Almanya ve Fransa bir süredir her yıl ortaklaşa İnsan Hakları ve Hukuk Devleti Ödülü veriyor. Bu yıl Türkiye’deki Fransız ve Alman büyükelçiliklerinin ödüle layık gördüğü kişi Diyarbakır merkezli kadın hakları vakfı KAMER’in kurucu başkanı Nebahat Akkoç oldu. Ödül töreni 14 Aralık akşamı Fransa’nın Ankara Büyükelçiliğinde yapıldı.
Gerek ev sahibi, Fransa Büyükelçisi Hervé Magro gerekse Almanya Büyükelçisi Jürgen Schulz, KAMER’in 1997’den bu yana kadın ve çocuk hakları için yürüttüğü çalışmaları övdü. Özellikle Covid-19 salgınının başlangıcından itibaren KAMER en dezavantajlı durumda olan kadın ve çocuklara yardım eli uzatmıştı. Fransa Büyükelçisinin bu ödülü Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olması yıldönümünden birkaç gün sonra vermekten mutlu olduğunu vurguladı. (Atatürk’ün öngörüsüyle 5 Aralık 1934’te pek çok Avrupa ülkesinin önüne geçilmişti; şimdiki haline bakmayın -MY) Akkoç’un ödülü aldıktan sonra yaptığı konuşmada Türkiye’deki eşitlik mücadelesinin, kadınların pandemiyle birlikte şiddete ve eşitsizliğe daha çok maruz kaldığının yanı sıra, göçmen kadın ve çocuklara de el uzatmaya çalıştıklarını vurguladı. Önemliydi.
Benim size anlatmak istediğim sohbet ise ödül töreninden sonraki ikram kısmındaydı.
Dolar kaç lira olur?
Yıllardır insan hakları mücadelesi içinde olan, bunun acısını da çekmiş üç arkadaşla konuşuyorduk. İsimlerini vermeyeceğim, vermeme nedenini de şimdi anlayacaksınız zaten. Ortama gazeteci gelince “Sizde ne bilgiler vardır şimdi” havasına girildi doğal olarak.
Neyi merak ettiklerini sordum. Bir yandan da kendimi Avrupa Konseyi’nin Osman Kavala konusunda Türkiye’ye 19 Ocak’a kadar süre vermesinin Ankara’da pek etkili olmadığını, çünkü hükümetin Konsey’in bir yaptırım gücüne sahip olmadığına inandığını söylemeye hazırlıyordum.
Ama soru beklemediğim yerden geldi: “Dolar kaç lira olur?”
Zaten o konuyu konuşuyorlarmış.
“Ya arkadaşlar” dedim; “Bir insan hakları töreninde, insan hakları savunucularının en merak ettiği konu doların kaç lirada duracağı ise zaten olay bambaşka yere gidiyor, farkında mısınız?”
Acı acı güldük ağlanacak halimize.
Soruyu soran arkadaş, “Haklısınız” dedi; “Hayatlarımızı o kadar etkiliyor ki, her şey elimizden kayıp gidiyor adeta.”
Geçim derdi sabit gelirlileri, dahası düzenli geliri olmayanları fena vuruyor. Kira, yakıt, okul derken insanların aklını adeta esir alıyor.
İnsan hakları ve insanca yaşama hakkı
İnsan hakları nispeten yani bir kavram. Her insanın doğuştan eşit haklara sahip olduğu ilkesi uluslararası hukuktaki yerini ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında bulabildi. Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi, Birleşmiş Milletler’in kurulmasının ardından 1948’de kabul edildi. Düşünün ki ABD’de ırk ayrımının kâğıt üzerinde de olsa ortadan kalkması 1969’u bulmuş; ABD’nin aya insan gönderdiği yıl. Kadın-erkek eşitliği, bugün Türkiye dahil pek çok ülkede kâğıt üzerinde kalıyor, mücadele gerektiriyor; bir kısmındaysa kâğıt üzerinde de değil.
Bildirgenin 25. maddesi her insanın asgari hayat seviyesinde yaşamaya hakkı vardır diyor. Ancak bu koşullar altında dahi insanca yaşama hakkının yanında gelirin adil dağılımının da insan hakları kavramı içine girmesi gerektiğini görmemiz gerekiyor.
Geçim sıkıntısı çekmeyen insan özgürce politika yapabilir. Aksi halde aklı oradadır. İnsanları geçim, güvenlik ve özgürlüklerinden biri arasında tercih yapmak zorunda bırakmak tehlikelidir. En kolay vaz geçilen hak ve özgürlükleri olacaktır. Onu güvenlik izler; hayatta kalmak en temel içgüdüdür. Yakın Avrupa tarihindeki Nazizm, Faşizm bunun açık örnekleri sayılır.
Bizleri bir insan hakları toplantısında dolar konusunda konuşmak durumunda bırakanlar bu işin nereye gidebilceğini ve herkesi yakabileceğini de görmeli.