Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için 14 Haziran NATO zirvesinin en önemli anlamı ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesiydi. Biden zaten 23 Nisan’da -beş ay beklettikten sonra- Erdoğan’a 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı anma günü olarak tanıyacağını söylemek için açtığı telefona “NATO’da yüz yüze görüşürüz” diye açmıştı. Böylelikle Erdoğan’ın bu görüşmeye bütün kilitleri açacak bir anahtar olarak bakmasını sağlamıştı; bu durum Erdoğan’ın 24 Nisan kararına misillemede bulunmamasında da etkili olmuştu. (Diğer etken, Merkez Bankası ve kamu bankaları elinde, böyle bir misilleme halinde yaşanabilecek döviz krizini göğüsleyecek yeterli kaynağın olmamasıydı.) Dolayısıyla 14 Haziran NATO temasları Türkiye’ye ne getirdi, ne götürdü sorularına bir de Erdoğan’a ne getirdi, ne götürdü sorularını eklememiz ve Biden ile görüşme çerçevesinde bakmamız gerekiyor.
Yani Erdoğan’ın Brüksel’e gitmeden önce Biden ile görüşmesinde muhakkak gündeme getireceğini söylediği 24 Nisan kararı, aHaber muhabirince sorulduğunda “Hamdolsun gündeme gelmedi” demesindeki dağınıklık ve yorgunluğa da bu açıdan bakmamız gerekiyor. Sanki konuyu Biden gündeme getirecekti de Erdoğan’ın hatırına getirmedi gibi bir yanıttı. Sanki AK Parti’nin iktidar müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli değildi Biden’ın Nisan kararını “geri almasını”, bu konuda girişimde bulunulmasını isteyen. Bahçeli, Biden’ın YPG ile derhal ilişkiyi kesmesini sağlamasını da bekliyordu, son grup konuşmasından o çıkıyordu. Erdoğan’ın basın toplantısında sitemle söylediği ise maalesef ABD’nin “iyi terörist, kötü terörist anlayışını koruduğu” oldu. Keza, Türkiye’de konuşurken öne çıkarılan Fethullah Gülen’in iadesi mevzusunun açıldığına dair bir beyan da olmadı; zaten Amerikalılar Erdoğan’ın Gülen’in iadesini aslında istemediğini, bunu Türk iç politikasında kullanmayı tercih ettiğine inanmaya başlamışlar görebildiğim kadarıyla. Bu arada Biden’ın da Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları konusunu görüşme sırasında pek öyle dert ettiğine dair bir beyan da olmadı; Türkiye’deki naif çevrelerin umduğunun aksine.
Biden da “birkaç dünya lideri ile görüştüm” cümlesi ardından Erdoğan ile “olumlu” bir görüşme yaptığını söyledi. Bu Ankara’da AK parti cenahında “İşte dünya lideri dedi” sevincine yol açtı. Ama ekledi Biden: “İlerleme kaydedeceğimizden eminim”; yani bir ilerleme henüz yok, olacağı ihtimali var.
Temel sorunlar “komisyona havale”
Erdoğan ABD ve Batıyla ilişkilerini yeniden tanımlamak istiyordu. NATO toplantısı vesilesiyle Biden’a gelene kadar İngiltere, Fransa, Almanya, Yunanistan liderleriyle görüşerek bütün uzlaşma kartlarını açtı. Fransa ile Libya ve Suriye’de elbette işbirliği yapardı Türkiye. Patriot olmasa da NATO uyumlu Fransız-İtalyan ortak yapımı SAMP-T füzelerini edinebilirdi Rusya’dan yeni S400 almak yerine. Almanya’ya tabii ki -tam da seçim sürecinde- yeni göçmen sorunu açmazdı. Yunanistan liderliği ile -Özal’dan bu yana kim bilir kaçıncı defa- kırmızı hat kurulacak Ege ve Akdeniz’de gerilimden uzak durulacaktı. Daha geçenlerde ABD şirketlerine Türkiye’deki yatırımlarına enerji olsun, tarım olsun, ilaç olsun her türlü kolaylığı sağlanacağı sözü vermemiş miydi Erdoğan? Afganistan’da “eğer kalmamız isteniyorsa” bunu ABD yardımıyla olmasını isterdik, yanımızda da Pakistan ve (sürpriz unsuru NATO ve AB üyesi) Macaristan’ı görmek.
Afganistan konusunun Türkiye açısından bir tür “Kürt Memet nöbete” numarasına dönmemesi gerekiyor. ABD, kendisi yirmi yıllık bozgunun ardından çekilirken hükümet ve Taliban arasındaki barış görüşmelerinin Türkiye tarafından yürütülmesini ve Türk askerinin -bildiğimiz kadarıyla Kabil havalimanının korunması ve işletilmesi için kalmasını- istiyor. Barış görüşmesi ayrı konu ama Taliban “Türk askeri de istemeyiz” diyor. Erdoğan da belli ki rahatsız, Batı dünyasıyla ilişkilerin yeniden tanımlanmasında Afganistan konusunun önüne konmasından ama maalesef böyle bir durum var.
S400 konusuna da F35 konusunda da Suriye-YPG konusuna da “dışişleri ve savunma ekipleri bakacak”; iç politika deyişiyle “komisyona havale” bu konular yani.
Dış politika ekibinin, yani Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Güvenlik ve Dış Politikalar Danışmanı İbrahim Kalın ve AK Parrti Sözcüsü Ömer Çelik’in beklentileri yüksek tutulmaması konusunda Erdoğan’ı yanılttığı söylenemez. Biden ile görüşme konusunda beklentilerini yükseltenin Erdoğan’ın kendisi olduğu anlaşılıyor.
Neydi Erdoğan’ın en büyük beklentisi?
Erdoğan iç politikada olduğu gibi dış politikada da şahsen muhatap alınmak istiyor. Bunu açıkça tekrarladı basın toplantısında, bir sorun olduğunda araya kimseyi koymayalım, doğrudan görüşelim diyerek. Araya kimseyi koymayalım dediği diplomatlar, askerler, istihbaratçılar, maliyeciler yani devletten devlete kurumsal işleyişin devamını sağlayan görevlilerdir.
Erdoğan Biden ile yüz yüze görüşme NATO sayesinde oldu derken hem bir gerçeği saptıyor hem de acı bir sitemde bulunuyor. Gerçek şudur: Biden Türkiye ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi dahil ilişkileri NATO planında, stratejik planda tutuyor. Donald Trump döneminde olduğu gibi kankalık ilişkisi yok. Sitem de şudur: Yani NATO olmasaydı yüz yüze görüşme olmayacaktı, öyle mi?
Düşünsenize, Biden’ı Türkiye’ye davet etmiş, Biden da işlerin yoğunluğu azalsın da öyle demiş; bunu da Türkiye Cumhurbaşkanının ağzından öğreniyoruz. Hoş bir durum değil elbette. Muhabir üsteliyor, ABD’ye gidecek mi? Asıl sormak istediği, Biden da sizi Beyaz Saray’a davet etti mi? Erdoğan’ın yanıtı, “Neden gitmeyeyim ki?” oluyor. Eylül ayında BM Genel Kurulu için gidecek, o sırada restorasyonu tamamlanan Türk Evi’nin, yani Türkiye’nin BM Daimi temsilciliğinin de açılışı olacak. Yani bir Beyaz Saray görüşmesi ufukta yok, davet olsaydı mutlaka Erdoğan söylerdi diye düşünmek mantıklı olur.
Acaba Biden’ı Türk Evi’nin yeniden açılışına da davet etti mi Erdoğan? Bilemiyoruz ama şöyle bir cümle sarf etti: “Kucaklaşma sürecini aşmış olacağız.” Kiminle kucaklaşma? ABD ile mi, Biden ile mi? BM Genel Kuruluna gidip Türk Evinin yeniden açılışı ile neyi “aşmış” oluyoruz.
Gerçekten ciddi yorgunluk ve dağınıklık işaretleri var.
Erdoğan’ın bir beklentisi de son yıllarda Batı’da yaygınlaşan “otokrat” imajını, “Sultan” imajını Avrupa ve ABD ile uzlaşma işaretleriyle kırmaktı. Bu imajı kırabildiği de pek söylenemez. Zirve sırasında (alfabetik sıraya göre yakınında oturan) Biden yanına gelip kovit selamı yapmak üzere yumruğunu uzatıp Erdoğan’ın da boş bulunup yumruğunu kalkmadan uzatmasıyla ortaya çıkan fotoğraf bunu gösteriyor. Adeta Erdoğan’ı Biden’ın önünde eğiliyormuş gibi gösteren fotoğraf önemli Batı gazetelerince Erdoğan’ın canını acıtmak istercesine kullanıldı. Zamanında ABD Başkanı Bill Clinton, yanında çok uzun boylu görüntü vermemek için kanepeye ilişerek konuştuğunda Başbakan Bülent Ecevit’in milliyetçi-muhafazakâr siyasetçiler ve medya tarafından nasıl hırpalandığı geldi aklıma.
Cumhurbaşkanının Brüksel seferinde gerçekten bir dizi önemli görüşme yaptığı doğru, Türkiye’ye verilen önem bakımından önemli, ama Erdoğan’ın şahsen umduklarını bulduğunu söylemek zor.
Bu arada, NATO toplantısından gerçekten önemli ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren sonuçlar çıktı, ama onlar artık başka yazıya kaldı.