Öncelikle söyleyelim ki eğer çeyrek asırdan fazladır Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı biraz tanımışsak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünkü “uyku ve öfke nöbetleri” arasında gibi ağır sözlerinin altında kalmaz. Keza, Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun “Dava, damadı bakan yapıp zengin etmek, memleketi üç-beş müteahhide peşkeş çekmekse, ben o davayı sattım sözleri altında da. Ama gelişmeler Erdoğan’ın üst üste gelen “aksilikleri” aşmak için bir dizi yeni manevraya, u-dönüşüne hazırlandığını gösteriyor.
İlk olarak Erdoğan’ın sığınmacılar konusunda bir u-dönüşüne hazırlandığını söyleyebiliriz. Bunu 20 Ağustos’ta kabinesiyle toplantısı ardından yaptığı uzunca açıklamada görebiliriz. Oradaki sözleri, belki herkes Covid-19 salgını ortasında (ki aynı gün vefat sayısı yine 200’ün üstüne çıktı) okulların açılıp açılmayacağına ve aşı kararına yoğunlaştığı için gözden kaçtı. O konuya ayrıca geleceğiz birazdan ama şimdi sığınmacı siyasetinde hazırlandığı u-dönüşüne bakalım.
Cumhurbaşkanı “Türkiye’nin Avrupa’nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi, sorumluluğu, mecburiyeti yoktur” dedi; “Avrupa sırf kendi vatandaşlarının güvenliği ve refahı için sınırlarını kapatarak bunun dışında kalamaz.” Bu sözlerin daha önceki “arkalarından el sallarız” sözlerinden, hatta 2020 başında, kovit salgını çıkmadan Yunanistan sınırına sığınmacı yığılmasına göz yumulmasından farkı var.
Muhalefetin sığınmacı söylemi tutunca
O fark, muhalefet liderlerinin iktidara gelirlerse Suriye dahil muhatap ülkelerle anlaşıp can güvenliklerini sağlama şartıyla sığınmacıları geri gönderme vaadinin seçmen gözünde tutmuş olmasıdır. Bu söylemin, ırkçı-faşist kışkırtmalara karşı da yumuşatıcı payı olabileceği görülmüş durumda.
Bunu AK Parti “kurmaylarından” önce fark eden, AK Parti’nin Cumhur İttifakı ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli, tabanının sesini dinleyerek, “Bayramlaşmaya giden Suriyeli orada kalsın” diyerek Erdoğan’ın sığınmacı siyasetine kamuoyu önünde ilk itirazını gösterdi.
Özellikle Erdoğan’ın Türkiye’nin Afganistan’da rol üstlenmek için ABD’den üç talepte bulunduğu dönemde İran üzerinden gelen ve daha çok milis sevkiyatı izlenimi veren Afgan göçü tepkileri artırdı. AK Parti’nin yerel yönetimler sorumlusu, kendisi de işveren olan Mehmet Özhaseki’nin kaçak olarak boğaz tokluğuna çalıştırılan sığınmacıları olmasa çoğu yerde ekonominin duracağı beyanı bu tepkilere tuz biber oldu. Ankara, Altındağ’ın, fakir halkın günübirlik işlerde çalıştığı mahallelerinde çıkan isyan bunu takip etti.
Milli Savunma Bakanı Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendi üstlerine düşeni yaptıklarını göstermek için İran sınırına duvar inşası ve sınırda yakalanan kaçakların sayılarını, görüntülerini açıklaması ardından Erdoğan nihayet Afganistan’dan kaçak göç akını olduğunu kabul etti. Zaten birkaç gün sonra çanak çömlek patladı, Taliban yeniden yönetime geldi.
Şimdi -sadece Türkiye’nin değil- Afganistan siyaseti çöpe gitmişken Erdoğan’ın koşulları sığınmacılar konusunda u-dönüşüne uygun bulması şaşırtıcı olmaz. Bakarsınız, Türkiye nüfusunun yüzde beşini geçen yasadışı sığınmacıları konusunda muhalefeti sorumlu tutar ve inanan da çıkar.
Fethullahçılarla temas iddiaları
Erdoğan seçim vakti yaklaştıkça AK Parti tabanını genişletmek konusunda da bir u-dönüşüne ihtiyaç duyabilir.
KONDA genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın başarılı “yolun kenarına çekip park eden” seçmeni, başka yola sapmadan yeniden katara dahil etmenin yollarını arıyor Erdoğan. Siyaset bilimci Seda Demiralp, “aracını sağa çekip bekleyen” seçmenin AK Parti’den soğusa da muhalefete katılmamasının nedenlerini tahlil etti geçenlerde.
Erdoğan’ın kendisini 2011 seçimlerinde yüzde 50 oy desteğine ulaştıran seçmen tabanından birkaç blok kaybı oldu son on yılda. Geçim sıkıntısının, pahalılığın, işsizliğin getirdiği sorunları, son dönemde seller ve orman yangınlarıyla yaşanan itibar sarsıntısını unutmadan, siyasete yoğunlaşarak söylüyorum.
1- Bu kaybın bir kaynağı Erdoğan’ın devletin üst kademelerini ardında kadar açtığı yasadışı Fethullah Gülen örgütlenmesinin, 2016’da darbe girişiminde bulunacak kadar güçlenmesi sonucu yaşanan yol ayrımıydı.
2- Bir diğeri 2014’de Abdullah Gül’ün küstürülmesi ve dışlanmasından başlayarak muhafazakâr aydınlar ve liberal kesimle bağların koparılmasıydı.
3- Üçüncüsü, oy tabanının zayıflaması nedeniyle Başkanlık sistemini ilan etmek için MHP ile ittifakın ötesine geçen bir türlü ortak-yaşama mecbur kalmasıydı.
4- MHP ile ittifak nedeniyle muhafazakâr Kürt seçmenin AK Parti’den soğumaya başlamasıydı.
5- Ve nihayet Ali Babacan’ın DEVA Partisini, Davutoğlu’nun da gelecek Partisini kurmasıyla yaşanan mevzi kopuşlardı.
Bu kopuşlar “Yüzde kaçı var?” küçümsemesiyle geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Babacan ve Davutoğlu, Erdoğan’ın pek çok sırrına ortak ve hâkimdir. Daha sakin giden Babacan henüz kutuyu açmadı ama Davutoğlu açmaya başladı.
Erdoğan bir yandan MHP’yi (Bahçeli’de haklı olarak “Benden kurtulmak mı istiyor?” sorununa yol açan) yeni bir seçim yasasına ikna etmeye çalışıyor. Bir yandan da yolun sağına park eden, diğer yollara sapma eğilimindeki seçmeni, belki de artık tamamen din etkenini, “Kıblemiz bir” etkisini kullanarak yanına çekmeye çalışıyor.
Şu anda kanıtlaması güç olsa da Fethullah Gülen ile temas girişimleri, “FETÖ’den kopan” bazı grupları kazanma iddialarının bu dönemde çıkması rastlantı değil. Keza, Kayseri Lisesinden arkadaşı Hulusi Akar kanalıyla Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile temasa geçildiği iddialarının da. Bu iddialar AK parti etki alanında “Yeniden bir arada olabiliriz” umutlarını canlandırıyor.
Her halükârda Erdoğan’ın en geç 2023 haziranında yapılacak seçimler öncesinde siyaseten de ciddi bir u-dönüşüne ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Gelelim aşı ve aşı karşıtlığına
Yazının başında kovit aşısı ve okulların açıklaması konusuna değineceğimizi söylemiştik. Erdoğan 6 Eylül’de yeniden başlayacağını açıkladığı yüz yüze eğitim için aşı şartını getirmedi ama aşı yaptırmayanlara PCR testi zorunluluğu getirdi. Sosyal medyada karşı kampanyalar açıldı.
Ancak beni burada ilgilendiren daha çok Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın test zorunluluğunu “Tek partinin şapka dayatması, 28 Şubat’ın başörtü yasağından farksız” bularak karşı çıkması oldu. Aklıma 1 Mart 2003 tezkere oylamasında AK Partilileri (Fikret Bila’nın “asker rahatsız” başlığıyla birlikte) en çok etkileyen itirazın Dilipak’ın başlattığı kampanya olduğu geldi. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretinde muhafazakâr Kürt seçmene “aşı” telkininde bulunması ve hemen ardından sorunun kendilerinden kaynaklanmadığını sergiler gibi önceki HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın Edirne Cezaevinden aşıya destek açıklaması boşuna değil.
Siyaset birden fazla mecrada hızlanmaya ve sertleşmeye başladı. Erdoğan’ın da gerçekten birden fazla u-dönüşüne ihtiyacı olabilir. Hızla girilen her virajın yoldan savrulma riski taşıdığını da unutmaması gerekiyor.