Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her ne kadar işlerin yolunda olduğunu, söylese de işler kontrolünden çıkmak eğilimi gösteriyor.Sözü uzatmadan saymaya başlayalım. Kontrolsüz sürü bağışıklığı 1- Koronavirüs salgını sadece yeniden yayılmakla kalmadı, genel olarak toplumun moralini çökertecek bir hâl almaya başladı. Nisan-Mayıs aylarındaki -yetersiz olsa da- kısıtlayıcı adımlar sayesinde geriletilen Covid-19 salgını, bütün uyarılara rağmen Haziran-Temmuz aylarında ticaret
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Fransa için hırslı ve katı bir Doğu Akdeniz politikası başlatması ve bu politikanın da Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarına ters bir yöne doğru evrilmesi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada dikkatleri üzerinde topladı. Macron’un bu politikası güncel yanıyla Türkiye’de çeşitli yorumlara konu olmakta. Ancak Türk kamuoyunun Fransa’nın bu yeni politikası karşısında bir
İnsan, artan nüfusuyla 1950’li yıllardan günümüze, dünya üzerinde kendi varlığını önemli ölçüde hissettirmeye başladı. Örneğin, nüfus son 50 yıl içinde yaklaşık 5 milyar artış gösterdi. Bu, dünyanın uzun tarihi içinde hiç deneyimlemediği bir artıştı. Artan nüfusun sonuçlarından biri ise hayatımıza soktuğu farklı endüstriyel ürünler oldu. Ancak 1950’li yıllarda hayatımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz bu ürünler ve maddeler,
Sağlık Bakanı salgında “birinci dalganın ikinci pikini yaşıyoruz” dedi. Doğru; üstelik bu pik, yani tepe noktası, bakanlığın ilan ettiği sayıların gösterdiğinin ve birinci tepe noktasının çok daha üzerinde gibi görünüyor. Geçtiğimiz haftalarda Rize, Malatya, Erzurum valilerinin ve Ankara Tabip Odası’nın kendi şehirleri için basına açıkladıkları rakamlar bu illerin dahil edildiği bölgeler için ilan edilen resmi
Türk-Yunan ilişkilerinde krizden söz etmek uluslararası ilişkiler çalışanlar için vaka-ı adiyedir. Anlaşmazlıkların arkasında uzun tarihi geçmişi görmek ve yaşananlardan karşı tarafı sorumlu tutmak da Ege’nin iki yakasındaki hâkim tutumdur.Fakat, sorunlara derinlemesine bakarsanız, arkalarında esas itibariyle milliyetçiliğin etkisiyle ortak tarihi farklı okumak, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı Devleti dağılırken yaklaşık 550 yıllık beraberlikten
Doğu Akdeniz’de sıcak geçen hafta sonu diplomasisinin ardından yeni hafta iki kritik toplantıyla başlıyor. Türkiye bir yandan Fransa-Yunanistan eksenini diplomatik hamlelerle kırma ve AB içinde bir çatlak bulma, bir yandan da son olarak KKTC ile ortak bir tatbikat düzenleyerek kararlılık gösterme çabasında. Yani, gerilimin tarafları olası bir toplantı masasına getirecekleri sopaları biriktirirken, henüz çözüme zemin
İdam cezasının geri getirilmesi talebi gündem saptırma denilemeyecek kadar ciddi bir konu. Üstelik bu defa toplumu öylesine duyarlı bir yerinden vuruyor. Tam da tarikat şeyhinin bir müridinin kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmak suçlamasıyla tutuklanıp haberinin yazılmasına, sırf tarikatların sözde ulviyetini koruma çabasıyla yasak getirildiği günlerde. Oyun da belli: idam cezasına karşı çıkanları “Tecavüzü mü savunuyorsunuz?”
Bugünlerde kamuoyunu bir nebze olsun yansıtması beklenen gazete ve televizyonlara baktığınızda ne görüyorsunuz? Okuyup izledikleriniz sizin gündeminizle ne kadar örtüşüyor? Ya da dile getirilenler sizce gerçekten önemli mi? Önemli olsalar da bu konuların işleniş şekilleri zihninizi mi açıyor yoksa görüşünüzün bulandığı ve ruhunuzun daraldığı hissine mi kapılıyorsunuz? Koronayı tartışmayalım mı? Bugünlerde korona pandemisini tartışmak sıkıcı
Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkmayacağı işin yatıştırılacağı zaten öteden beri belliydi. Hayır, Avrupa Birliği (AB) Türkiye’ye sert uyarıda bulunup yaptırım tehdidinde bulunduğu için değil. Çünkü birincisi, AB Türkiye üzerinde siyasi yaptırım gücünü (Kıbrıs sorunu nedeniyle) kaybedeli çok oldu. Oysa, yöntem hoşunuza gitsin gitmesin Türkiye’nin elinde Avrupa siyasetini etkileyen bir göç kartı var. İkincisi, Türkiye