Bugünlerde konuştuklarımız arasında en önemli başlık ekonomi. Krizler çağındayız; küresel ekonomik krizin yanında iklim krizi ve biyoçeşitliliğin yakıcılığı dünya gündeminde arkada kalıyor ancak tüm bu krizler birbiriyle yakından ilişkili. Peki iklim ve biyoçeşitlilik için adım atarsak ekonomiyi de yoluna koyar mıyız? Dünya Bankası’nın raporuna göre, biyoçeşitlilik kayıplarının ülkelerin kredi notlarında düşüşlere, borç krizlerine ve yükselen
Yoğun seçim gündemi ile gerilerde kaldı ancak bu haftanın önemi konularından biri de biyoçeşitlilik, çünkü 22 Mayıs “Dünya Biyoçeşitlilik Günü” idi. Çeşitlilik hayatın tuzu biberiyse, o zaman biyolojik çeşitlilik yaşadığımız gezegendeki ekosistemleri gerçekten baharatlı yapıyor, yaşanabilir hale getiriyor. Biyoçeşitlilik, yalnızca bilim insanlarının değil, aynı zamanda dünya çapındaki politika yapıcıların da büyüyen bir ilgi konusu ve
Bugünlerde aklımızdan çıkarmamız gereken bazı kavramlar var. Yoğun siyasi gündem bu kavramları bize unutturuyor, fakat bu kavramlar siyasetin üstünde ve her zaman aklımızın bir köşesinde olması gerekiyor. Bunlardan biri benim her fırsatta dile getirdiğim biyoçeşitlilik, bir diğeri de iklim ve iklim değişimi. Bunların tamamını bir çatı altında toplamak istediğimizde de sürdürülebilirlik kavramı gündeme geliyor. Sürdürülebilirliği
Türkiye’de 1900 yılından bu yana meydana gelen deprem sayısı yüzün üzerinde. Bu depremler, Türkiye’de ve etkisini gördüğü yakın çevrelerde şu ana kadar yaşanmış en şiddetli depremleri barındırmakta. Yani, deprem bizim coğrafyamız için şüphesiz bir gerçek ve her defasında ülkemizin yaşadığı bilanço ağır maliyetler içermiş. Peki, Dünya’da durum nasıl? Depremin gerçek olduğu coğrafyalar da bu bilançolar
Dünyada tanımlanmış yaklaşık 11 bin kuş türünden 1.480’i küçük ve azalan popülasyon büyüklüğüne sahip oldukları için küresel ölçekte tehlike altında. Bu türlerin 223’ü ise kritik düzeyde tehlike statüsünde; yani, yok olma sınırında. Bu şekilde sınırda olan türlere odaklanmak ve bu türlerin yok olmasını önleyecek tedbirler için çaba harcamak içinde olduğumuz kriz çağında önceliklerimiz arasında olmalı.
Son 100 yılda bilimdeki en önemli araştırmaların birçoğunun kadınlar tarafından yapıldığını ya da bu araştırmaların öncülüğünü kadınların yaptığını biliyor musunuz? Birçoğu bilim tarihinin tozlu raflarında bir yerlerde bilinmeyen isimler olarak duruyorlar. Ben bu yazımda onlardan bazılarının, muhtemelen isimlerini hiç duymadığınız bu bilim kadınlarının kısa hayat hikayelerini paylaşacağım. Bu isimlerin hikayelerini tarihin görünmeyen raflarından alıp ortaya
Günümüz politik sisteminde en çok önemsememiz gereken sorunları hiçbir şekilde konuşmuyoruz. Türkiye’de ne iktidar ne de muhalefet ne biyoçeşitlilik krizini, ne iklim krizini konuşuyor. Bu problemlere yönelik bir plan var mı? Bunu da kimseden duymadık, dolayısıyla bilmiyoruz. Ancak unutmamız gereken bir şey var ki, yaşadığımız gezegen 30 yıl sonra bugünkü halinden uzak yaşanmaz bir gezegen
Bugün yaşadığımız gezegende tek türle temsil edilen tek organizma insan, yani Homo sapiens. İnsan türleri bugüne kadar gezegende toplam 14 farklı türle temsil edilmiştir. Ancak, Dünya’ya yayılmaya başladığımızdan bu yana diğer insansıları ortadan kaldırdık ve artık gezegendeki tek insan türü olarak yaşıyoruz. Artık gezegendeki diğer türler için bir tehdit gibiyiz. İnsanın olmadığı bir Dünya’da yok
Türkiye’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan daimî kar sınırının üzerindeki dağlarda buzullar yer alır. Genellikle vadi buzulu ve buzyalağı buzulu tipinde olan buzulların yanı sıra, Türkiye’nin tek doruk buzulu Ağrı Dağı’ndadır. Yaklaşık 10 kilometrekarelik alanıyla da ülkedeki en büyük buzuldur. Türkiye’nin en büyük vadi buzulu ise ülke içindeki buzulların üçte ikisini bulunduran Güneydoğu Toroslardaki