Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 30 Ağustos’ta İspanya’nın Toledo şehrinde yapılacak Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları Gayrıresmî toplantısına davet edilecek mi? Bugünlerde Dışişleri Bakanlığının hayli yoğun mesaisi içinde bu soru da yanıtını arıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 11-12 Temmuz NATO Zirvesinde İsveç’in üyeliğine şartlı yeşil ışık yakarken dile getirdiği AB ile ilişkileri canlandırma niyeti için bu toplantı bir gösterge olacak.
Türkiye “Gymnich” olarak adlandırılan bu toplantılara en son 2019 Şubat ayında davet edilmişti. Aynı yıl Ağustos’ta yapılan toplantıya Türkiye’nin davet edilmesini Kıbrıs Rum Hükümeti veto etmişti. Veto’yu “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemleri” gerekçesine bağlayan Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı Nikos Hristodulu idi. Artık Cumhurbaşkanı. Bugünlerdeyse “Türkiye’nin AB’yle ilişkilerinin ileriye taşınması için” iki devletli çözüm dışında her şeyi konuşmaya hazır olduğunu söylüyor.
Hristodulu bugün ılımlı konuşuyor ama Türk Dışişleri Bakanı Fidan’ın Gymmich toplantısına davet edilip edilmeyeceği üzerindeki vetosunu kaldırmadı. Diplomasi kaynaklarına göre, ev sahibi İspanya ve Almanya vetonun kaldırılması için çaba harcıyor.
Kıbrıs’ın arkasına gizlenenler
Tabii bu sürecin Türkiye’nin Suriye’de PKK bağlantılı örgütlere sınır ötesi harekâtında kullanılmaması amacıyla İsveç ve Finlandiya dahil Batı ülkelerinde silah satış yasağı koymasıyla aynı süreç olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Bu yasak her iki ülke tarafından da Rusya’nın Ukrayna’ya savaşı ardından NATO üyesi olmak istediklerinde Türkiye’nin rızasını almak amacıyla kaldırılmıştı.
Sadece İsveç ve Finlandiya değil, haklarını yemeyelim. AB ülkelerinin çoğu, 2004 yılında Türkiye’ye verdikleri sözleri tutmayıp Kıbrıs Rum hükümetini Kıbrıs Türklerini de -istekleri dışında- temsilen üye aldıklarından bu yana, nasıl olsa onları kalkan yapıyor, suçu onlara atıyorlar.
Hristodulu’nun bugünlerde Fidan’ı hala engellese de ılımlı konuşmasının birkaç nedeni var.
Birincisi Erdoğan’ın “iki devletli çözüm” Kıbrıs Türk hükümetinin, KKTC’nin resmen tanınması konusunda çağrılarını arttırması. Nitekim dün, 20 Temmuz’da 1974 Kıbrıs harekâtının 49’uncu yıldönümü dolayısıyla Lefkoşe’de yaptığı konuşmada bu çağrıyı yineledi.
İkincisi de Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylaması, Rusya-Ukrayna savaşıyla öne çıkması, ayrıca Doğu Akdeniz’deki dengenin Türkiye lehine dönmesi gibi gelişmeler.
Artan diplomatik yoğunluk
Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis’in NATO Zirvesi sırasında görüşmelerinden gerilimi düşürme kararının çıkmasının da Kıbrıs konusunda olumlu etki yapması beklentisi var ama, geçmiş bu beklentilerin boşa çıkma geçmişidir.
Ancak Doğu Akdeniz’de değişen dengeler Orta Doğu’yu doğrudan etkiliyor.
Erdoğan’ın Kıbrıs’tan dönüşünde, önümüzdeki hafta 25 Temmuz’da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve 28 Temmuz’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Türkiye’de ağırlayacağı açıklandı. (Erdoğan’ın 2006’de İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk girişimi son aşamadayken İsrail’in Gazze ve Lübnan saldırılarıyla ilişkilerin daha Davos tartışması ve Mavi Marmara saldırısı öncesinde bozulduğunu da unutmamak gerekiyor.)
Bu arada Fidan, Ukrayna ile Tahıl Koridoru Anlaşmasından çekilen Rusya’yı geri döndürmek için Birleşmiş Milletler ve gübre konusunda yaptırımlarını esnetmeleri için ABD ve AB ülkeleriyle görüşüyor.
Diğer yandan Ankara’nın İsveç’in NATO üyeliğine “Meclis’e gönderme” şartıyla yeşil ışık yakması ardından Vaşington’da da F-16 konusunda farklı bir çalışma başladığı haberleri geliyor; aynı anda yapalım” türünden. Tabii bir son dakika manevrasıyla yine açıkta kalmazsak…
Fidan davet alsa da
Diğer AB üyeleri Kıbrıs Rum hükümetini -ileride de her zaman tekrarlayabileceği- bu vetoyu, bu defa kaldırmaya ikna etseler ve Fidan, Gymnich toplantısına davet edilse bile bu Türkiye-AB ilişkilerinin düze çıktığı anlamına gelmeyecek.
Kıbrıs, Türkiye-AB ilişkilerindeki en ciddi sorun ama aynı ciddiyette bir sorun daha var.
O da hukuk devleti, çoğulcu demokrasi, insan hak ve özgürlükleri konusu. Bu sorunun en somutlaştığı alanlar ise, Türkiye’nin de kurucularından olduğu Avrupa Konseyi bünyesindeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM). Türkiye 2003-2004 sürecinde Meclis’te AK Parti-CHP işbirliğiyle AİHM kararlarının bağlayıcılığını Anayasaya koymuş olmasına rağmen 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminden bu yana bu konuda da gerilemeler görülüyor. Bunun en somutlaştığı davalar ise Osman Kavala (ve Gezi Davası) ile Selahattin Demirtaş’ın durumu.
Stratejik fayda yetmiyor
Erdoğan belki sadece -Finlandiya ve İsveç örneğinde olduğu gibi- strateji konusunda işbirliği yoluyla AB sürecinde ilerleme sağlanabileceğine inanıyor, bunu zorluyor olabilir. Ancak yıllardır istihbaratın başında bulunan Fidan da şimdi Fidan’ın yerine MİT’in başına geçen eski Baş Danışmanı İbrahim Kalın da Kalın’ın yerine geçen yeni Baş Danışmanı Çağatay Kılıç da neyin ne olduğunu gayet iyi bilen isimler.
Mesele bu manzarayı Erdoğan’a bütün çıplaklığıyla anlatıp anlatamayacakları.