TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki seyri açısından kritik önemde. TBMM Başkanı Kurtulmuş, Komisyonun 5 Ağustos’taki açış konuşmasında amacın yeni Anayasa yazmak ya da hukuk reformu olmayıp, mealen, PKK’nın silah bırakıp kendini feshetmesi yoluyla Kürt sorununa Meclis çatısı altında siyasi çözüm koşullarını sağlamak olduğunu söylemişti. Kurtulmuş,
Dün, 1 Aralık, Ankara’da “Ortak Geleceğe Birlikte Bakmak” başlıklı bir çalıştay vardı. Diyarbakır merkezli araştırma kuruluşları Rawest ve Kurdish Studies Center ve İzmir merkezli Bayetav tarafından ortaklaşa düzenlenen çalıştaya, siyasi partiler, iş ve sivil toplum örgütleri, araştırma kuruluşları ve medyadan 60 kadar isim katıldı. Son zamanlarda katıldığım fikir çeşitliliği ve tartışma kalitesi en yüksek bu
Çelişkiler içindeyiz. Bir yandan PKK ile diyalog içinde Kürt sorununa siyasi çözümle demokrasiyi geliştirme iddiası içindeyiz. Diğer taraftan AİHM kararlarına rağmen Kürt siyasetçi Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmaya devam ediyor, gazeteci Fatih Altaylı’yı sırf daha sonra benzeri lafların söylenmesini caydırmak için, ibret olsun diye hapis cezasına çarptırıyor, muhalefeti yargı kararları ile hizaya getirmeye çalışıyoruz. Çelişkiler İçindeyiz
“Tabii ki biz CHP’nin gitmesini çok önemsiyoruz. Çok da istiyoruz. Gitmemelerini biz bir eksiklik olarak görüyoruz. Bu konuda yine ümit ediyoruz ki fikir değiştirilir ve gidilir.” Bu sözler DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’na ait. Dün, 23 Kasım’da Suriye sınırında, Hatay’ın Defne ilçesinde düzenlenen bir panelde konuştu ve devamında şunları da söyledi: • “CHP’nin
MHP lideri Devlet Bahçeli günün bombasını patlattı: İmralı’ya kimse gitmezse kendisinin gideceğini, adını anmadan PKK lideri Abdullah Öcalan ile bir masa etrafında konuşmaktan çekinmeyeceğini söyledi. Bahçeli, bu açıklamayı yine kritik bir zamanda yaptı. Bahçeli’nin bu açıklaması, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ilk kez 30 Ağustos 2024 Zafer Bayramı konuşmasında söylediği “iç cepheyi tahkim” hedefi çerçevesinde, bir ay
DEM Partili Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın 30 Ekim’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüştükten sonra İmralı Cezaevine PKK kurucu lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeye gideceği 3 Kasım günü, kıdemli Kürt siyasetçi Ahmet Türk’ün, iktidara yakın Sabah gazetesinde bir mülakatı yayınlandı. Türk, Tuba Kalçık’la mülakatında bu “çözüm sürecinin” öncekilerden farklı olduğunu, sonuca ulaşabileceğini söylerken “Bugüne kadar Mustafa
PKK, Türkiye’deki “tüm güçlerini” geri çekmeye başladığını açıkladı. Açıklama 26 Ekim’de PKK’nın üst kadrosundan, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok tarafından Kuzey Irak’ta yapıldı. Ok, silahlı militanların Irak’a çekilme işleminin sürmekte olduğunu, çekilenlerden bir kısmının da açıklama sırasında hazır bulunan toplam 25 üst düzey PKK militanları arasında bulunduğunu söyledi. Açıklamaya iktidardan ilk tepkiyi veren AK
Türkiye’de “barış” konuşuldukça sessizlik derinleşiyor. Kimse yüksek sesle “barışa karşıyım” demiyor; fakat barış ufku belirdiğinde görünmez direnç hatları anında çalışıyor. Aynı refleksi demokraside de görüyoruz: “daha çok demokrasi” söylemi alkış topluyor, ama iş kurallara, kurumlara ve hesap verebilirliğe geldiğinde frenler çekiliyor. Barıştan korkmakla demokrasiden korkmak arasındaki benzerlik tam da burada: her ikisi de mevcut güç
Görünen o ki, barış süreci ağır aksak da olsa en azından Meclis’teki “Terörsüz Türkiye” Komisyonu üzerinden ilerliyor. Umutla, temkinle, bazen de kuşkuyla… Ancak bu tartışmanın gölgesinde kalan çok önemli bir konu var: PKK’nın geçmişteki kimliği, eylemleri ve bu örgütün neden olduğu acıların bugünkü barış söylemiyle nasıl ilişkilendirileceği. Yıllardır hem Türkiye’nin siyasi ve güvenlik kurumları hem









