Herkes Türkiye ile Avrupa Birliğinin yakınlaşması için asıl sorunun siyasi olduğunun farkında. Yıllarca Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları (AİHM) derken, şimdi Ekrem İmamoğlu davası bunların üzerine eklendi; AB üyelik şartı olan Kopenhag Siyasi Kriterlerinin sağlanması önündeki engeller arttı. Bırakalım üyelik konusunu bir yana, hem Türkiye hem AB’nin yararına olan Gümrük Birliği
Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016’da gözaltına alınıp tutuklandı. Dün 3 Kasım’da cezaevinde 9’uncu yılını doldurdu. Aynı gün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Demirtaş’ın mahkumiyetinin hak ihlali olduğu yönündeki kararına 8 Ekim’de itiraz ederek, Büyük Dairede görüşülmesini isteyen Türkiye’nin talebini reddetti. Böylece AİHM’nin Demirtaş dosyasındaki “hak ihlali” kararı kesinleşmiş oldu. Demirtaş dosyasının ayrıntılarına, yapılan haksızlığa tekrar
Türkiye’de “barış” konuşuldukça sessizlik derinleşiyor. Kimse yüksek sesle “barışa karşıyım” demiyor; fakat barış ufku belirdiğinde görünmez direnç hatları anında çalışıyor. Aynı refleksi demokraside de görüyoruz: “daha çok demokrasi” söylemi alkış topluyor, ama iş kurallara, kurumlara ve hesap verebilirliğe geldiğinde frenler çekiliyor. Barıştan korkmakla demokrasiden korkmak arasındaki benzerlik tam da burada: her ikisi de mevcut güç
Ekrem İmamoğlu’nun diploma davasının görüldüğü 20 Ekim günü İstanbul’da 5’inci İdare Mahkemesinde yine ciddi gerginlik yaşanırken Diyarbakır’daki uluslararası yargı toplantısında siyasi davaların geleceği açısından olumlu konuşmalar yapıldı. Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa Konseyi’nin işbirliğinde yürütülen “Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi” çerçevesinde yapılan toplantıda, özellikle Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in söyledikleri,
Anayasa Mahkemesinin (AYM), Gezi Parkı Davası’nda 18 yıl hapis cezasına çarptırılan şehir plancısı Tayfun Kahraman’ın bireysel başvurusuna ilişkin gerekçeli kararı 17 Ekim 2025 tarihli Resmî Gazetede yayımlandı. Yüksek Mahkeme, Kahraman’ın “hakkaniyete uygun yargılanma hakkının” ihlal edildiğine ve yeniden yargılanması gereğine 5’e karşı 9 oyla hükmetti. Bu karar, 2013’teki Gezi Protestolarını “darbe girişimine” dönüştüren tartışmalı davada,
Fatih Altaylı yeni bir habercilik türü başlattı: hapishane haberciliği. Artık maalesef jenerik ismi hak eden Ekrem İmamoğlu soruşturmaları nedeniyle, Fatih’in de tutulduğu Silivri Cezaevinde o kadar çok siyasetçi, bürokrat var. Yaratıcı bir yöntemle onlardan, kendisiyle görüşmeye gelen milletvekillerinden, yazışanlardan, avukatlarından, sadece içeride olanları değil dışarıya dair bilgileri de aktararak haberciliğini aksatmıyor. Örneğin son olarak kendisini
PKK 47 yıllık sürdürdüğü, Türkiye’ye on binlerce insanın canına, trilyon düzeyinde ekonomik zarara ve hesap edilemeyecek siyasi güç kaybına yol açan silahlı mücadelesini bitirmesinin simgesi olarak 11 Temmuz’da Irak’ın Süleymaniye şehri yakınlarında düzenlenecek törenle silah bırakmaya başlıyor. Bu gelişme, yakın dönem Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Silah bırakma törenine beş kala, 9 Temmuz’da
Sırrı Süreyya Önder’in çok sıkıntılar çekmiş kalbi, devletle PKK arasında saat saat yaşadığı gerilime dayanamadı, iflas etti. Hayati tehlikesinin sürdüğü haberleri arasında Cansu Çamlıbel’in yazdığı gibi “Herkes bir yerinden tutup” övüyor Sırrı’yı; düne kadar onu terörist diye hapse tıkanlar, hayatı zehir etmeye çalışanlar bile, acınası bir ikiyüzlülükle. Sırrı ise canıyla boğpuşuyor. PKK’nın silah bırakıp
21 Ekim’de Edirne Cezaevinde ziyaret ettiği HDP’nin önceki eş-başkanı Selahattin Demirtaş’ın durumunu betimlemek için kullandığı en güçlü cümle bu ve hem siyasi hem fiziki durumunu anlatıyor. Avukat görüşlerinin yapıldığı odada görüşmüşler. Saçları biraz kırlaşmış (Özel, “Benimki daha fazla” diyor), kilo durumu gayet iyi, sağlığı, morali gayet iyiymiş. Çok çalışıyormuş. Sadece yazı-çizi işleri değil. Sekiz yıl









