Altı siyasi parti uzmanlarının neredeyse bir yıldır üzerinde çalışmakta olduğu, “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”(OPMM) 30 Ocak’ta Ankara Ticaret Odası’nın Congresium salonunda gösterişli bir törenle açıklandı. Önümüzdeki günlerde gündemi meşgul edeceğinden kuşkum yok. Gerçekten de OPMM en az erken emeklilik kadar tartışılmayı hak ediyor.
Bu yazıda metnin sadece dış politika bölümüne ilişkin ilk bakışta göze çarpan birkaç noktaya değinmekle yetineceğim.
Mazruf mu önemli, zarf mı?
Eskiler zarfa değil mazrufa bakın derlerdi. Görünüşten çok, içeriğe bakın anlamında artık pek duymadığımız bir ata sözü. Aslında dış politikada bazen zarf da mazruf kadar önemli olabiliyor. İkili bir görüşmede tercümeyi yapanın kimliği, heyetlerde kimlerin yer alıp kimin yer almadığı, görüşmenin ne kadar sürdüğü gibi zarfa yönelik ayrıntıları günlerce tartıştığımızı unutmayalım.
Bu açıdan, nasıl sunuş yapanlar arasında bir kadın bulunmaması bir eksiklik olarak değerlendiriliyorsa, Dışişleri Bakanlığına eski itibarını kazandırmaktan söz edilirken, dört partide dış politika alanında çalışan beş büyükelçinin bir kenara bırakılarak, iktisat profesörü Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sabri Tekir’e sunum yaptırılması gözlerden kaçmıyor. Burada mesleki tercih değil, partiler arası dengeler öne çıkmış.
Dış politika için verilen önem yetersiz
Dış politika, savunma güvenlik ve göç politikaları ile birlikte son bölümde işlenmiş. 244 sayfalık metinde dış politikaya, sadece üç sayfa olarak yer verilmiş. Küçümsediğimden değil ama, turizm bölümü bile dış politikadan daha uzun. Savunma ve dış politikanın aynı kefeye konulması bir ölçüde anlaşılabilse de sosyal niteliği ağır basan çok yönlü göç olgusunun güvenlikle birlikte ele alınması korkarım ileride istismara müsait.
Orta doğuda AGİT benzeri, “Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı” gibi uygulanması mümkün olmayan projelere OPMM’de yer verilmemesi isabet olmuş. Ancak yaklaşık 10 senedir dış politikamızı en fazla meşgul eden Suriye sorununa tek kelimeyle değinilmemiş olması da bir eksiklik olarak görülebilir.
Siyasi büyükelçi atamaları
Dışişleri Bakanlığına dış politikanın yapım, karar ve uygulamalarındaki rol ve görevini yeniden kazandırılmasının, Dışişlerinin 21’inci yüzyılın ihtiyaç ve gereklerine uygun bir şekilde yeniden yapılandırılmasının öngörülmesi eminim, sadece halen bakanlıktaki diplomatlarımız tarafından değil, benim gibi tüm eski diplomatlarca da memnuniyetle karşılanmıştır.
Yurt dışına yapılacak misyon şefi atamalarında kariyer ve liyakatin esas alınacağı belirtilirken keşke halen 25 civarındaki siyasi atama büyükelçilerin de en kısa sürede geri çekileceği kayda geçirebilseydi.
Kıbrıs’ta iki devletli çözüm denmemiş
OPMM’de de belirtildiği gibi Kıbrıs milli bir davadır. İktidar ve muhalefet arasında ufak tefek görüş ayrılıkları olsa bile masada Türk tarafının elini zayıflatacak yazımlardan kaçınmak gerekir. Halen Türk tarafı müzakere masasına iki devletli çözüm önerisiyle oturmuştur. Orta-Doğu sorununda iki devletli çözüme destek verip gerçekçi bulunmasa da, Kıbrıs bağlamında hiç değinilmemesi en çok Kıbrıs Rum tarafını sevindirecektir.
Yasa dışı göç nasıl önlenir?
Yasadışı göçün önlenmesi için gönderen ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalanması elbette en ideal çözümdür. Yasa dışı göçe kaynak teşkil eden ülkeler bu tür anlaşmalar imzalamaya kolay kolay yanaşmazlar. Yakın dostumuz Pakistan’la bile Geri Kabul Anlaşmasını uzun uğraşlardan sonra güç bela imzalayabildik.
Yine yasadışı göç bağlamında Avrupa Birliği imzalayıp onaylamadığımız ve hukuken bağlayıcılığı tamamlanmamış Geri Kabul Anlaşması ile 18 Mart 2016 mutabakatı aynı nitelikte değildir. 18 Mart mutabakatının gözden geçirilmesine gerek de yok. Zaten yedi yıldır uygulanmadığından böyle bir belgenin varlığından artık söz edilmiyor.
S-400 çözülmeden F-35 mümkün mü?
ABD ile ilişkiler bağlamında F-35 projesine geri dönebilmek için girişimlerde bulunulacağı belirtilmektedir. F-35 projesi ile Rusya’dan alınan S-400’ler arasında kurulan bağlantıyı göz ardı ederek yapılacak herhangi bir girişimin başarı şansı yok denilecek kadar azdır.
Son olarak 1977 yılında Bakanlığa girdiğimde üç ay süreyle benim de eğitim gördüğüm Dışişleri Akademisinin yeni bir öneri olarak sunulması nasıl olup da Altılı Masada Dışişleri Bakanlığı yapmış iki parti liderinin gözlerinden kaçmış? Anlaşılır gibi değil.