük kuşu, Türkçe’de “Nişancı” olarak bilinen kuştu ve Wellingtonlular için gurur kaynağı olan
Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği saldırının savaş hali alması hem insanlar için hem de çevre için telafisi zor, ağır bir yıkıma dönüştü; artık bilançonun çok büyük olduğunu biliyoruz. Bilanço büyük deyince, aklıma gelen Kuzey Ukrayna’da konumlanmış Çernobil Nükleer Santrali ve bu santralin karşı karşı olduğu tehlike… Tehlike diyorum, çünkü çevre için önemli tehdit söz konusu. Santral otuz
Daha birkaç gün önce zeytinliklerin karşı karşıya olduğu tehdit üzerine yazmıştım. Durumun ehemmiyeti basında henüz dile gelmişken ve tartışılırken şimdi de farklı bir değişiklikle karşı karşıya kaldık. Bilimsel çalışmalar için ayrılan ve yapılaşmaya kesinlikle izin verilmeyen kesin korunması gereken hassas alanlar, yani sit alanları ve doğa açısından önemli alanlar “kamu yararı” gerekçesiyle altyapı yatırımlarına açıldı;
İçinde olduğumuz kriz çağında doğal varlıklarımızı, tarımsal üretimimizi ilgilendiren kararlar alırken çok dikkatli olmak zorundayız. Kaybettiklerimizi kazanma şansımız yok, çünkü kaybettiklerimiz çok uzun evrimsel süreçler sonucunda var oldular. Peki, bu durumun ne kadar farkındayız? Esasında görünen o ki hiç farkında değiliz, ülkemiz için oldukça önemli olan zeytin alanlarını koruyan yasayı daha önce TBMM’de 7 kez
Anadolu gibi doğal zenginliğin yüksek olduğu bir yerde, kendi doğamıza o kadar yabancıyız ki, tarihte yaptığımız yanlışları tekrar edip duruyoruz. Bu durumun örnekleri basına geçmişte yansıyordu, bugün de yansımaya devam ediyor. Mesela, 2016 yılında basında “yaban hayatı için göle su taşıdılar” başlıklı bir haber çıkmıştı. “Bekilli Belediyesi, yaban hayatının korunması için önemli bir çalışmaya imza
Yazılarımı okuduysanız, benim, içinde olduğumuz yokoluş çağına tüm sebepleriyle dikkat çekmek isteyen biri olduğumu anlarsınız. Tüm sebepleri diyorum, çünkü bu, mesleki sorumluluğumun bana bıraktığı bir miras. Çevremizde olup bitenler sadece biyoçeşitlilik krizi ile sınırlı değil, ısınan dünya çok büyük bir sorun olsa da yaklaşık 10 yıldır Orta Doğu’da insanlar bir yerden bir yere göç ediyorlar.