Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 8 Haziran gecesi TRT canlı yayınındaydı. Sunucu Sermin Baysal Ata, elinde sırasıyla yazılı duran sorulardan -birkaç saat öncesindeki- ABD Başkanı Donald Trump ile telefon görüşmesini sorunca, Erdoğan pek keyiflendi. Bizdeki koronavirüs rakamlarını söyleyince Trump “Ooo” diye hayret etmiş. Libya’da alınan mesafeyi konuşmuşlar. Ekipte ne de olsa habercilikten yetişme tek isim olan Okan Müderrisoğlu’nun -muhtemelen dayanamayıp liste dışına çıkarak- sorduğu F-35/S-400 konusunu hiç konuşmamışlar. Ama ABD’deki ırkçılık karşıtı protestoların içinde yer alıp Trump tarafından terörist ilan edilen anti-faşist örgüt Antifa ile Suriye’de ABD’nin müttefiki PKK/YPG teröristleri arasındaki iş birliğini anlatmış. Trump da “Haberim yoktu, bana iletmediler, hemen bakayım” demiş. Bu görüşme sonrası artık Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler yeniden yazılacakmış. Harika! Ama Erdoğan bunları soluksuz anlatırken, daha başlarında şöyle bir es verip, “Tabii aramızda latifeler oluyor, onlara girmeyelim” dedi, zaten stüdyodakiler de sormamıştı.
Ben sormak istiyorum. Şu anda kendi halkına uyguladığı şiddet ve ayrımcılık nedeniyle dünya halklarının tepkisini çeken Trump ile Erdoğan arasında ne gibi “latifeler” yapıldığını gerçekten merak ediyorum.
O mektubu yazan Trump’tan latifeler
Ama daha önce Erdoğan’ın bizlere özellikle duyurmak istediği belli olan bu “latifeler” konusunu araya sıkıştırırken dudağının kenarında beliren o hafif gülümsemenin ne anlama geldiğini sormak istiyorum. O belli belirsiz gülümseme acaba “Bakın koca ABD Başkanı ile artık kanka gibi olduk” anlamına mı geliyor? “Nereden nereye?” anlamına mı geliyor, “Kim derdi ki?” sevincini mi dışa vuruyor? Daha Ekim 2019’da kendisine “kabadayılık yapma, aptal olma” küstahlığında mektup yazmış olan Trump’ın şimdi yola geldiğini mi anlatmak istiyor yoksa?
ABD’de George Floyd isimli siyahi bir kişinin polis memuru Derek Chauvin tarafından 25 Mayıs’ta gözaltına alınırken boğularak öldürülmesi üzerine patlayan protesto gösterilerinin şiddetle bastırılmaya çalışıldığı günlerde, Trump’ın sosyal medya yasakları kararnamesini imzaladığı gün, diplomat Namık Tan bir Tweet mesajı yayınladı. “Türkiye küçük Amerika olacak derken, Amerika büyük Türkiye oldu”. Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmak, 1950’lerde Demokrat Parti iktidarının sloganıydı. Tan ise 2010-2014 yılı arasında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliğini yapmıştı. Hükümet talimatıyla Fethullah Gülen Cemaatine yardım etmekte çekingen davrandığı gerekçesiyle geri çekilmiş, Dışişlerinden emekliliğini istemişti.
“Küçük Amerika, büyük Türkiye”
Umarım, Tan bir yazı yazarak ne demek istediğini kendisi anlatır. Ama benim anladığım, ABD’deki Trump yönetimin, her türlü hak arayışı ve protestonun üzerine şiddetle gitmenin bayraktarlığını yaptığı ve bu yönüyle dünya halklarının nefretini kazanırken bunu zaten yapmakta olan diğer liderlerin gözünde yükseldiğidir. Trump’ın yöntemlerinin Rusya’da Vladimir Putin’den Çin’de Xi Jingpin’e, Hindistan’da Narendra Modi’ye, Filipinler’de Rodrigo Duterte’ye, Brezilya’da Jair Bolsonaro’ya dek pek çok lider tarafından takdirle izlendiği ortada. Onlar zaten kendi halklarına yıllardır böyle davranıyorlar, ama ABD yönetimlerince eleştiriliyorlardı. Şimdi kötülükte eşitleniyorlar.
Acaba bu haldeki Trump ile Erdoğan arasında ne latifeler geçti? Benzetmek gibi olmasın, Trump’ın “Halkın yarısını evde zor tutuyorum” demesine işaretle, kendisinin 2013’te Gezi protestoları sorasında yüzde 50’yi zor tuttuğunu söylediğini mi hatırlatmıştır? Her muhalif çıkışı teröristlik ve darbecilik olarak yaftalama üzerine mi şakalaşmışlardır? Malum, Trump, Antifa hareketini terörist ilan etti ve sıkıyönetim ilanları artık yetmeyince “isyan” yasasını devreye alabileceği konuşuluyor. Yani? Yani, Trump orduyu sokağa indirmeye hazırlanıyor. Trump, Demokrat Parti’yi “radical left” yani “aşırı sol” ilan etti; bu Amerikan sağının lisanında “komünist” ya da “terörist” demek gibi bir şey. Erdoğan CHP’yi terörist ve darbeci ilan ediyor. Gerçekten merak ediyorum Erdoğan ile ince mizah duygusundan pek nasibi aldığı söylenemeyecek olan Trump arasında ne latifeler döndüğünü.
Ayasofya da gündemi değiştiremedi
Koronavirüs Covid-19 arasından sonra Meclis’in 2 Haziran’da yeniden açılmasından bu yana her gün AK Parti-MHP iktidarını perçinleme ve hem muhalefet hem medya üzerindeki basıncı artırmaya yönelik yeni adımlar görüyoruz. Bekçi yasası bunlardan Meclis’e ilk gelen oldu. Son 18 yılını iktidarda geçiren AK Parti neden durmadan yeni silahlı devlet gücü üretir; asker varken, polis, jandarma varken kimi kime karşı korumak için?
Sonra CHP’li Enis Berberoğlu, HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın milletvekillerinin, verilen hapis cezaları nedeniyle (dönem sonu beklenmeden) milletvekilliklerinin düşürülerek hapse gönderilmeleri gündeme geldi. Ancak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bizi sokağa çekip olağanüstü hâl ilan etmek istiyorlar” uyarısıyla o iş tutmadı. HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’dan da “Farkındayız” açıklaması geldi. Ardından gazeteciler Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel gözaltına alındı. Gözdağı boyutu da var. Sahip değiştirttikleri gazete ve televizyonların hâl-i pür melâli’ne bakılacak olursa.
Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “anketlere inanmayın” açıklamasının ardından AK Parti ve MHP oylarının 2018 seçimlerinden bu yana oy kaybettikleri anketleri yayınlanınca, MHP lideri Devlet Bahçeli, müttefiki Erdoğan’ı korumak için devreye girdi. Ulusa Sesleniş konuşması uzunluk ve içeriğindeki mesajında, halkın sinir uçlarıyla oynayan bir mesaj da “Ayasofya’da çan değil ezan sesleri duyulacak” talebiydi. Ayasofya’da zaten 567 yıldır çan sesi duyulmuyordu. Herhalde beklenen CHP’nin, “Hayır Ayasofya’da ezan okunamaz” demesiydi. Ama tam tersine, önce CHP sözcüsü Faik Öztrak çıktı, “Zaten tek adamın kararına bakar. Engel olan mı var, açın” deyiverdi. Böylece CHP-İYİ Parti ittifakı buradan da bölünmedi. Hatta İYİ Parti milletvekili Müsavat Dervişoğlu, Ayasofya’nın ibadete açılması için önerge verdi. CHP destekledi. Ve önerge AK Parti oylarıyla reddedildi. Temmuz’da kendileri getirmek istiyordu ama AK Parti’nin MHP destekli propaganda atağı daha ikinci gününde sönmüş oldu. (*) Gerçekten, Erdoğan Ayasofya’yı ibadete açsa da din üzerinden siyasetin simgesi haline gelen Ayasofya meselesi bitse artık.
İşsizlikten, pahalılıktan konuşulmasın da
Ama mesele sanırım ekonomiyi konuşmamamız. Baksanıza TRT yayınında korona vurmadan önceki ekonomi rakamlarıyla övünüyordu Erdoğan. Bir de müjde verdi. Turizmde koronavirüs nedeniyle doğan açığı sağlık turizmiyle kapatacaktık. Turizm sektöründeki 2020 açığının 25 milyar dolar tahmin edildiğini söyleyen var mıdır Cumhurbaşkanına acaba? Erdoğan, Libya’da ve Suriye’de karşı karşıya olduğumuz ve koronavirüsün en kötü etkilediği ülkelerden Rusya’nın başındaki dostu Putin’den telefonda Rus turist göndermesini istediğini, onun da söz verdiğini söyledi. Almanya ve koronavirüsün en berbat vurduğu ülkelerden İngiltere hâlâ turist göndermeye direniyordu ama yola geleceklerdi.
Acaba Erdoğan, Trump ile karşılıklı latifeler yaparken ABD’den de turist istemiş midir? Malum bir de 100 milyar dolar yıllık ticaret hacmi hedefimiz var ABD ile. Belki ABD’de polis dayağı yiyen ve sağlık sigortası olmayan göstericilere biz bakarız Türkiye’de.
İşsizliğin Covid-19 sonrası gerçek boyutları henüz ortaya çıkmadı. Küçük işletmelerden ne kadarının ayakta kalacağı da henüz ortaya çıkmadı. Ekonominin ne kadar küçüleceği üzerine tahminler yüzde 3,5 ile 5 arasında değişiyor. Ama bizim bunları konuşmamız istenmiyor. Sırf bu ekonomi tablosu nedeniyle dahi gidilmesi intihar teşebbüsü yerine geçecek erken seçim senaryolarını konuşmamız isteniyor. Üç-dört isim dışında hiçbir önemi olmayan kabine değişikliği gevezelikleri etmemiz isteniyor. Son can simidi Ayasofya’yı konuşmamızdı, CHP “Açın bir an önce” deyince o da olmadı.
Acaba sırada ne var? Erdoğan’la Trump’ın kimyaları tutuyor, baksanıza latifeler yapıyorlar birbirlerine. Artık bir oyalanma maddesi de Trump’tan bekleriz jest olarak.
(*) 10 Haziran 2020 saat 00.05’te güncellendi.