Evren Balta, Behlül Özkan Kütahya’dan Afyon’a kavurucu yaz sıcağında yol alırken, İç Ege’nin sararmış ovalarında AKP’nin 2024 yerel seçimlerinde yerleştirdiği reklam tabelaları hala duruyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gururla ufka baktığı fotoğrafının yanında “Türkiye bilir, gerçek belediyecilik AK Parti’dir” yazıyordu. Belki de bu panolar, 22 yıldır iktidarda olan AKP’nin 31 Mart 2024’te yaşadığı hezimetin kendisi açısından trajik,
Sanki görünmez bir el TBMM’nin tatile girip AK Parti’nin kritik oylamalar için MHP’ye ihtiyaç duymayacağı zamanı kolluyordu. İki haber 31 Temmuz gece saatlerinde peş peşe geldi. Önce, saat 23:21’de AK Parti Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş o gün Silivri’de Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve Can Atalay ile Bakırköy Cezaevinde ise Çiğdem Mater ve Mine Özerdem ile
MetroPoll’un Temmuz anket sonuçlarını bekliyordum doğrusu. Çünkü Özer Sencar ile yaptığımız son görüşmede, Haziran sonuçlarına göre 31 Mart seçimlerinde geriye düşen AK Parti’nin toparlamaya, CHP’nin ise yavaşlamaya başladığı izlenimindeyim. Bu arada yayınlanan diğer anketler AK Partinin CHP’nin 2-3 puan altında seyrettiğini gösteriyordu. MetroPoll’ün Temmuz “Türkiye’nin Nabzı” anketi, Haziran ayında kapanma eğilimine giren AK Parti-CHP farkının
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir süredir beklenen kamuda tasarruf önlemlerini 13 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın gözetiminde açıkladı. Her ikisi de bu önlemleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın direktif ve onayıyla hazırladıklarını özellikle vurguladı. Yılmaz ve Şimşek, açıklama sonrasında gazetecilerden soru almadı. Alsalardı, örneğin bu tasarruf önlemleri (bu bağlantıdan ayrıntılarını okuyabilirsiniz) eğer tam olarak uygulanabilirse
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, ardından da iktidarın gayrıresmi koalisyon ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli ile görüşmesi farklı tepkiler doğurdu. Ateş püskürenler de var, alkışlayanlar da. Kimisi Özel’in bu görüşme ile Erdoğan’ın tartışmalı hukuki konumunu meşrulaştırdığını, 31 Mart seçimini kaybettiği bir dönemde hemen erken seçim isteyerek devirmek yerine ona imdat simidi attığını,
‘Ne biçim bir soru bu?”, diyebilirsiniz haklı olarak. Yanıtı normal koşullarda son derece basit: “Halihazırdaki anayasal sisteme göre, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 50’nin üzerinde kim oy alıyorsa ülkeyi de o yönetiyor”. Dışarıdan bakınca da öyle. Yasama, yürütme ve yargıyı adeta tek elden yöneten bir cumhurbaşkanı var. Bir de O’nun, sözlerine “sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ve talimatları çerçevesinde…”
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un verdiği davet oldukça hareketli geçti. 31 Mart seçim sonuçlarının siyasi iklime getirdiği hareketlenme Meclis davetinde kendisini gösterdi. Görünürdeki konu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Anayasayı bir daha değiştirme arzusuydu ama biraz kazıyınca önümüzdeki ayları belirleyecek yeni senaryolar fark ediliyordu. Dikkatler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın CHP lideri
AKP’nin otoriter pazarlığı bu krizi de aşar mı? Bu soru geçtiğimiz Cumartesi günü TÜSES, SODEV ve FES’in birlikte düzenlediği “31 Mart Sonrası Yeni Bir Türkiye Mümkün mü?” başlıklı paneldeki konuşma konumdu. Hem soru, hem de otoriter pazarlık kavramının kendisi uzun bir tartışma doğurunca, konuyu biraz daha açmak istedim. En son söyleyeceğimi en başta söyleyecek olursam,
31 Mart yerel seçimlerindeki yenilginin ardından ilk kez Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sert değişim mesajı verdi, “gerekeni mutlaka yerine getireceğiz” dedi. Yerel seçimlerde AK Parti oy oranlarındaki düşüş ve özellikle büyükşehirlerin muhalefet partilerinin yönetimine geçmesinin ardından Erdoğan’ın nasıl bir strateji izleyeceği, parti içinde ve kabinede köklü