ABD, Afganistan’da 20 yıl süren askeri varlığına son verirken, Türkiye’nin Afganistan nöbetine devam etmesini istiyor. Aslında diğer ülkeler de çekilirken Türkiye’nin, Afganistan’ın başkentindeki Hamid Karzai havaalanının yönetim sorumluluğunu artırarak sürdürmesini teklif ediyor.
Yaklaşık bir ay önce, 14 Haziran’da yapılan NATO zirve toplantısı sırasında gerçekleşen ilk -ve şu ana dek tek- yüz yüze görüşmede, ABD Başkanı Joe Biden, bu talebini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bizzat iletti. Erdoğan da, toplantının ardından düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin bu talebe olumlu yaklaştığını cevaben Biden’a bildirdiğini açıkladı.
Biden-Erdoğan görüşmesinin kamuoyuna açıklanan yegâne somut sonucu da bu oldu.
Rusya’dan alınan S-400’ler, F35 uçakları, ABD’nin YPG-PKK’ya desteği, Beyaz Saray’ın 24 Nisan Ermeni soykırımı açıklaması, Halkbank davası, Fethullah Gülen’in iadesi gibi devasa sorunlara dair tek kelime edilmedi. Bu konuların, iki lider arasındaki görüşmede ele alınıp alınmadığını dahi bilmiyoruz.
Biden-Erdoğan görüşmesinin hemen ardından, her iki tarafın askeri yetkilileri arasında temaslar başladı. Nitekim, geçen hafta, konuyla ilgili görüşmelerde bulunmak üzere, bir ABD askeri heyeti Ankara’ya geldi. Ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin arasında (9 Temmuz itibarıyla) iki telefon görüşmesi yapıldı. Henüz sonuç açıklanmadı.
ABD çıkarlarını kolluyor
Amerikan tarafının, NATO ve ABD güçlerinin çekilmesinden sonra Afganistan’da bir kaos yaşanmasını önlemek hesabıyla hareket ettiğini bilmeyen yok. ABD, Çin ve Rusya ikilisiyle sürdürmeye kararlı olduğu yeni nesil soğuk savaş bakımından kilit konumda bulunan Afganistan’da, Vietnam benzeri bir çekilme yaşanmasını hiç istemiyor. Bunu kendisine sağlayabilecek tek bir müttefiki var. O da Türkiye. Böyle bir operasyonun altından başkaca bir NATO üyesi müttefikinin kalkması mümkün değil.
Türkiye’nin, bu çerçevede emsalsiz avantajları var. Afganistan ile tarihi ve kültürel ilişkileri mükemmel. Afgan halkı tarafından sevilen ve güven duyulan bir ülke. Afganistan halkının dost olarak gördüğü belki de yegâne yabancı güç.
Kısacası, ABD’nin, Türkiye’ye Afganistan misyonunu sürdürmeyi önererek kendi çıkarlarını en uygun şekilde kollamak ve korumak açısından son derece doğru bir değerlendirme yapmış olduğunu anlıyoruz.
Hatta, NATO’nun askeri yetenekler kadar, demokrasiye ve özgürlüklere dayanan bir uluslararası örgüt olduğunu her vesileyle vurgulayan ABD’nin, Türkiye’nin bu konulardaki zafiyetlerini görmezden gelen bir tutum aldığı da gözden kaçmıyor.
Peki, ya Türkiye’nin çıkarı?
Peki, biz ülkemizin hangi çıkarı uğruna elimizi taşın altına koyuyoruz? Böyle bir operasyonu üstlenmeye gönüllü olarak, ne gibi bir kazanç sağlamayı planlıyoruz? Afganistan gibi riskli bir göreve talip olmanın getirebileceği ağır maliyetin hesabını yaptık mı?
Hayati nitelikte olduğuna inandığım bu hususların yeterince değerlendirildiği kanaatinde değilim. Dolayısıyla, yukarıdaki sorulara tatminkâr cevap verebilecek durumda olduğumuzu da düşünmüyorum. Zira, mevcut riskler biraz olsun değerlendirilmiş olsaydı, Türkiye’ye bu teklifi yaparken, ABD’nin hangi saikle hareket ettiğinin ve gerçek gündeminin ne olduğunun kolaylıkla anlaşılabileceğini düşünüyorum.
ABD istihbarat birimleri, daha birkaç gün önce, ABD askerlerinin Afganistan’dan çekilmesinden çok kısa bir süre sonra Afgan hükümetinin çökebileceği uyarısında bulundu. Ayrıca, iç savaşın kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiliyor. Bugüne kadar, ABD için çalışmış olan binlerce Afganlının güvenliğinin sağlanması meselesine ABD henüz bir çözüm geliştirebilmiş değil. Binlerce Afgan askeri ve sivil yetkili komşu ülkelere sığınmaya çalışıyor. Taliban, ABD ve NATO kuvvetleri çekildikten sonra ülkede, Türkiye de dahil, herhangi bir yabancı gücün varlığını istemediğini açıkladı. Taliban, ayrıca, mevcut Afgan yönetimi ile de uzlaşmaya niyetli olmadığını da vurguladı.
Bütün bunların üstüne üstlük, Afganistan’a komşu ülkelerde ve bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada ortaya çıkması kaçınılmaz gözüken Afganlı mülteciler sorununun yaratacağı baskıyı da dikkate almak zorunda olduğumuzun unutulmaması gerekiyor.
Hal böyle iken, Biden’ın talebine “evet” demeyi, ülke çıkarlarını önceleyen akılcı bir dış politikayla bağdaştırmak pek mümkün görünmüyor. Risklerle dolu olduğu aşikâr böyle bir sürece girmek olsa olsa, “bile bile lades demek” özdeyişi ile izah edilebilir.
Amaç Erdoğan-Biden temasının devamı mı?
Peki, bizi, ABD talebine rıza göstermek zorunda bırakan sebepler nedir?
Bence başlıca sebeplerden birisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile şahsi teması sürdürmenin yegâne yolunun bu riski göze almak olduğuna inanması. Kanaatimce, Erdoğan, böylece, dolaylı olarak ABD ile ilişkileri sıcak tutabileceğini ve ikili ilişkilerin gündeminde bulunan çetrefil sorunların baskısından en azından bir süreliğine kurtulabileceğini de hesaplıyor.
Diğer bir sebep de bu operasyon sayesinde, Türkiye ekonomisinin yaşamakta olduğu ağır ekonomik krizi hafifletebilecek maddi yardım elde etmek olabilir. Yetkililer görüşmelerin teknil ve lojistik planda sürdüğünü vurguluyor ancak Türk tarafının, bu amaçla, Amerikalı muhataplarının önüne yüklü bir fatura koyduklarını düşünüyorum. Amerikalılar, makul seviyelerde olduğu takdirde, bu faturayı karşılamakta tereddüt etmeyecektir.
Oysa, Kabil Havaalanının işletme ve güvenliğinin üstlenilmesi kararının, kişisel temas imkânı yaratmaktan, ilişkileri yumuşatmaktan ve maddi çıkar elde etmekten ziyade, ülkenin dış politikada yaşamakta olduğu sorunları daha da derinleştirme riskini barındırdığını görmek gerekir.
Ayrıca, iki önemli riske de özellikle dikkati çekmek gerekir. Bunlardan birincisi, tarih boyunca yakın dostluk ilişkisi içinde bulunduğumuz bir ülkeyi kaybetmektir. Afganistan daha Cumhuriyet kurulmadan Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan TBMM Hükümetini meşru muhatap sayıp Büyükelçi gönderen ilk ülkedir. İkincisi de Türkiye’ye tarih boyunca hiçbir zaman tehdit oluşturmamış bir ülkede, somut bir çıkarımız olmaksızın askerimizin hayatını tehlikeye atmak olacaktır.
Afganistan ile örnek ve gurur verici bir geçmişimiz var. Dolayısıyla, atacağımız adımların bu istisnai ilişkiyi zedelememesi için azami özeni gösterme sorumluluğunu taşıyoruz. Göz göre göre risk üstlenmek gibi tarihi bir hatadan kaçınmak mecburiyetindeyiz.
Ancak, Türkiye, bütün bu riskleri göze alarak ilerlemek niyetini taşıyorsa, askerimizin Kabil Havalananındaki son derece tehlikeli görevi üstlenebilmesi için, en azından yeni bir tezkerenin TBMM’den geçirilmesinde zaruret bulunduğu bilinmelidir. Mevcut tezkerenin süresinin bu yeni görevi de meşru kılmaya yeterli olduğu yönündeki görüşlerin geçerliliği yoktur. Ayrıca, yeni tezkerenin en azından bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına dayanması icap eder.
Aksi takdirde, askerimizin yurt dışında konuşlandırılmasının meşru bir zemini olmaz ve meşruiyete dayanmayan bir konuşlandırma kararını alanlar da tarih önünde ağır vebal altında kalır.