Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a Merkez Bankası (MB) Başkanı dayanmıyor. Hatırlayacaksınız, bundan sadece dört ay kadar önce, 7 Kasım’da Erdoğan, Murat Uysal’ın MB Başkanı görevine son vermesi üzerine yazdığım yazıya da bu cümleyle başlamış ve ibret dolu bir fıkra anlatmıştım. Fıkrayı buradan tekrar okumanızı tavsiye ederim; kurtla kuzuyu aynı kafeste yaşatma iddiasındaki hayvanat bahçesi müdürünün kafese “ara sıra yeni kuzu koyması” üzerineydi.
Uysal MB kafesine 16 ay dayanmıştı. Yerine atanan Naci Ağbal ise yalnızca dört ay dayanabildi. Erdoğan 20 Mart kararnamesi ile görevden alınca, “şükranlarını” sunarak hem de. Kafesteki “yeni kuzu” Şahap Kavcıoğlu, son 20 aydaki 4’üncü MB Başkanı.
Acaba Kavcıoğlu da Ağbal gibi kendisini makamın gücüne kaptırıp, “Ben başta olduğum sürece MB politikası değişmeyecek” der mi?
Kerameti kendinden bilmek
Ağbal’ın Şubat sonlarında İstanbul’da yapılan bir “kapalı toplantıda” böyle dediği, devamında da “Ama, ben gidersem bilemem” mealinde konuştuğu duyulmuştu. Toplantıya katılanlardan biri de bunu sözü anında Beştepe’ye uçurunca Ağbal için günler sayılmaya başlamıştı, hafta sonu ekonomi kulislerinden siyaset kulislerine yansıyan duyumlara göre.
Aynı duyumlara göre, Naci Ağbal sadece 19 Mart sabahı Yeni Şafak Gazetesinin “Bu operasyonu kimin adına çektiniz?” manşeti yüzünden gitmedi. Evet, o manşet, bir gün önce MB’nın faizi yüzde 17’den 19’a çıkartmasına tepkiydi. Belli sermaye çevreleri “Piyasalar bile 75, 100 baz puan artış beklerken 200 puan artış da nereden çıktı?” diyordu. Bu durumun öteden beri faiz artışına karşı olan Erdoğan’ı da kızdırmış olması sürpriz olmazdı. Zaten cuma günü öğle saatlerinden itibaren, Erdoğan’a yakın bazı isimlerin “Ağbal gidecek” demeye başladığı, bunun üzerine cuma öğleden sonra dolara ve altına geçişin hızlandığı birilerinin spekülasyon yaptığı da konuşuluyordu.
Ama Ağbal’ın “Ben” kipini kullanıp MB adeta bağımsız-mış gibi davranmaya başlaması da gidişinde rol oynamış olabilir.
Başka kuzular da var
Bir ara öyle bir rüzgâr esti ki, adeta ekonominin düzelmesi Ağbal ve (Ağbal’ın gelişinden bir gün sonra, 8 Kasım’da) Hazine ve Maliye Bakanlığını bırakan Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın yerine atanan Lütfi Elvan’ın başarısı gibi görünecekti. Erdoğan’ın böyle bir şeye tahammül etmesi düşünülemezdi.
MB kafesindeki yeni kuzu Kavcıoğlu’nun Ağbal’dan çıkarması gereken derslerin başında, oraya bağımsız karar alabilme yeteneğinden dolayı getirilmediğini görmesi gerekiyor sanırım. Kendisini Ağbal gibi ön plana çıkarmazsa, öyle TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB’un önerilerini de dikkate aldığını filan söylemezse, Murat Uysal gibi 16 aya kadar bile çıkabilir görev süresi. Kim bilir?
Öyle bir dönem ki hem MB kafesindeki kuzuların sayısı hem de kafes sayısı artıyor. Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK). TÜİK kafesindeki son kuzu Ahmet Kürşat Dosdoğru’nun başkanlığı sadece iki hafta kadar sürdü. Ondan önceki Muhammet Cahit Şirin’inki de 10 ay kadar sürmüştü. AK Parti’nin 19 yıllık iktidarındaki 10’uncu başkan, ya da başkan vekili mart başında atanan Sait Erdal Dinçer.
Hazine Bakanı da değişecek mi?
Hazine ve Maliye Bakanı Elvan bütün bürokratik ve siyasi kariyerinde olduğu gibi sessiz ve derinden gidiyor. Ne de olsa Özal döneminden kalma, devlet yapısını bilen birisi. Reformlardan sorumlu Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde dahi reformlar konusunda pek konuşmamıştı; zaten Ahmet Davutoğlu hükümetinin reform girişimleri de o dönem Erdoğan’dan veto yemişti.
Son operasyonda, 22 Mart Pazartesi sabahı dolardaki sıçramayı gevşeten de onun “liberal kambiyo rejimine devam” edeceği yönündeki kısa yazılı açıklama oldu. Böylece “bankalardaki dolar hesaplarının akıbetine” dair spekülasyonlar giderilmiş sayıldı.
Ama bunlar ikincil önemde kalıyor. “Elvan’ın yerine Ağbal gelecek” türü spekülasyonlar, Erdoğan’ın bir karar aldıktan sonra geri dönmeme tutumuna uymuyor. Ama Erdoğan’ın da son zamanlarda daha önceki tutumuna uymayan işlemleri artıyor. Kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesini feshettiği açıklaması buna en çarpıcı örnek. 2011 yılında sözleşmeye ilk imzayı gururla atan sanki Erdoğan değildi. İletişim Başkanlığının açıklamasını okuyan, sanki Sözleşmeyi Erdoğan’a CHP’nin silah zoruyla imzalattığını düşünebilir.
Neden bütün bunlar?
Öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, başta ABD ile kronikleşen sorunlar ve hem ABD hem AB’den demokratikleşme ve insan hakları adımları atmadıkça yatırım sermayesi gelmeyeceğine sonunda ikna oldu. Bunun için Selahattin Demirtaş’tan Osman Kavala’nın serbest bırakılması dahil bazı sembolik adımların atılması da gerekiyor. Oysa Cumhur İttifakı Ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli için bunlar “kırmızı çizgi” niteliğinde.
Erdoğan o nedenle “iç kaynaklara” dönmek istemiş olabilir. MB’na daha fazla para bastırıp devlet garantisi verilen (Kanal İstanbul gibi) devasa projelere kaynak oluşturmayı bir yol olarak görmüş olabilir. Böyleyse, bunlar daha da içe kapanık bir ekonominin ve daha da içe kapanık ve baskıcı bir iç siyasetin göstergeleri sayılır. MHP’nin talebi üzerine HDP’ye kapatma davası açılması, Saadet Partisi ve İslami cemaatlerin talebiyle İstanbul Sözleşmesinin iptali de aynı çerçevededir.
Olan biteni sadece ekonominin, sadece piyasanın kurallarıyla açıklamaya çalışmak boşuna çaba olacak. Oyun had safyada siyasidir, iktidarda kalma mücadelesidir.
Feda edilen kuzuların sayısı arttıkça oyunun sertleşmesi kaçınılmaz olacak.