Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 10 Kasım’da yaptığı iki konuşmayla Türkiye’nin “önümüzdeki dönemde” başlatacağı önemli bir siyasi-askeri operasyonun haberini verdi.
Bu konuşmalardan biri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 86’ıncı yılı dolayısıyla yaptığı konuşmaydı. Diğeri de diğeri de kendi döneminde Beştepe’ye taşıyana dek bütün cumhurbaşkanlarının makamı olan Çankaya Köşkünde başkanlık ettiği Kabine Toplantısı ardından yaptığı konuşma.
Konuşmalar medyada daha çok iç politika göndermeleri, CHP lideri Özgür Özel’e kayyum atamalarına tepkisi nedeniyle eleştirileri ve şimdiye dek, örneğin Atatürkçü Düşünce Derneği çevrelerinden duyduğumuz “Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı” söylemiyle öne çıktı.
Birazdan yakından bakmaya çalışacağım bu başlıkların da tıpkı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan açılımı gibi, Erdoğan’ın işaretini verdiği siyasi-askeri operasyonun parçası olduğu giderek netleşiyor. Parçaları birleştirerek nasıl netleştiğine bakmak gerekiyor.
“Önümüzdeki dönem” ve Trump
Önce Erdoğan’ın “önümüzdeki dönem” derken açıkça ve ayrıca satır arasında söylediklerine bakalım.
Bunun yanıtını “Küresel sistem soğuk savaştan beri en büyük değişimini yaşarken bizim gelişmeleri tribünden seyretme gibi bir lüksümüz bulunmuyor” cümlesinde buluyoruz: “Soğuk Savaştan beri en büyük değişim” ifadesi “önümüzdeki dönemi” tarif ediyor.
Bu dönem Erdoğan’a göre “Sınırların kanla, bombalarla, siyasi suikastlarla yeniden çizilmeye çalışıldığı dönemdir. Erdoğan’ın Rusya’nın Ukrayna’ya savaşı, İsrail’in Filistin’de Gazze ve Batı Şeria ile Lübnan’a savaşları, İsmail Haniye ve Hasan Nasrallah suikastlarını kast ettiği, oradan Suriye iç savaşı üzerinden PKK eliyle bir Kürt devleti fikrinin canlandırılmasını kast ettiği söylenebilir.
Ancak bu süreç zaten çoktan başlamışken Erdoğan neden “önümüzdeki dönemden” söz ediyor?
Buradaki gizli öznenin, satır arasına saklı gelişmenin ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi olduğu anlaşılıyor.
Trump’ın seçilmesi küresel siyasi-askeri dengeleri değiştirecektir. Erdoğan “seyirci kalmayacağız” derken başta diğer uluslararası aktörlere “Türkiye de oyunda” mesajı veriyor.
Ankara’nın bu oyuna, diğerleri gibi siyasi-askeri bir hamleyle girmek istediği görülüyor.
Trump gelmeden yeni pozisyon
Trump’ın seçim öncesi en önemli dış politika mesajı “Savaşları bitirmek” olmuştu. Seçildikten birkaç gün sonra da Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’le ilk telefon görüşmesini yaptı; Ukrayna’da gerilimi düşürmesini istedi. Diğer yandan Trump’ın danışmanı Bryan Lanza, BBC’ye Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin “Topraklarını geri almaya değil, Rusya’yla barışa odaklanması” gerektiğini söyledi.
Orta Doğu’daki savaşları da bitireceği iddiasındaki Trump’tan İsrail’in çıkarlarına ters düşecek bir hamle beklememek gerekir. Öte yandan, Abraham Anlaşmalarının mimarı Trump, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “Gençler Filistin’den rahatsız” uyarısıyla dile getirdiği Arap otokrasilerinin iç politika ve siyasi-askeri dengelerini sarstığı uyarılarının farkında görünüyor. Ve bunun bir bedeli olduğunu da hissettiriyor. Nitekim mesajı ilk alan Katar oldu ve Hamas Siyasi Bürosuna 2012’den bu yana süren ev sahipliğine son vererek İsrail’le arabuluculuktan çekildiğini duyurdu.
Bütün devlet ve devlet-dışı aktörler, Trump 20 Ocak 2025’te görevi devralmadan önce ne yapacaksa yapıp, onunla yeni pozisyonuyla muhatap olmak istiyor. Türkiye bunun dışında değildir.
Siyasi-askeri hamle: PKK ve ötesi
Erdoğan’ın işaret ettiği siyasi-askeri hamle Trump gelmeden Türkiye’nin yeni bir pozisyon alması ihtiyacından kaynaklandığı izlenimi veriyor. Bu hamlenin askeri boyutunu da şu netlikte ortaya koyuyor:
- “Önümüzdeki dönemde sınırlarımız boyunca oluşturduğumuz güvenli bölgenin eksik kalan halkalarını da tamamlayacağız. Bir başka ifadeyle terör örgütleriyle ülkemiz sınırları arasındaki irtibatı tamamen keseceğiz.”
Bahsettiği Suriye ve Irak sınırlarıdır. Suriye sınırında 2019 Tel Abyad operasyonunda Türk birliklerinin Batıya doğru bir yandan Kobani, Doğuya doğru Kamışlı’ya ilerlemesini o zaman da başkan olan Trump, Yardımcısı Mike Pence’i Ankara’ya göndererek durdurmuştu. Biden döneminde de ABD’nin PKK’nın Suriye’deki örgütlenmeleriyle işbirliği daha da arttı.
Gazze Kriziyle, Suriye ve Irak’ta Kürt devleti olmasa da silahlı Kürt varlığının İran’a karşı İsrail’in ileri savunması için öneminden söz edilir oldu. Erdoğan “Bizim asıl mücadelemiz, teröristler yanında bunları üzerimize salanlarla, terör belasını 40 yıldır bu milletin başına musallat edenlerledir” derken aslında sadece ABD’yi de değil, Rusya, İran ve İsrail’i de kast ediyor.
Öcalan Açılımı, iç cephe ve CHP
Bu siyasi-askeri hamleye 3 Ekim’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında çerçeve çizildiği anlaşılıyor.
Toplantının hemen öncesinde Erdoğan’ın Bahçeli’yle görüşmesindeki tek amacın da Bahçeli’nin 22 Ekim’deki “Öcalan Açılımı” olmadığı görülebiliyor. Keza Bahçeli’nin aslında herkesi ters köşeye yatıran 1 Ekim’de DEM Partililerin elini sıkma hamlesi, bu planlamanın daha önceden başladığının işareti.
Bekir Ağırdır, PKK’nın kanlı TUSAŞ saldırısını da çerçeveye katarak “Belli ki her formal ve informal aktör birkaç aydır birbirinin hazırlıklarından haberdar, karşı veya yan hamleler konusunda hazırlıklı ve senaryolara sahipmiş” saptamasını yapıyor.
Gelişmeler, hazırlıkların daha 28 Mayıs’taki MGK toplantısında başladığı, Ankara’da seçimi Trump’ın kazanacağını tahmini güçlenince düğmeye basıldığını gösteriyor.
Erdoğan’ın AK Parti TBMM Grup toplantısında vurguladığı “iç-cephe” kavramı, bu siyasi-askeri hamlenin iç politika boyutunu oluşturuyor. Bir tür seferberlik mantığıyla yaklaşıldığı belediyelere kayyum atamaları ve CHP’nin kendi belediye başkanının tutuklanmasına tepki göstermesini dahi neredeyse ihanet sayarak DEM Parti ile dayanışmasını engellemeye çalışmakla somutlaşıyor.
Atatürk açılımı bir parçası
Erdoğan’ın 10 Kasım’da Atatürk’ün mirasına sahip çıkar görünmesi de “iç cephe” seferberliği mantığında yerini buluyor. CHP’nin DEM ile kayyum dayanışmasını adeta düşmanla işbirliği gibi göstermek istemesinin, siyasi-askeri hamlede bir karşılığı var. Anıtkabir’de görmezden gelip Özgür Özel’in elini sıkmayıp Ahmet Türk’le “korsan miting” yapmakla suçlasa da hâlâ CHP’nin “Sayın Genel Başkanı” hitabı, Özel’in Erdoğan’ı neredeyse diktatörlükle suçlarken bile “Sayın Cumhurbaşkanı” demesi gibi bir açık kapı bırakıyor.
Bu noktada, hazır Özel MİT Başkanı İbrahim Kalın’a güvenlik durumunu AK Parti’ye anlattığı gibi kendilerine de anlatmasını istemesi ve ondan da olumsuz yanıt gelmemesine dikkat çekmek gerekiyor.
Tabii burada Bahçeli’nin her şeyin Erdoğan’ı yeniden aday yapabilmek için yeni Anayasa ihtiyacı olduğu sözlerini unutmamak gerekiyor.
Eğer Türkiye’nin yeni küresel siyasi-askeri şekillenişte kendisine daha güçlü yer arayışı gibi bir hedef de yeni Anayasa ve Erdoğan’ın yeniden aday olmasına sıkıştırılırsa, memlekete yazık olur.