Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) dokuzuncu zirve toplantısı 11 Kasım 2022’de tarihi Semerkant şehrinde Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in ev sahipliğinde yapıldı. Zirveye Türkiye’nin yanı sıra Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Macaristan katıldı. Zirve sonuç bildirgesindeki önemli konular arasında terörizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı, insan kaçakçılığı ve düzensiz göçle ortak mücadele de bulunuyor. Bildirgede Türkiye’nin Asya’da ekonomik ve teknolojik işbirliğini öngören “Yeniden Asya Girişimi”ne de destek veriliyor.
Zirvede alınan en kritik kararlardan birinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) gözlemci üyeliğinin onaylanması olduğu söylenmeli. Bu kararla Karabağ Sorunundan sonra Kıbrıs konusunun da Türk Dünyasının ortak meselesi görüldüğü kabul edilmiş oluyor. Ayrıca söz konusu karar, KKTC’nin tanınmasına ilişkin yeni gelişmeler yaşanabileceğinin de habercisi sayılmalı.
Semerkant’ın “Türk Dünyası Medeniyet Başkent” ilan edildiği Zirvede “Türk halklarının ortak tarihi, dili, kültürü, gelenekleri ve değerleri temelinde” işbirliği kararı alınması, henüz başlangıç aşamasındaki ortak alfabe çalışmalarıyla birleşince ortaya farklı bir manzara çıkıyor.
Rusya’nın değişen tutumu
Bu gelişmeler akıllara Ukrayna Savaşı sonrası Rusya’nın Orta Asya’da nüfuzunun Türkiye’nin lehine azalıp azalmadığı sorusunu getirmektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve 1991’de Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasının ardından zor zamanlar geçiren Rusya, G-7’ye sekizinci üye olarak kabul edilmiş, hatta NATO’ya ortaklığı konuşulmaya başlanmış, Vladimir Putin Almanya Parlamentosu’nda Almanca bir konuşma bile yapmıştı. Putin’le birlikte uluslararası siyasette etkinliğini ve gücünü artırma yoluna girdiği bir dönemde gerçekleşen 11 Eylül 2001 Saldırıları sonrasında Rusya ABD’nin bölgedeki varlığına karşı çıkmak yerine Vaşington ile teröre karşı işbirliğine gitmeyi tercih etmişti. ABD’nin Afganistan operasyonuna hava sahasını açarak ve istihbarat paylaşımı ile destek vermiş ve daha da önemlisi ABD’nin Orta Asya’da askeri üsler elde etmesine rıza göstermişti. Bu işbirliğinin arkasında Moskova yönetiminin 1979-1989 yılları arasında, 10 yıl boyunca savaştığı Taliban’ın ABD tarafından bitirilmesini de kendi güvenlik çıkarları doğrultusunda olumlu görmesi önemli bir etken olmuştu.
“Renkli Devrimlerle” dönen hava
Fakat bölge gerçeklerine yabancı olan ABD buradaki devletlerle Rusya’ya benzer bir güven ilişkisi tesis edemedi. ‘Renkli Devrimler’ sonucu ABD’ye karşı şüphe ve güvensizlik artarak bölge ülkelerinin tekrar Moskova’ya yakınlaşmasına neden oldu ve Orta Asya Cumhuriyetleri ekonomik, siyasi ve askeri anlaşmalarla Moskova ile köklü ilişkilerini sürdürmeye başladı.
Bölge liderleri, NATO’yla işbirliğinin Rusya’ya bir alternatif olmadığını, NATO’nun genişlemesi konusunda Rusya’nın haklı endişelerinin göz önünde tutulması gerektiğini ve uzun vadede NATO’ya üye olmak gibi bir düşüncelerinin olmadığını sık sık vurgulama ihtiyacı duydular.
NATO’nun ve AB’nin Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi, Renkli Devrimler ve Arap Baharı ile Avrasya, Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında etkin olma çabalarına karşı Rusya, özellikle 2008 yılında Gürcistan’a yaptığı askeri müdahale, 2014 yılında başlayan Ukrayna Krizi ve ardından gelen Kırım’ın ilhakı ile Suriye’deki iç savaşa doğrudan müdahalesi sonrası yakın çevresinde ve hatta önemli çıkarlarının olduğu bölgelerde/ülkelerde askeri ve siyasal güç kullanacağını açıkça ortaya koymuştur. Böylece söylediklerinin dikkate alınması gereken küresel bir aktör olduğunu hem Rusya halkına kanıtlayıp toplumsal/siyasal konsolidasyonu artırmış hem de Atlantik Dünyasına da ‘artık ben de hesaba katılması gereken bir gücüm’ mesajı vermiştir.
Rusya-Ukrayna ve Türkiye’nin rolü
Türkiye, zengin yeraltı kaynaklarına sahip Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk cumhuriyetleriyle tarihi, kültürel, dilsel ve dini bağlara sahip. Her ne kadar Türkiye 90’lı yılların başında Orta Asya bölgesine “duygusal” bir giriş yapmışsa da 1993 yılında Rusya’nın “yakın çevre politikası” ilanının ardından Rusya’nın bölgede hesaba katılması gereken bir güç olduğunu anlayarak bölge politikalarını daha pragmatik bir düzleme çekmiştir.
Bu tarihsel arka planda ve Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinde geldiği noktayı TDT ve Türkiye’nin bölgede artan etkinliğini Rusya’nın irtifa kaybetmesi olarak değil, Rusya’nın yeşil ışık yakması şeklinde değerlendirmek daha doğru olabilir.
Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri ve liderler düzeyindeki ilişkiler göz önüne alındığında Türkiye’nin Orta Asya atağı, iki aydan kısa bir süre içinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bölgeye üçüncü geziyi yapması Ukrayna Savaşı sonrası bölge devletleri üzerinde Rusya’nın etkisinin azalması ve Rusya’nın boşluğunu Türkiye’nin doldurması olarak değil, Rusya ile işbirliği içinde ve Rusya’nın bilgisi dahilinde Türkiye’nin bölgede etkin olması şeklinde değerlendirmek gerekir.
Azerbaycan-Karabağ örneği
Nasıl ki, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ Sorunu 27 yıl sonra Türkiye’nin işbirliği ve Rusya’nın da rızasıyla çözüme ulaştıysa Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya’daki etkinliğini de aynı şekilde yorumlamak gerekir. Erdoğan’ın Semerkant dönüşü yapmış olduğu “tahıl koridoru gerçekleşti, buradan bir barış koridorunu açabiliriz” sözleri Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna arasındaki arabuluculuk rolüne işaret etmekte.
Türkiye, Ukrayna ve Rusya arasındaki arabuluculuk rolünü sürdürürken diğer taraftan Batı ile olan ilişkilerinde de dengeli bir politika izlemeyi ihmal etmemelidir. Zira NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye bir yandan Rusya-Ukrayna, diğer taraftan Rusya-Batı arasında arabulucu oynayabilecek tarihi bir fırsatı değerlendirme fırsatını yakalamış görünüyor. Bugünlerde Amerika ve Rusya dış istihbarat kurumları başkanlarının Ankara’da Ukrayna savaşına bir çözüm bulmak için Türk istihbarat başkanının ev sahipliğinde müzakereler yapmakta olduklarını da dikkate alacak olursak Türkiye’nin bu rolü epeyce sahiplenmiş ve başarıyla yürütmekte olduğunu söylemek mümkün görünüyor.