Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’nın istilası altındaki Ukrayna için “Bizden biri. AB’de görmek istiyoruz” dedi. Leyen’in de kürsü aldığı Avrupa Parlamentosu’nun 1 Mart oturumuna video ile bağlanan Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelensky ise Avrupa’nın Ukrayna’nın yanında olduğunu, Ukrayna’yı üye alarak kanıtlamasını istedi. Aynı gün Ankara’da konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise “Ukrayna’ya gösterdiğiniz hassasiyeti lütfen Türkiye için de gösterin” diye seslendi AB’ye; “Yoksa Türkiye’ye de birileri savaş açıp saldırdığı zaman mı Türkiye’yi gündeme alacaksınız?”
Bu paragraftaki iki falso üzerinde önemsemediğim için değil ama konuyu dağıtmamak için durmayacağım. Birincisi Türkiye’nin özellikle son on yıldır yargı bağımsızlığından basın ve ifade özgürlüğüne, parlamentonun rolüne dek demokratik kalitesindeki gerileme. Diğeri de Leyen’in çifte standart itirafı gibi duran “Bizden biri” ifadesi. Bizden biri derken Ukrayna’daki demokratik ve ekonomik gelişkinlikten çok Hristiyanlık ortak paydasından söz ediyor olmasın Leyen?
Mültecilere bakıştaki ikiyüzlülüğe de geleceğim ama önce Erdoğan’ın AB’ye bağırıp çağırmadan, “lütfen” diyerek çağrısı üzerinde duralım.
Saldırı altında Ukrayna, Türkiye ve AB
Erdoğan 1 Mart’ta Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani-Sadriu ile Beştepe’deki ortak basın toplantısında şunları söyledi:
• “Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne alma gayretlerini de doğrusu takdirle karşılıyoruz. Bu güzel bir gelişme ama AB üyelerine de diyorum ki ‘Acaba Türkiye’yi niçin AB’ne hâlâ almakta endişe ediyorsunuz, tereddüt ediyorsunuz veya almıyorsunuz?”
Aynı Erdoğan bundan bir iki hafta önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konusundaki kararlarını, Anayasamızın 90’ıncı maddesine rağmen tanımayacağını söylemişti. Öte yandan AB’nin geçmişte olduğu gibi bugün de jeopolitik ölçülerle karar verdiği ortada. Türkiye’yi ilgilendiren en yakın örnek, 2004’te Yunanistan’ın Almanya’ya Polonya şantajı yapmasıyla Kıbrıs Rumlarının AB üyesi yapılmasıdır. Biraz geriye gidersek, hiçbir şekilde üyeliğe hazır olmayan Yunanistan’ın 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından “Türk tehdidi” gerekçesiyle 1981’de AB üyeliğine alınmasını bulabiliriz.
NATO’ya da sitem ve yaptırımlar
Erdoğan yalnızca AB’ye değil NATO’ya, aslında NATO’nun lokomotifi ABD’ye de sesleniyordu konuşmasında:
• “Şu anda AB üyesi ülkeler içerisinde savunma sanayinde iş birliği yapmamız gereken ülkeler var ve bu ülkelerin birçoğu aynı zamanda NATO üyesi. Türkiye de bir NATO üyesi. Türkiye’ye vermeniz gereken bu tür araç, gereç, mühimmat, neyse bunları niye vermiyorsunuz? Yine bir savaş mı çıksın, bunu mu bekliyorlar?”
Bu arada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye’nin hem Montrö’yü Rus ve diğer savaş gemilerine Karadeniz’e geçiş izni vermeyerek tam olarak uygulayacağını hem de Rusya’ya ekonomik yaptırım uygulamasına katılmayacağını söyledi. Bu Rusya ile ipleri koparmadan safını Rusya’nın karşısında, Ukrayna’dan yana alan bir tutum. Krizin uzamasının Türkiye’ye hem siyasi hem ekonomik maliyeti ağır olacak çünkü.
Direnişcisine ve istilacısına göre muamele
Yabancı istilaya karşı direnmek her halkın meşru hakkıdır. Türk halkı 100 yıl önce Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya istilasına ve istilacılarla işbirliği yapan Osmanlı Sarayına karşı direniş hakkını Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kullanmış, topraklarını korumuş, bağımsızlığını kazanmıştır. Ukrayna halkının Rusya istilasına karşı direnme hakkı vardır ve meşrudur.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 1 Mart’ta BM’ye (diğer diplomatların protesto ederek oturumu terk ettiği) hitabında, Ukrayna’daki direnişçileri (ülkedeki bir avuç Nazi artığı terörist nedeniyle) terörist ilan etti. Ama aynısını ABD 2003’teki Irak işgali sırasında yapmamış mıydı? Ülkelerinin istila ve ardından işgal edilmesine direnenleri, o zamanlar bir avuç olan El Kaideci nedeniyle terörist ilan etmemiş miydi? Burada cihatçı teröristlerin bütün dünyaya ve o arada Türkiye’ye oluşturduğu tehdidi yok saymıyorum. Aynı cihatçı militanları ABD ve Avrupa Afganistan’da Rus işgaline karşı kahraman saymamış mıdır? Burada sadece çifte standart vurgusu var. Eğer Irak direnişine ABD kökenli kimyasal silah yalanlarıyla başka türlü bakılsaydı, belki El Kaide bu kadar büyümeyecek, içinden IŞİD gibi bir bela çıkmayacaktı.
Mültecisine göre muamele ikiyüzlülüğü
Gelelim mülteciler konusuna. Şimdi İngiltere’de siyasi mülteci olarak yaşayan Iraklı sinirbilimci Dani Beck, Twitter mesajında, bir Arap olarak zamanında ailesini dağıtıp kendisini ülkesine terke zorlayan koşullar üzerine şimdi Avrupa’da oluşan hassasiyeti, gizli ırkçılık vurgusuyla, sarsılarak izlediğini yazıyor. BM, Ukrayna istilası yüzünden bir milyona yakın mültecinin AB ülkelerine doğru yola çıktığını tahmin ediyor. Ama bu sarışın, mavi gözlü mültecilerden kimsenin şikayeti yok. Milyonlarca Suriyeliyi ekonomik kriz ortasında barındırmaya devam eden Türkiye’yle, onları durdurmak için yeni anlaşma yolları peşinde olan AB, Türkiye’yle birlikte yol alıp ekonomik siyasi demokratikleşmesine katkıda bulunarak jeopolitik barışa hizmet etmek yerine ötekileştirmeye devam ediyor.
Sonra AB Konseyi Başkanı Charles Michel Rusya’nın yaptığı “jeopolitik terörizm” diyor. İfade yerinde olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sözcüsü İbrahim Kalın da Rusya’nın Ukrayna üzerinden Batıyla bir “Büyük pazarlık” peşinde olduğunu söylerken benzeri jeopolitik zorbalığa dikkat çekiyor. Ancak AB’nin Türkiye’ye yaptığı da jeopolitik ötekileştirme ve jeostratejik hatada ısrar.
AB’ye düşen jeopolitik adım
Şu anda AB’ye dört üye adayı var. Ezeli aday Türkiye dışında üç Batı Balkan ülkesi, Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Karadağ. Belli ki Ukrayna da buna eklenecek.
Gürcistan Cumhurbaşkanı Salome Zurabishvili, 1 Mart sabahı Fransa’nın Fr24 kanalına, Ukrayna vesilesiyle, Rusya’nın 2008’deki Gürcistan operasyonunu, Güney Osetya ve Abhazya bölgelerini kontrolüne almasını hatırlattı. Gürcistan’ın hem NATO hem AB üyesi olmak istediğini söyledi.
Modern tarihin en başarılı barış ve kalkınma projesi olan AB’ye tıpkı 2004’teki gibi jeopolitik bir adım atmak ve bütün bu aday ülkelerle bütünleşmeyi gündemine almak düşer. 2004’te Avrupa Parlamentosunun da desteği varken Türkiye üye alınmış olsaydı belki BM tarafından İkinci Dünya Savaşından bu yana (Vietnam Savaşı dahil) en büyük yıkım sayılan Suriye iç savaşı da patlamamış olacaktı. Rusya, Suriye savaşı üzerinden yeniden Akdeniz-Orta Doğu bölgesine bütün gücüyle inmemiş olacaktı. Türkiye de şimdi hem siyasi hem ekonomik yönden çok daha ileride bir ülke olarak Avrupa, Orta Doğu ve Kafkasların istikrarına daha fazla katkıda bulunabilecekti.
Rusya’nın, Ukrayna saldırısı hem Avrupa’ya maruz kalabileceği tehdidi hatırlattı hem de Avrupa’nın önünde geleceğe dönük tarihi bir fırsat penceresi açtı. Avrupalı yöneticilerin Ukrayna’yla dayanışmaya içinde ama kendilerini dinsel ve kültürel önyargılardan sıyırarak, Türkiye’nin durumunu bu bakışla gözden geçirmelerinde yarar var.