Emekli Büyükelçi
Feodalite, Orta Çağ döneminde kilisenin de baskıyla Avrupa’daki toprak sahiplerinin kendi arazileri üzerinde yaşayan insanlar üzerinde hak sahibi olmasını öngörmekteydi. Bu düzen Fransız İhtilalinden sonra kıtayı tedricen terk etti. Türkiye başka bir tarihsel kalıba sahip. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan ‘Ağa’lık sistemi ise, Avrupa’daki Feodal düzenin Anadolu topraklarında Şıh, Bey, Aşiret Reisi, vb gibi ad ve
Orta Doğu, güvenlik, ekonomik, kültürel, tarihi ve insanlık ilişkilerimiz açılarından dış politikamızın yaşamsal alanlarından birini oluşturuyor. Dolayısıyla bu bölgeye yönelik politikalarımızın iyi anlaşılması yararlı olabilir. Türkiye’nin Orta Doğuda, AKP öncesinde ve sonrasında izlediği dış politikalar arasında bariz bazı farklılıklar dikkat çekiyor. AKP iktidarından önce Türkiye, AKP iktidarından önce Orta Doğu ülkelerinin her biriyle, genel olarak
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle göğsümü kabartan) değerli bilim insanımız Daron Acemoğlu geçenlerde yine değerli gazetecilerimizden Fatih Altaylı ile yaptığı bir söyleşide, Atatürk’ün gerçekleştirdiği siyasi, sosyal ve kültürel devrimler arasına, elinde siyasi gücü olduğu (örneğin laiklik ilkesini getirdiği) halde, örneğin laiklik ilkesini, demokrasi devrimini neden
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 1957’de Roma Antlaşması ile altı devlet olarak kurulmasından başlayarak, çevresindeki benzeri bölgesel kuruluşları tabir caizse birer ikişer yutarak, kıtada ve ötesinde AB adı altında ve bir bütünleşme süreci hedefiyle devasa bir ekonomik ve siyasi güce erişti. Aynı genişleme dinamiğini, Avrupa’da ve dünyada başka birlikteliklerde de görüyoruz. Bunlar arasında 1949’da ABD ve
Avrupa Birliği, bilindiği gibi, önce Ortak Pazar adıyla altı devletle kurulduğu 1957’den bu yana, halihazırdaki birçok sorununa rağmen son 70 yılda büyük bir ilerleme gösterdi. Hem derinleşme, hem de genişleme şeklinde gerçekleşen bu ilerleme, bir aşamanın diğerini hazırlamasını öngören ve adım adım ilerleyen “incrimental” bir yöntemle gerçekleşti. Bugün Avrupa kıtasının büyük bölümünü kapsayan demokrasi, özgürlük,
Dünyamız halen yeniden şekillenme sancıları içinde. Bu sancıların yakın ve uzak çevremizde yarattığı istikrarsızlık ve belirsizliklerin Türkiye’yi, barış ve işbirliğine dayalı, istikrarlı dış politika çizgisinden uzaklaştırmaması gereğini önceki yazılarımıza çeşitli vesilelerle dile getirmiştik. Bugün geldiğimiz noktada bu lüzum kendini her zamankinden daha fazla hissettiriyor. XXI. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken tüm dünyaya hızla hakim olan kutuplaşmaların,
Irak bağımsızlığına kavuştuğu günden beri, Güney Doğu’muzdaki bu sınır komşumuzla başta insani bağlarımız olmak üzere, iç içe geçmiş olan ilişkilere sahibiz. Amerika’nın işgaline uğrayan bu talihsiz ülke halkının neredeyse 30 yıldan beri maruz kaldığı insanlık dramının ve çektiği ıstıraplarının son bulması, yeniden inşası, ekonomisinin canlanması ve toprak bütünlüğü içinde egemen bir devlet olarak dünyadaki onurlu
Anayasa’mızın değiştirilemeyen ilk dört maddesi (*) yürürlükte. Ancak devlet yönetimimiz ve vatandaşlarımızın hatırı sayılır bir bölümü gerçek hayatta gündelik yaşantılarını halen bu maddelerle uygunluk içinde sürdürmüyor. Bu tespite Anayasa’mızın Eğitim ve Öğretimle ilgili 5. Maddesini de dahil edebiliriz. (**) Çünkü eğitim ve öğretim, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılmazsa Anayasa’nın değiştirilmesi mümkün olmayan ilk
2005 yılından bu yana siyasi işgal altında bulunan Gazze’nin yönetimini elinde bulunduran Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e ani saldırısının ardından gelişmeler, her iki tarafta da büyük can ve mal kayıplarına yol açarak bölgesel ve küresel, siyasi ve stratejik dengeleri alt üst etmekte. Bu maddi ve manevi yıkım Gazze halkı için inanılmaz acılar ve maddi zararlar
Ülkelerin iç ve dış politikalarını birbirinden ayrı değerlendirmek sağlıklı sonuçlar vermez. Türkiye gibi dünya jeopolitiğinde önemli yer tutan bir devletin iç politika alanında yaşadığı evreler hakkıyla anlaşılmadan bu evrelerin o ülkenin dış politikasını nasıl şekillendirdiği ve dolayısıyla dış politikasının dünyadaki stratejik değişiklikler üzerinde, eğer varsa, etkilerine dair doğru bir hüküm kurmak da mümkün olmaz. Bu