Hakan Fidan 5 Haziran’da Dışişleri Bakanlığını “Bilkent Üniversitesinden sıra arkadaşı” Mevlüt Çavuşoğlu’dan devraldı. Milli İstihbarat Teşkilatını (MİT) 13 yıl yönettikten sonra aslında son 20 yıldır bir şekilde içinde olduğu Türk dış politikasının başına geçti.
İstihbarat ve diplomasi dünyası çoğu zaman iç içedir. Richard Moore’un İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği görevinden sonra -aslında gençlik yıllarından beri parçası olduğu- İngiliz dış istihbarat servisi MI6’nın başına geçtiğini, Fransa gizli servisi DGSE’nin başında da önceki Fransa Büyükelçisi Bernard Emié’nin bulunduğu biliniyor. (Fidan her ikisiyle de hem büyükelçilikleri hem de casus şeflikleri döneminde çalıştı.)
Amerikan istihbarat servisi CIA’nın başkanlığını yapan (Baba) George Bush daha sonra ABD Başkanı seçilmişti. Donald Trump döneminde Mike Pompeo’nun önce CIA Başkanlığı ardından Dışişleri Bakanlığına getirilmesi örneği de var. Ancak Pompeo’nun daha önce bir istihbaratçı geçmişi yoktu.
İstihbarat, operasyon, diplomasi
Fidan’ın hem istihbaratçı hem operasyoncu geçmişi var.
Başbakan Müsteşar yardımcısı olduğu dönemde makamında yaptığımız bir sohbeti hatırlıyorum. Ara sıra sohbeti nezaketle kesip telefonla komşu ülkelerden birinde yürüyen bir lojistik operasyonu yürütüyordu. Türkiye’nin 2009-2010 yıllarında -uzun yıllardan sonra- BM Güvenlik Konseyi üyesi olmasında Dışişleri Bakanlığı kadar Fidan’ın adam-adama-markaj mantığıyla bazı ülkelerin oyunu alabilmek için yürüttüğü perde gerisi operasyonların rolü oldu. Bazılarını o sıralarda Bilkent Üniversitesinde verdiğim Uluslararası İlişkiler ve Medya dersime konuk olduğuna öğrencilerimle paylaşmıştı. O dönem bir yandan Türkiye’yi Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) yönetiminde temsil ediyor, İran’la nükleer görüşmelerde “şerpa”, yani ön diplomasi temsilcisi olarak çalışıyordu.
Bu işlevi nedeniyle İsrail istihbaratı hakkında “İran’ın adamı” söylentisini çıkardı. Ama Soli Özel’in T24’de Cansu Çamlıbel’e söylediği gibi, “Sonra İsraillilerin “en muteber adamı” oldu”.
Daha MİT’in başına geçmemişken, Müsteşar Yardımcısı sıfatıyla PKK ile Norveç’in Başkenti Oslo’da yürütülen gizli görüşmelerde yer aldı. Emre Taner’in emekli olmasıyla 2010’da Erdoğan onu MİT Müsteşarlığına atadı.
En genç ve ilk mektepli casus şefi
Fidan 42 yaşıyla Türk istihbaratının başına geçen en genç devlet görevlisi oldu.
Diplomasi kökenli siyasetçi Mehmet Ali Bayar’ın Türkiye’deki akılcı analiz eksikliğine koyduğu ve benim de katıldığım bir saptaması var: olayları ve kişileri bugünkü halleriyle değil, geçmişteki hallerini esas alarak değerlendirme yanılgısı. Bu yanılgı içinde olanlar Fidan MİT Müsteşarı olunca onun devlet görevine askeriyede Astsubay Başçavuş olarak başlamış olmasını küçümsediler.
Fidan ise NATO istihbaratında da çalıştığı bu işi sırasında ve 2001’de istifası sonrasında kendisini akademik olarak geliştirmişti. ABD’deki Maryland Üniversitesinin Yönetim ve Siyaset Bilimi bölümünü bitirmiş; Ankara’daki Avustralya Büyükelçiliğinde siyaset ve ticaret müşaviri olarak çalışırken Bilkent Üniversitesinde “Dış Politikada İstihbaratın Yeri” konulu yüksek lisans çalışmasına başlamıştı.
AK Parti’nin 2002’de iktidarı ardından 2003’te TİKA yönetimine getirildikten sonra da yine Bilkent’te -2006’da tamamlanacak- doktora çalışmasına başlamıştı. Konusu “Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı” idi. ABD, İngiltere ve Türkiye’de istihbarat sistemlerini karşılaştırmalı olarak çalıştı.
Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nda daha ayrıntılı olarak işlemiştim; Fidan, Türk istihbaratının başına istihbarat ve diplomasi çalışarak gelmiş “alaylı” değil “mektepli” olan ve bu işe daha baştan “talip” ilk “Reis” oldu.
PKK, Suriye ve Fethullahçılar
Fidan’ın özgeçmişi ilk bakışta bu iş için hazırlanmış bir proje gibi duruyordu ama kendini sebatla geliştirdiği inkâr edilemezdi.
Erdoğan’ın “istihbarat reisi” olarak ona verdiği ilk görev, akim kalan Oslo süreci ardından PKK ile diyalogu canlandırmak oldu. Bu defa araya yabancı ülkeler alınmayacak, süreç “yerli ve milli” yürütülecekti. O sırada 2011’de Suriye iç savaşı başlamış ve Erdoğan -önceleri ABD, Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte- “kardeşim” dediği Beşar Esad’ı devirmek için ayaklanan radikal İslamcı örgütlere destek kararı almıştı.
PKK’yla diyalogun içeride ve dışarıda bazı kesimleri nasıl rahatsız ettiği -o zamana dek Ergenekon, Balyoz gibi davalarla AK Parti’yle iç içe görünen Fethullah Gülen örgütlenmesinin 2012 Şubat ayında Fidan’ı PKK’yla işbirliği zannıyla sorgulamak istemesiyle açığa çıktı.
AK Parti ve Fethullahçıların yolları Fidan olayıyla ayrılmaya başladı.
Bunu 2014 Ocak ayında MİT’in Suriye’deki silahlı gruplara kamyonlarla gönderdiği malzemenin bir jandarma operasyonuyla ifşa edilmesi izledi.
Türkiye’deki en büyük casusluk olayı
Ama asıl bomba Mart 2014’te patladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun odasında, Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler arasında 13 Mart’ta yapılan gizli Suriye toplantısının ses kayıtları 26 Mart’ta, yerel seçimlere birkaç gün kala YouTube üzerinden yayınlanmıştı. Kayıtlarda Fidan’a ait olduğu öne sürülen sesin, Süleyman Şah türbesini taşımak için askeri operasyon gerekirse Suriye’ye “dört adam gönderip sekiz füze” attırabileceğini söylediği duyuluyordu. 15 Temmuz 2016 askeri darbesini izleyen günlerde kaydın Orgeneral Güler’in Özel Kalem Müdürü tarafından toplantıya getirdiği çantasına yerleştirilen cihazla alındığı, yine MİT çalışmasıyla ortaya çıkarılmıştı. O yarbayın 15 Temmuz gecesi genelkurmay önündeki askerlerle çatışırken öldürüldüğü bilgisi verilmiş ve dosya -gölgede kalan ayrıntılarıyla- kapatılmıştı.
Gül’ün AK Parti’ye dönüşünün önünü kesmek için Erdoğan tarafından halefi yapılan Davutoğlu 2015 Haziran seçimleri öncesinde Fidan’ı milletvekili yapmak istemişti. Fidan bunun üzerine MİT’ten istifa etmiş ancak Erdoğan “sır küpüm” ve “kara kutum” dediği Fidan’ın MİT’in başından ayrılmasına şiddetle karşı çıkıp işin başına dönmesini istemiş, Fidan da bu çağrıya uymuştu.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun yolları da Fidan olayıyla ayrılmaya başlamıştı.
Artık o odada, ama yalnız değil
Fidan artık 2014’te Türkiye’deki -bilinen- en büyük casusluk vakasına sahne olan o odada çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe konuşmasında Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ ilkesini “içe kapanarak, hadiseleri tribünden izleyerek değil, girişimci ve insani diplomasinin etki alanını daha da genişleterek” sürdürme işinin uygulayıcısı Fidan olacak.
O nedenle Fidan döneminde Türk dış politikasının tarihinde ilk kez operasyonel istihbarat siyasetiyle aynı elden yönetilmesine tanık olabiliriz. Dış politika analizlerini önemsediğim Soli Özel’in, yine aynı T24 söyleşisinde “Yurtdışında edindiğim izlenim; Fidan’ın sözüne güvenilir, ciddi, profesyonelliği ciddiye alan birisi” olarak görüldüğü gözlemi önemli. Bunda 2018 Ekim ayında Suudi Arabistan2ın Istanbul Başkonsolosluğunda öldürülen Cemal Kaşıkçı olayının çözülmesindeki uluslararası rolünün payı var. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2022’de Kaşıkçı dosyasını ilişkileri düzeltmek amacıyla Riyad’a teslim etmesi manevrasından bağımsız olarak söylüyorum.
Fidan bu siyasetin uygulanmasında yalnız da olmayacak. Fidan’ın yerine MİT Başkanı olarak 5 Haziran’da atanan Erdoğan’ın Dış ve Güvenlik Politikaları Baş Danışmanı -ve sözcüsü- İbrahim Kalın da istihbarat, güvelik ve diplomasinin iç içe geçmiş modellemesini yıllardır uygulayan bir devlet görevlisi.
Tıpkı Erdoğan’ın kabinesine Hazine ve Maliye Bakanı olarak Mehmet Şimşek’i alırken Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak bir başka iktisatçıyı, Cevdet Yılmaz’ı ataması gibi, bu yeni dış politika anlayışını yürütme işini de güvendiği iki kurmayına, birlikte vermiş görünüyor. Bu yaklaşımda hem iş birliğini teşvik hem de karşılıklı denetim ihtiyacının izleri var.