AK Parti’nin önceki Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya üzgün. Çünkü, “Ayasofya’nın zincirlerinin kırıldığı, tüm dünyanın Türkiye’yi konuştuğu tarihi bir atmosferde” kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin gündeme getirilmesini “manidar” buluyormuş. Bir partidaşı Kaya’ya İstanbul Sözleşmesini gündeme getirenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olduğunu söylese iyi olur. Ve Türkiye’nin şu sıralar dünyada konuşulduğunda tek konunun Ayasofya olmadığını. Anlaşılan
AK Parti, Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’a dava açmaya “hazırlanıyormuş”. O da demiş ki “helal olsun, biyografime yazacak bir hatıra daha”. AK Parti ne zamandan beri bu kadar titizleniyor kadın üyelerine alenen “fahişe” diyenlere dava açmakta? Dava açacaklarından da, günümüz ortamında herhangi bir savcı ya da hâkimin bu ahlâksız saldırganlara ceza vereceğinden de emin değilim, çünkü
Hükümet bizleri Ayasofya gibi, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi gibi, internet yasakları gibi gündemlerle meşgul ediyor ama bu alışıldık dikkat dağıtma alanı olan dış politikada bir şey olmadığı anlamına gelmiyor. Tam tersine çok şey oluyor ama galiba artık dış politikada bize söylenmeyenler, söylenenlerden fazla olmaya başladı. Galiba bunun nedeni de dış politikada şu sıra fetih
29 Temmuz sabahına sosyal medya düzenlenmesinin yasalaştığı haberiyle uyandık. Sağ olsunlar, iktidar ve destekçisi partinin millet vekilleri bizi koruma ve kollama görevlerini çok ciddiye aldıkları için sabahlayıp güne yepyeni bir mutluluk ile başlamamızı sağladılar. Şöyle bağırmak istiyorum; Sansüre özgürlük! Yaşasın Yasaklar!Elbette benim sade bir vatandaş olarak onlardan sabahlamalarını beklediğim tek konu zaten 400000 adet yasaklı
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a “Atatürk’e lanet” tartışması konusunda verdiği destek aslında bir “sarı kart” sayılmalı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin iktidar ortağı sayılan Bahçeli 27 Temmuz tarihli uzun beyanında, Erbaş’ın Ayasofya “minberinde yaptığı değerlendirmeleri bağlamından koparıp Atatürk’e lanet şeklinde tavzih ve tevil edenler bu ülkeye en büyük kötülük yapan
Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması değil, onu siyasi-askeri bir bayrak gibi elde kılıç açmaktır Cumhuriyet değerlerine saldırı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın bir tek ismini vermeden Atatürk’e lanet okuyup, sonra açıkça “Atatürk’ü kast etmedim” dahi demeden laf cambazlıklarıyla “Nereden çıkarıyorsunuz yahu?” zeytinyağlığıdır. “Cinayetleri durdurun” diyen kadınlara girişen polisin, “Şeriat isteriz” yürüyüşü yapanları durdurmamasıdır. Cumhurbaşkanı
Ayasofya’nın yeniden ibadete açıldığı 24 Temmuz günü Cuma namazına 350 bin kişi katılmış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beyanına göre. Fatiha suresini kendi okudu. Milletin “on yıllara sâri hasretinin dindiğini” ilan etti. Bunun Cumhur İttifakı sayesinde mümkün olduğunu söyleyerek MHP lideri Devlet Bahçeli’nin payını verdi. Sonra hutbe için minbere Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş çıktı. Elinde bir
2018 seçimlerinden sonra Cumhur İttifak’ının ideolojik yapısının da bir sonucu olarak muhafazakâr ve milliyetçi hassasiyetler bir anlamda pompalanarak gündemde yükselmektedir. İstanbul Sözleşmesine muhalefet, Ayasofya’nın ibadete açılması sonrasında yükselen bir şeriat ve hilafet tartışması, internetin zapturapt altına alınması taleplerini aynı başlık altında değerlendirebiliriz. Bu hassasiyetlerin kamu politikalarına yansıtılmasında oydaşma bulunamayabilir. Ama bulunamadığı durumlarda da ısrarla sadece
Türkiye’de artık her gün binlerce irili ufaklı sosyal medya mahkemesi kuruluyor. Milyonlarca insan adaleti sosyal medyada arıyor. Bunun pek çok sebebi var. Öncelikle eğer bir hashtag “trend topic” olur ve orada uzun süre kalmayı başarırsa gündemi belirliyor. Gündemi belirleyen hashtag ise tüm toplum kesimleri tarafından daha çok dikkate alınıyor. Daha çok dikkate alınan konu ise









