Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 8 Mart’ta Vaşington’da ABD’li karşıtı Antony Blinken ile görüşmesi ve diğer temaları ardından düzenlediği basın toplantısında “Pozitif bir gündemle yeni bir sayfa açarak yolumuza devam etme imkânı var” dedi. Türkiye-ABD ilişkileri “mazisi olan” bir ilişkiydi, “Geçmişte pek çok krizler” yaşamıştı ve o “krizleri yönetme” konusunda da iki ülke arasında bir “hafıza ve refleks” vardı.
Gerçekten de görüşme ardından yayınlanan ortak bildiride, NATO zemininde sağlanan İsveç’in üyeliği ve Yunanistan’a F-35 satışına karşı F-16 satış anlaşmasının bu yeni bir sayfa açılmasına dair geniş bir çerçeve çizdiği anlaşılıyor. Görüşmeleri yalnızca siyasi ve askeri boyutta kalmayacağı, ekonomik ilişkilerin krizden çıkma perspektifi taşıyacağı önceden tahmin edilebiliyordu. Ancak ortak bildirinin taşınabilir nükleer santraller diyebileceğimiz “Küçük Modüler Reaktörler” ayrıntısına dek inebileceğini tahmin etmek kolay değildi.
Ortak bildiride işbirliği ve verim vadeden tabloya karşın, on yıldır ağır sınamalardan geçen ilişkilerin o kadar da kolay yoluna girmeyeceğinin işaretleri de saptanabiliyor.
Yeni sayfa önündeki engel
Fidan, Türkiye ile ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açma önündeki en büyük engeli aslında basın toplantısında şöyle ifade ediyor:
• “ABD’nin YPG/PKK’ya verdiği desteğin sadece silah değil. Bunun yanında aktarılan kapasite, verilen eğitimler ve oluşturulan kurumsallaşma Türkiye için tehdit.
• “Türkiye Cumhuriyeti devleti, sınırları içerisinde veya dışında kendine tehdit oluşturan bütün tehdit ve terör odakları ile meşru ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde savaşmaktadır ve savaşmaya devam edecektir.
• “Geçici olarak başlattığınız bu sürecin artık bir kalıcılığa dönüşmesinin iki ülke arasındaki stratejik ilişkinin ilerlemesinin önündeki en büyük engel olduğunu söyledik. Bunun bir an önce son bulması, buna bir çözüm getirilmesi gerekiyor, aksi takdirde iki ülke daha büyük bir karşı karşıya geliş riskini taşıyor terör örgütü üzerinden.”
Yeterince açık değil mi? Fidan, ABD’nin IŞİD’le (DEAŞ) mücadele adına PKK’nın Suriye koluna verdiği desteğin, ilişkilerin gelişmesi önündeki “en büyük engel” olduğunu, “bir an önce son bulması” gerektiğini Blinken’a da söylediğini söylüyor.
Nasıl bir ortak mücadele?
ABD tarafı bu defa işi -en azından kâğıt üzerinde- geçiştirmemiş görünüyor. Ortak bildiride “Türkiye-ABD Terörle Mücadele İstişarelerini yeniden başlatmıştır” deniyor. Fidan ile aynı günlerde Vaşington’da bulunan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Fidan-Blinken görüşmesi öncesinde CIA Başkanı William Burns ve diğer güvenlik makamlarıyla görüşmüş olduğunu hatırlatalım.
Terörle mücadeleye Türkiye’nin verdiği öncelik “yeni sayfa” rehberi sayılabilecek ortak bildiriye de yansımış. Şu cümleyi tahlil edelim:
• “İki Bakan Türkiye-ABD ilişkilerinin bölgesel öncelikler, terörle mücadele, savunma işbirliği, ekonomik büyüme, ticaret, enerji güvenliği ve iklim değişikliği ile insanlar arası bağlar dahil olmak üzere çeşitli alanlarda güçlendirilmesini ele almıştır.”
Bölgesel öncelikler belli: Gazze Krizi, İsrail-Filistin, Ukrayna-Rusya, Azerbaycan-Ermenistan ve (aslında PKK meselesine doğrudan bağlı olan) Suriye.
İkili ilişkilerde “terörle mücadele”, savunma işbirliğinden de ticaret hacminin büyütülmesinden ve iklim değişikliğiyle mücadeleden de önde sayılmış.
Terörle mücadeleyle kast edilen
Peki, terörle mücadeleden iki taraf da aynı şeyi mi anlıyor? PYD/YPG’nin başka her yerde terörist saydığı PKK’nın Suriye kolu olduğunu bilen ABD’nin onlardan 2015 yılında ayrı isimde örgütlenmeye gitmelerini isteyerek hülle yaptıkları, 2017 yılında ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas tarafından açıklanmıştı. Thomas bunu “Bir de kendilerine demokratik demişler” diye Aspen Forumunda dinleyenleri güldürerek açıklamıştı; Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) kast ediyordu.
Aslına bakarsanız, Türkiye-ABD ilişkilerinde zincirleme sorunların yaşandığı son “on yıldan” bahsedilmesi de rastlantı değil.
“On yıl” vurgusu boşuna değil
On yıl geriye gittiğimizde 2014’te Barack Obama’nın başkanlığı döneminde yaşanan Kobani Krizini buluyoruz; o dönem Başkan Yardımcısı da şimdiki Başkan Joe Biden idi.
Türkiye’nin IŞİD’le mücadele için önce PKK ile mücadeleyi şart koşması ABD’nin de “Önce IŞİD” demesi zincirleme krizlerin yaşandığı ve Türkiye’nin (açıktır ki ABD’den fazla) zararına işleyen sürecin başlangıcı oldu. Ne Vaşington ne Ankara o noktada “ikisiyle birden” diyemedi.
ABD Suriye’nin PKK kolunu desteklemeyi kesebilir mi? Güvenlik kaynakları ABD’nin SDG güçlerini asıl olarak IŞİD’e ya da Türkiye’ye karşı değil gerek duyulduğunda İran’a karşı İsrail’in ileri cephe savunması için desteklediği iddiasında. Fidan’in “bir an önce son bulmalı” dedikten sonra “bir çözüm bulunmalı” diye eklemesinin de bir anlamı olduğu kanısındayım.
Türkiye’nin son dönem Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle artan -hatta Fidan Irak’tayken de devam eden- ilişkileri bir “çözüm” adresi olabilir mi?
Yeni sayfa açmak kolay değil, öncelikle mevcut güvensizlik ikliminin aşılması gerekiyor.