Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun İstanbul’da NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüştüğü 3 Kasım’ın akşamında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Sözcüsü İbrahim Kalın nükleer savaş uyarısı yaptı.
Kalın CNN Türk yayınında “Savaş sadece Rusya ve Ukrayna topraklarında yaşanmıyor. Yaklaşık bir aydır nükleer savaş riski telaffuz edilmeye başladı. Nükleer savaş riski söz konusu” dedi. Bu Ankara’nın nükleer savaş riskinden ilk defa bu açıklıkla söz edişidir. Dünyanın 1962’deki Füzeler Krizinden bu yana en ciddi nükleer savaş riski altında bulunduğunu bir ay kadar önce ABD Başkanı Joe Biden söylemişti. Türkiye’nin Rusya ile en yakın ve düzenli ilişki içinde bulunan NATO ülkesi olduğu ve Türk istihbaratının (MİT) başında daha önce nükleer şerpalık yapmış Hakan Fidan’ın bulunduğu hesaba katıldığında bu uyarının daha da ciddiye alınması gerektiği açık.
Türkiye hem Rusya hem Ukrayna’ya komşu ve nükleer silahların kullanılması halinde Türkiye’nin de serpintiden doğrudan etkileneceği açık. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğini doğrudan tehdit eden bir riskle karşı karşıyayız; şakası yok.
Hem ABD hem Rusya’dan teşekkür
Öte yandan Türkiye hem Rusya hem Ukrayna ile yakın ve düzenli ilişki içinde.
Rusya’nın tahıl anlaşmasını durdurması ardından Erdoğan’ın devreye girerek -en azından anlaşmanın süresinin dolacağı 18 Kasım’a dek devamını sağlaması üzerine hem Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin hem de Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski teşekkür mesajları yayınladı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da Çavuşoğlu’nu arayarak teşekkür etti.
Zaten tahıl anlaşmasını bağlayan taraf olan -ve o arada tutsak değişimini sağlayan- Ankara, nükleer risk konusunda da devreye girebilir mi? Kalın’ın bu riskten söz etmesi kapalı kapılar ardında bu ihtimalin konuşuluyor olabileceğini akla getiriyor.
Nükleer tehlike, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da katılımıyla 12-13 Ekim’de Brüksel’de yapılan NATO Savunma Bakanları toplantısında da görüşülmüştü; zaten Biden’ın uyarısı bu toplantı öncesindeydi. Bu risk NATO Dışişleri Bakanlarının 29-30 Kasım’da Bükreş’teki toplantısında da görüşülecek
Nükleer tehlike, İsveç ve Finlandiya
Dün NATO Genel Sekreteri’nin gündeminde ise ağırlıkla nükleer riskten çok İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği olduğu anlaşılıyor. Stoltenberg’in Çavuşoğlu’na İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin güvenlik garantilerini yerine getirme sözü verdiği ve bir an önce üyeliklerinin onaylanması gerektiğini söyledi. Çavuşoğlu ise “olumlu adımlar var” dedi, ama Türkiye henüz somut adım görmemişti; özellikle de “terörle mücadele” alanında.
Ankara’nın bu tutumunu TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Sadece istenen PKK ve FETÖ üyelerinin iadesinin yetmeyeceği, oradaki faaliyetlerinin de engellenmesi gerektiği” şekilde daha net ifade etmişti YetkinReport’a açıklamalarında.
Çavuşoğlu’nun bu sözleri, İsveç ve Finlandiya Başbakanlarının hafta başında yaptığı ortak açıklamada Türkiye’nin güvenlik endişelerini meşru sayıp Üçlü Mutabakata uyacaklarını açıklamalarına karşın henüz somut adım olmadığını gösteriyor.
NATO’nun aymazlığı mı, ABD’nin aymazlığı mı?
Türkiye-ABD ilişkilerini yakından izleyen asker kökenli Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Rich Outzen, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’un “haftaya beklenen” Türkiye ziyaretine rağmen Türkiye’nin iki İskandinav ülkesinin NATO üyeliği onayının yıl sonundan önce olmasının beklenmemesi gerektiğini, hatta 2023 seçimleri sonrasına sarkabileceği yolundaki izlenimleri sosyal medyada paylaştı.
ABD yönetimi Türkiye’nin 8 Kasım’daki Kongre ara seçimleri öncesinde NATO onayını vermesini tercih ederdi ama Türkiye’nin F-16 talebi Kongre seçimleri sonrasına kalmışken bu beklenti zaten gerçekçi değildi.
Aslında aymazlık içinde olanın bir bütün olarak NATO değil, NATO’nun lokomotifi ABD olduğunu söylemek mümkün.
İsveç ve Finlandiya, Türkiye’nin istediği somut adımları atar ve aranan isimleri iade ederlerse gözler ABD’ye çevrilecek. Hem Fethullah Gülen ve örgütünün ABD’deki varlığı hem de ABD’nin PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile devam eden silahlı işbirliği nedeniyle.
Bir anlamda, ABD ve NATO üyeleri örgütün Rusya (ve artık Çin’e) karşı güç kazanması ile Türkiye’nin kendi güvenliği için gerek duyduğu PKK konusunda tercih kavşağına doğru geliyorlar.