İçişleri Bakanlığı’nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması, protestolara ve siyasi tartışmalara yol açtı. Her iki belediyede de protesto gösterileri polis engeliyle karşılaşırken muhalefet partileri kararı demokratik ilkelere saldırı olarak nitelendiriyor.
İçişleri Bakanlığı, 22 Kasım’da DEM Partili Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve CHP’li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün görevden alındığını duyurdu. İki belediye başkanı yerine kayyum atandı.
Belediyelere kayyum
Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, her iki başkanın da Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülen dava kapsamında “PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası alması ve Cevdet Konak hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan devam eden soruşturma bulunması sebebiyle görevden uzaklaştırıldığı belirtildi.
Açıklamada, Konak yerine Tunceli Valisi Bülent Tekbıyıkoğlu’unun Tunceli Belediye Başkan vekili olarak, Sarıgül yerine de Ovacık Kaymakamı Hüseyin Şamil Sözen’in Ovacık Belediye Başkan vekili olarak görevlendirildiği duyuruldu.
Bakanlık, kararların Anayasa’nın 127. maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesi uyarınca geçici tedbir olarak alındığını açıkladı.
Protesto gösterilerine polis engeli
Atamaların ardından her iki belediye binası polis tarafından güvenlik çemberine alındı, bariyerlerle giriş çıkışlar kontrol altına alındı.
Görevden almalar, her iki belediyede de protestolara neden oldu. Protestolara polis müdahale etti.
Tunceli Valiliği, 1 Aralık’a kadar il genelinde gösteri ve etkinlikleri 10 gün süreyle yasakladığını duyurdu. Yasak; yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, miting ve stant açma gibi tüm etkinlikleri kapsıyor.
Görevden alınan Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak, belediye önünde yaptığı açıklamada görevden alma tebligatını imzalamadığını belirterek, “Bu yetkiyi hiçbir tebligat elimizden alamaz” dedi.
Konak, “Belediyenin bütün kurumları işgal edilmiş. Faşizmin fotoğrafı budur. AKP-MHP iktidarının fotoğrafı budur. İrade gaspı budur” ifadelerini kullandı.
DEM Parti’den sert tepki
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları karara sert tepki göstererek “Dersim ve Ovacık belediyelerini gasp eden sarayın kayyım siyasetini tanımıyoruz. Kayyımları reddediyoruz,” dedi.
Hatimoğulları, “Yüreği demokrasiden yana atan herkesi kayyıma karşı demokratik tepki vermeye çağırıyoruz. Kesintisiz darbelere artık yeter diyoruz” diyerek tepkisini dile getirdi.
Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ise Dersim’in tarihsel önemine vurgu yaparak, “Dersim, tarih boyunca direnişin ve onurun simgesi olmuş bir kenttir. Zorbalığa, baskıya ve zulme karşı verdiği mücadele, onu yalnızca bir coğrafya değil, aynı zamanda bir değer haline getirmiştir” değerlendirmesinde bulundu.
DEM Parti’den yapılan resmi açıklamada, “İktidar halk iradesini adım adım ortadan kaldırıyor. Yargı eliyle verilen kayyım ayarlı siyasi kararlar sonucunda bugün Dersim ve Ovacık belediyeleri de gasp edildi” denildi.
DEM Parti eş genel başkanları “yüreği demokrasiden yana atan herkesi” kayyımlara karşı demokratik tepki vermeye çağırdı. CHP ise bölgeye gelişmeleri izlemek üzere bir heyet gönderdi.
CHP’den kayyum tepkisi
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kararı sert bir dille eleştirerek, “Ovacık Belediyemize ve Tunceli Belediyesi’ne kayyım atama kararı, kılıfına bile uydurulamamış milli irade hırsızlığıdır” dedi. Özel özellikle, Sarıgül’ün 12 yıl önce katıldığı bir cenaze nedeniyle görevden alınmasını, “gitmekte olan bir iktidarın son çırpınışları” olarak nitelendirdi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da karara tepki göstererek, “Kesinleşmiş yargı kararı olmadan kayyım uygulaması hukuki değildir. Başkan görevden alınıyorsa doğrusu belediye meclisinden yeni başkan seçilmesidir” açıklamasında bulundu.
Bu son atamalarla birlikte, 31 Mart yerel seçimlerinden bu yana kayyım atanan belediye sayısı Hakkari, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti’nin ardından 6’ya yükseldi.
CHP, belediyelerine yönelik “antidemokratik uygulamaları” görüşmek üzere 30 Kasım’da 414 parti belediye başkanıyla acil toplantı yapacağını duyurdu.
Devlet aklı buraya kadar: Ahmet Türk’e de kayyum. Sırada İmamoğlu mu?
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan çekiniyorum. Çünkü yine bildik ve kanıksanmış bir haber düştü medyaya: Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) yine yüzlerce hâkim ve savcıyı tayin etmiş. Kimi, niçin tayin ettiğini açıklamaya gerek görmüyor! Yargı denetimine tabi olmadığı içindir sanırım! Niye böyle yaptığı hakkında kamuoyuna zerre bilgi vermiyor! Herhalde, “Öyle münasip görmüşler” dememiz isteniyor.
Hukuk, demokrasi ve yatırımlar konusunda dünyaca kabul görüp referans alınan World Justice Project (WJP), dünya çapında ülkelerin hukukun üstünlüğü algı endeksi yayınlamış. Türkiye yine en gerilerde çıkmış! Yetkililerin bu ve benzeri acı gerçekleri yok saymasını çoktan geçtim, yargının başındaki Adalet Bakanı, sanki daha iyi yerde olmayı hak ediyormuşuz gibi, endeksi Türkiye’ye kasıtlı bir saldırıymış gibi görüyor! Ama WJP açıklaması yanlış ise değiştirmek için ne yapacağını söylemiyor!
Tek celse yargılama hedefi ne oldu?
Örneğin “tek celse” denilen “etkin ve tek duruşmalık yargılama”, 2019 Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin en önemli hedefiydi ama hâlâ gerçekleşmedi. Niçin gerçekleşmediğini kimse ne söylüyor ne de sebebini açıklıyor. Öte yandan bu seneki “Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali”, “âdil yargılama” teması ile toplumun adalet bilincini geliştirmeye çalışıyor. Hal böyle iken Adalet Bakanı sene başından beri hemen her fırsatta yeni bir reform strateji belgesinin yakında yayınlanacağını söyleyip duruyor.
Hâkim ve savcıları göreve Adalet Bakanlığı’nın kabul ettiği, başarılı adayların mülakatlarda elendiği, yargının en kritik kurumu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yürütmenin bir uzantısı haline geldiği, tek kişilik yürütme cumhurbaşkanının hâkim ve savcıları huzuruna hizalayıp hitap ettiği yerde, gerçek manada bir yargı olmayacağını, hiçbir yargılamanın âdil olamayacağını söylemeyeceğim. Naif veya saftirik bulunma riskine rağmen suya sabuna dokunmayan ama yargıyı temelinden ilgilendiren birkaç şey söyleyeceğim.
Doğal hâkim ve diğer ilkeler ne durumda?
Her sene açılan 10 milyonun üzerinde hukuk, ceza ve idare davalarına bakan hakimler, önlerindeki davaları bitirmeden tayin edilmekte, yerlerine gelen yenilere bıraktıkları on binlerce dava sonraki yıllara sarkmaktadır. İlk derece, istinaf ve temyiz süreçleri toplamda kolayca beş-altı yılı bulmakta ve aşmaktadır.
Hâkimlerin işini kolaylaştırmak bahanesiyle yargılamanın temel ilkelerinden, esaslı gereklerinden ödün verilen hemen her davada, en başta doğal hâkim ilkesi, sistematik olarak, adalet arayışı makul süre, makul maliyet ilkeleri ve sonuçta mülkiyet hakkı da yaygın olarak ihlal edilmektedir.
Hâkimlerin değişmesi delillerin göz ardı edilmesine, dürüstlük (integrity) ilkesinin ihmal edilmesi maddi gerçeklerden ödün verilmesine ve hükümlerin alternatif gerçeklik-hayaller üzerine kurulmasına neden olmaktadır.
Dosyayı özetleyerek uyuşmazlık konularını tespit etmesi, hâkimin isabetli karar vermesine yardımcı olması ve bir sürü sair gerekçeyle yargı yetkisi, yargıç olmayan bilirkişilere fiilen delege edilmektedir. Yargılamalar dosyaya evrak toplamaya ve sonrasında çürümüş bilirkişilik kurumundan mektupla adalet sipariş etmeye dönüşmüştür.
Bilirkişilik kestirmesine saplanan yargılamalar lüzumsuz yere daha da uzamakta, kalite giderek düşmekte, çürümüşlük ve bozuşma olduğu gibi yargıya ithal edilmektedir.
Maddi gerçeği ortaya çıkarmayan yargılamalar keyfe keder alışkanlık ve uygulamalarla halka eziyete dönüşmüştür. Fakat ihlal kararları makul süreye yoğunlaşan Anayasa Mahkemesi, bu semptomun kök sebebini, milyonlarca davada muhakeme değil halka zulüm yapıldığı gerçeğini ortaya koymaktan uzaktır.
Tek celse yargılama neden olmuyor?
Tek celse yargılama ile Türkiye’deki davaların yüzde 90’dan fazlası üç-dört ay gibi kısa sürede yüksek isabetle çözülebilir. Hal böyle iken 2019 reform strateji belgesine konan tek celse hedefinin niçin gerçekleşmediği açıklanmış ya da anlaşılabilir değildir.
Tek celse ve âdil yargılama imkânsız değil, mümkün ve kolaydır. Fakat, kötü alışkanlıkları ve önyargıları kırmak, Einstein’in dediği gibi atomu parçalamaktan daha zordur.
Maddi gerçek ve dürüstlük ne durumda
Yargılama, temelde uyuşmazlık konusu maddi gerçeği ortaya çıkarma ve ilgili kuralı uygulama faaliyetidir. Hukuk kuralını isabetli uygulamak ise maddi gerçeği tam ve doğru olarak tespit etmeye ve anlamaya bağlıdır. Maddi gerçeği mahkemeye getirmek tarafların görevidir. Mahkemeye maddi gerçeği getirmek ise ilgili tarafların dürüst davranışını sağlamakla mümkündür.
Adalet, maddi gerçek üzerinde yükselir. Fakat maddi gerçek ve dürüstlük (integrity) Türkiye’deki yargılamalarda çoktan çöpe atılmıştır. Mahkemeye yalan beyan savunma hakkı olarak görülmekte, mahkemeler maddi gerçeğe dayalı değil ikna edildiği alternatif gerçeğe göre karar vermektedir. Kararın kendi içinde tutarlı olması, gerçeğin ortaya çıkarılmasına tercih edilmektedir.
Maddi gerçeği ortaya çıkarmayan yargılamaların hiçbir yönü âdil olamaz ve âdil yargılanma hakkını tümden ihlal eder!
Mahkemeye yalan beyan savunma hakkı…
Gerçek, kişinin samimi olarak algıladığı inançtır (truth is truly perceived belief). Dolayısı ile yargılamada ilk yapılması gereken, tarafların mahkemeye söylediklerinde samimi olduklarını tespit etmektir. Oysa mahkemeler, lüzumsuz gördükleri samimiyet testini onlarca yıl önce kestirip atmış bulunmaktadır.
Öte yandan bir kısım akademisyen, mahkemeye yalan söylemeyi savunma hakkı olarak görmektedir. Oysa, bunu dayandırdıkları ceza yargılamasındaki “kendini suçlama yasağı” ve ondan neşet eden “susma hakkı”, sanığa yalan söyleme hakkı vermez! Bu hak, mahkemeye yalan söylenmesini meşrulaştıramaz!
Mahkemede dürüst davranış mı, o da ne!
Âdil ve etkin yargılama yapabilmek için en başta dürüstlük ilkesi yargılamalara geri getirilmelidir. Taraflar, tanıklar ve bilirkişilerin dürüstlüğü sağlanmalıdır. Yargılamalarda “vakıa ve delilleri tam ve doğru ifşa” kurumu mutlaka hayata geçirilmelidir. İster taraf ister tanık, isterse bilirkişi olsun, ilgili herkes dava ile ilgili tüm bildiklerini tam ve doğru olarak açıklamak, soruları cevaplamak ve ellerindeki delilleri ifşa ve ibraz etmek zorunda olmalıdır.
Hâkimler de hem maddi olayı tüm yönleri ile aydınlatarak hem de haklı ve zengin gerekçelerle dürüstlüklerini kanıtlamalıdırlar.
Ceza yargılamasında sanığın kendini suçlama yasağına ve susma hakkına riayet edilmeli, ancak kimsenin mahkemeye yalan söylemesine asla izin verilmemelidir.
İngiltere ve ABD’nin dürüstlük, tam ve doğru ifşa kurumları arasındaki farkın Amber Heard ve Johny Depp arasındaki davalarda yarattığı kalite farkından dersler çıkarılmalıdır.
Yargılamalar çürük bilirkişiliğe ihale
Gerçeği ortaya çıkarmak, “açıklama, doğrulama ve anlama” aşamalarını içerir. Mahkemeye söylenenlerin doğruluğu deliliyle birlikte sorgulayarak tespit edilebilir. Olayları açıklama, doğrulama (ve gerekliyse bilirkişi yardımıyla) anlamlandırma ameliyelerinin hepsini bir seferde yapmak bilimsel zorunluluktur. Bunları ayrı ayrı zamanlarda ve birbirinden kopuk olarak yapmak lüzumsuz yere geri dönüşlere neden olur. Bu durum yargılamayı uzatır, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını zorlaştırır.
Tek celse yargılamada beyanlar ve delillerle aynı anda başvurulması gereken bilirkişi yardımı, yargılamalarda yerine ve varlık amacına aykırı bir şekilde sistematik olarak kötüye kullanılmaktadır.
Bilirkişiliğin kötü kullanımı, hâkimlik görevinin de ihmal edilerek kötüye kullanılmasını, keyfiliğe, daha da kötüsü bilirkişilik yoluyla yolsuzluğun yargıya akmasına neden olmaktadır.
Yargılama konusu maddi gerçek ile hâkimin vermesi gereken kararın nasıl olacağı, bilirkişilere adeta mektup yazarak sorulmaktadır. Yargılamalarda bundan daha saçma bir şey olamaz! Keyfilikle oluşturulan, hâkimin illa her olayda bilirkişi raporu edinmesi, tarafların bilirkişisine suni bir ayrımla “uzman kişi” deme alışkanlığı terk edilmelidir.
İmtiyazlı bilirkişiliğin suistimali
Bilirkişilik, hâkim benzeri imtiyazlı bir zümrenin ucuza kamu hizmeti gibi görülmemeli, tanıklık taksi parasını bile karşılamayan ücrete yaptırılmamalıdır. Yargılama, tarafların ihsan dilendiği değil ciddi harcama yaparak hakkını aradığı yerdir! İlgili herkes, yargılamaya dürüstçe fakat emeğinin âdil karşılığını alarak katkı vermelidir. Toplum da yargılamada ortaya çıkarılan gerçeklerden öğrenmelidir.
Bilirkişi görüşüne -kural olarak- sadece taraflar, mahkemeye getirilenleri anlamlandırmak zorunlu kılıyorsa başvurmalı, hâkim tarafların sorularına müdahale etmemelidir. Hâkim, tarafların savunmasını onaylayan veya sansürleyen değil sonucunu tespit eden durumunda olmalıdır.
Bunlardan en küçük ödün vermek bile âdil yargılama değil; keyfi hüküm kurma, zulüm ve zorbalık olur.
Âdil yargılama tek celse ile mümkün ve kolay
Bütün bunları gerçekleştirmek ancak tek celse yargılama ile mümkün olur. Tekrar ediyorum: Âdil yargılama yapabilmek için tek celse şarttır.
Tek celse imkânsız değil mümkündür. Yapılması gereken, hazırlık aşamasını güçlendirmek, dürüstlük ilkesini sürecin her aşamasına ilgili her tarafa hâkim kılmaktır.
Mahkemeler, taraflara ve haklarına müdahaleden kaçınmalı, iddia ve savunmalarını hazırlamada taraflara yardım etmeli, sürecin suistimal edilmesini ve dürüstlüğü sağlayan mekanizmalara aykırı davranışları önlemelidir.
Her davada mutlaka tek celse duruşma yapılmalı, yargılama tek celse sonunda bitirilmelidir. Tek celseye ilgili herkes katılmak zorunda olmalıdır.
Tek celsede bütün beyanlar, deliller ve bilirkişi görüşleri tartışılarak bir sonuca varılmalı, karar mutlaka celseyi takiben hemen verilmelidir.
Mahkemelere akılcı yapılanma
Mahkemeler kalkınma bölgeleri bazında optimum yapılandırılmalı, uzmanlık ve heyet mahkemeleri merkezlerde yoğunlaştırılırken, basit konularda hizmet halkın ayağına, yürüyüş mesafesine götürülmelidir.
Mahkemeler idari yapıya göre değil ülke kalkınmasının gereklerine ve halkın ihtiyacına uygun olarak yapılandırılmalı, ilk derece mahkemeler basit konuları hızlı karara bağlayan, hazırlık aşamasında taraflara yardım eden, suistimalleri önleyen acil hallerde ihtiyati tedbirlere karar veren adli hazırlık mahkemelerine dönüştürülmelidir. İstinaf mahkemeleri ise iyi hazırlanmış dosyalarda tek celse yargılama yapmakta ustalaşmış ilk derece mahkemelerine dönüştürülmelidir.
Davalar üç-dört ayda biter, milli gelir dört katına çıkar
Böylelikle beş-altı sene süren yargılamalar üç-dört ay içerisinde sonlanacak, sulh ve uzlaşmalar artacak, arabuluculuk teşvik edilecek, mahkemelere giden iş yükü giderek azalacaktır. Uyuşmazlık yönetimi anlayışıyla iş yükü hukukçu kaynakları arasında âdil olarak dağılacak, tüm hukuk meslekleri ve yargı, layık olduğu saygınlığa ve etkinliğe kavuşacaktır.
Herkesin kazançlı çıkacağı bu dönüşüm Türk yargısını çağdaşları seviyesine çıkaracak, hesaplamalara göre milli gelirimizi kısa sürede dört katına çıkaracaktır.
Bütün bunları gerçekleştirmek, kötü alışkanlıkları terk etmekle ve dürüst davranışı, uzlaşmayı odağına alan tek celse yargılama ile mümkündür.
Tek celse kolayca gerçekleşeceği gibi, bu gerçekleştiği takdirde ortada âdil yargılama ihlalleri kalmayacaktır.
Adalet Bakanlığı’na tek celse çağrısı
Adalet Bakanı bir siyasetçidir. Siyasetçinin yargının başında olması doğru değil, ayrı mesele. Fakat siyasetçi olması kendi siyasi partisinin istemediği reformu, hatta herhangi bir reformu yapmasına engel olur. Geriye siyasi bir yönü olmayan teknik hususlarda iyileşme yapma imkânı kalır. Tek celse yargılama ise hem önceki strateji belgelerinde yer aldığı için hem de siyasi bir yönü olmadığı için tepki çekmeyecek teknik bir konudur.
Adalet Bakanlığı, eğer gerçek manada bir reform strateji belgesi yayınlamak istiyorsa, bu belgeyi sadece tek celse yargılama hedefini gerçekleştirmeye odaklasın.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama kararı çıkardı. Türkiye karara güçlü destek verirken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, kararı “adaletin tecellisi bakımından umut verici” olarak nitelendirdi.
Fidan, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, bu kararın Filistinlilere karşı soykırım uyguladığı iddia edilen İsrailli yetkililerin adalet önüne çıkarılması açısından “son derece önemli bir adım” olduğunu vurguladı. Bakan Fidan, “Uluslararası hukukun bütün kurum ve kurallarıyla, soykırımı cezalandırmak üzere hayata geçmesi için çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
UCM’nin Kararının Kapsamı
UCM, Netanyahu ve Gallant’ın yanı sıra Hamas’ın askeri kanadı lideri Muhammed Deyf hakkında da tutuklama emri çıkardı.
Mahkeme, üç ismin de savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar konusunda “cezai sorumluluk” taşıdığına dair “makul gerekçeler” bulunduğunu belirtti.
Netanyahu ve Gallant hakkındaki suçlamalar arasında: Savaş yöntemi olarak açlığı kullanma, insanlığa karşı suç kapsamında cinayet, zulüm ve diğer insanlık dışı eylemler, sivil halka karşı kasıtlı saldırı düzenleme yer alıyor
Netanyahu, bir video mesaj yayınlayarak kararı “insanlık tarihinin karanlık bir günü” olarak nitelendirdi ve UCM’yi “insanlığın düşmanı” olmakla suçladı.
İsrail Başbakanı, “Bu antisemitik bir adımdır ve tek bir amacı var – bizi, bizi yok etmeye çalışan düşmanlara karşı kendimizi savunma doğal hakkımızdan caydırmak” ifadelerini kullandı.
ABD yönetimi de karara karşı çıktı. Amerikan Senatosu’nda Cumhuriyetçi lider John Thune, Temsilciler Meclisi’nden geçen ve “ABD ve müttefiklerinin korunan kişilerini soruşturmak, tutuklamak veya yargılamak için çaba gösteren kişilere” yaptırım uygulanmasını öngören tasarının Senato’dan da geçirilmesi çağrısında bulundu.
Ne olacak?
BBC Türkçe’ye konuşan Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen’in değerlendirmesine göre, karar UCM’ye üye 124 ülkeyi bağlayıcı nitelikte. Bu ülkeler, söz konusu isimlerin kendi topraklarına girmesi durumunda onları tutuklayıp UCM’ye teslim etmekle yükümlü. Ancak Netanyahu’nun en son yurt dışı seyahati UCM üyesi olmayan ABD’ye oldu ve bu durum, İsrailli yetkililerin seyahatlerini UCM üyesi olmayan ülkelerle sınırlayabileceğini gösteriyor.
Ancak benzer bir şekilde hakkında yakalama emri bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, UCM üyesi Moğolistan’a yaptığı ziyarette tutuklanmamıştı. Bu da kararın uygulanmasında politik faktörlerin etkili olabileceğine bir işaret olarak yorumlanıyor.
ABD karar karşısında olumsuz bir tutum sergilerken. AB ülkeleri arasında farklı yaklaşımlar göze çarptı. İtalya, İspanya, İsveç ve Norveç gibi ülkeler karara uyacaklarını açıkladı. AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, kararın uygulanması gerektiğini vurguladı.
Kaynak: BBC, BBC Türkçe, Reuters
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım’da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki yargı baskısının son örneği. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un Ankara 57’inci Asliye Ceza Mahkemesindeki duruşmadan bir gün önce dava üzerine adeta yargı adına hükmü peşinen vermesi, görünümü daha da ağırlaştırıyor.
Bakan Tunç, davanın diğer siyasetçilere de “ibret vesikası” olmasını istedi. Sanki duruşma başlamadan dava bitmiş, Kılıçdaroğlu ceza almıştı, Bakan da onun üzerine konuşuyordu.
Yargı üzerinden siyaset
Bir bakıma Tunç bir gerçeği de ifade ediyordu: Erdoğan’a hakaret davalarının “Erdoğan’a laf söyleyen yanar” algısını pekiştirmek amacıyla açılan “ibret olsun” davaları olduğunu söylüyordu.
Siyasetin yargı kararları üzerinden yürütüldüğünün itirafı gibiydi.
Halen istinaf mahkemesi kararının açıklanmasını bekleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na hapis ve siyaset yasağı öngören davanın da bir hakaret davası olduğu ortada.
Bakan böyle deyince -işini gereğince yapan çoğunluk üzerine alınmasın lütfen- yargı içinde birilerinin siyasi iktidarın gözüne girmek için durumdan vazife çıkarma yarışına girdiği görülüyor.
Kılıçdaroğlu aleyhine açılan bir diğer davada, tepkiler üzerine kaldırılan “zorla getirme” kararını anımsayalım.
Kılıçdaroğlu “itham edecek”
Bu dava Kılıçdaroğlu’nun 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları sürecinde -o zaman Başbakan olan- Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla açılmıştı.
Önceki CHP liderinin duruşmaya avukat göndermek yerine kendi giderek yapacağı savunmayı Erdoğan’a katmerli bir suçamayla hem yargı kayıtlarına girmesini hem de topluma -yeniden- duyurmayı amaçladığı anlaşılıyor.
Sonradan “FETÖ kumpası” olarak kapatılan yolsuzluk iddiaları ya da başka iddialar tutanaklara geçecek.
Bu yönüyle aslında davayı “CHP’nin bölünmesi” işareti olarak görenler bir açmaza girebilir: Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini gazete ve televizyonlarda söyleseler bir türlü söyleyemeseler başka türlü.
O yüzden şimdiden “İmamoğlu duruşmaya katılmıyor, misilleme yapıyor” hattında toplaşmış görünüyorlar.
Bu durumda CHP’nin durumuna da mercekle bakmak gerekiyor.
CHP’de değişken rüzgarlar
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve yardımcıları destek ve dayanışma amacıyla duruşmada olacak. İmamoğlu’na Cumhurbaşkanlığı yarışında rakip gösterilen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’la birlikte başka belediye başkanları da.
İki gün önce İmamoğlu, Yavaş’ı ziyaret ederek “birlikteyiz” dediler.
Kılıçdaroğlu suçlamalarına yer verebilecekleri hayli kuşkulu medya erbabı ise İmamoğlu’nun duruşmada değil Almanya’da bir toplantıda olacağına odaklanmış durumda.
Bu Avrupa’daki en önemli sosyaldemokrat oluşumlar arasındaki Willy Brandt Vakfının konuşması. Daveti Mayıs ayında Kılıçdaroğlu duruşmasının tarihi belli olmadan önce gelmiş. Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun 2022 Aralık ayında planladığı Almanya temaslarında İmamoğlu’nun duruşma tarihinin çoktan belli olması durumuyla aynı değil.
İşin ilginç yanıysa bu durumun AK Partinin yanı sıra CHP içinden birileri tarafından da işleniyor olması.
AK Parti ne yapıyor, CHP ne?
Aslında bu soruyu AK Parti-MHP Cumhur İttifakı ne yapıyor, CHP ne yapıyor diye sormak lazım.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında -artık biraz zorlamaya dönüşen- “çatlak” haberlerine rağmen iki lider iktidarlarını korumak ve sürdürmek için kenetlenmiş görünüyor.
Altın kaçakçılığı iddialarıyla MHP ile ilişkileri kesilen üç milletvekilinin durumu buna son örnek. İddialara göre Cumhurbaşkanının MHP liderini uyarması, henüz soruşturma açılmadan sorunun MHP, dolayısıyla Cumhur İttifakı ile yargı ve siyaset bağlantısı kalmamasını da sağlıyor.
Buna karşı CHP’ye dışarıdan bakanlar hizipler çekişmesinin canlandığını görüyor.
Bir yanda Kılıçdaroğlu, bir yanda İmamoğlu, bir yanda Yavaş gruplarının Özgür Özel ve Genel Merkezi yıpratma görüntüsü var. Taraflar olmadığını söylüyor ama kamuoyundaki ve özellikle CHP tabanındaki algı bu yönde.
Onlarca yıldır kaybetmeye alışmış CHP, kazanınca sevinmeyi de unutmuş görünüyor.
CHP son olarak yarım asır kadar önce İsmet İnönü yerine Bülent Ecevit’i genel başkanlığına getirerek seçim kazanmıştı. 2023 yenilgisinden sonra Kılıçdaroğlu yerine Özel’i genel başkan seçen CHP delegeleri -ki bu hiç bir sağ partide görülmeyen bir iç demokrasi örneğidir- 2024 seçiminden birinci parti çıktı.
Şimdi AK Parti ve MHP yenilgiden ders çıkarıp kenetlendikçe CHP bindiği dalı kesmeye devam ediyor.
Dün bizim mahallede bir iki esnaf ile ayaküstü lafladık. Heyecanlanmışlardı. Hayır Kılıçdaroğlu davası değildi konuları; Özel’in ve Yavaş’ın Çayırhan’da hakları için kendilerini madene kapatan işçileri ziyaretiydi. İçlerinden birisi “İşte muhalefet bu” diyordu. Benden aktarması.
MHP’lilere dair kaçakçılık zannını Bahçeli’ye Erdoğan mı söyledi?
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen bir haber değildi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “X” hesabından “Parti içinde devam eden bir inceleme” gereği Isparta Milletvekili Hasan Basri Sönmez, Bolu Milletvekili İsmail Akgül ve Kilis Milletvekili Mustafa Demir’in istifaları istendiğini ve alındığını duyurdu. MHP’nin Meclisteki temsiliyetini 57’den 47’ye düşüren bu karar MHP lideri Bahçeli’ye rağmen, onun onayı olmaksınız alınmış olamazdı.
Kısa süre sonra istifaların bu üç milletvekilinin altın kaçakçılığı kuşkusuyla haklarında soruşturma açılması öncesi MHP’yle bağlarını kesmek amacıyla istendiği iddiası siyaset kulisini sardı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç henüz yargıya yansıyan bir soruşturma olmadığını söylemesi iddiaları durdurmadı.
Bahçeli’ye iletilen bilgi
Bunu, üç milletvekilinin durumunun 14 Ekim’de Beştepe’deki görüşmede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Cumhur İttifakı ortağı Bahçeli’ye bildirildiği iddiası izledi. Gazeteci Fatih Altaylı, Erdoğan’ın milletvekillerinin bazı görüntülerini izlettiğini yazdı. Henüz görüntü bilgisi bende yok ama bilgi verildiği bilgisi iletildi.
Böyle hassas bir bilgi Erdoğan tarafından Bahçeli’ye iletilmişse istihbaratının MİT ve Emniyet kanalıyla yapıldığı anlamına gelir.
Semih Yalçın’ın duyurduğu gibi “parti içi devam eden incelemenin” hangi kanallarla yapılarak milletvekilini birden feda edilmesine yol açtığı izaha muhtaç.
Eğer ortada iddia edildiği üzere altın kaçakçılığı, ya da genel olarak kaçakçılıkla ilgili bir durum varsa, MHP’nin bunu yürütecek hangi yasal kanalları olduğu sorusu akla gelir.
Kaldı ki Sinan Ateş cinayeti davasında MHP’nin Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz ve Genel Merkezle bağlantılı herkesi nasıl korumaya aldığı biliniyor.
Dikkat çeken bağlantılar
Gerçi istifa ettirilenlerden Bolu Milletvekili İsmail Akgül’ün Sinan Ateş cinayetiyle ilgili olarak yayla evi aranmış istifalar sonrası açıklama yapan Ayşe Ateş de soruşturmaların cinayetle ilgisi olduğunu umduğunu söylemişti.
Akgül, Ateş soruşturması henüz davaya dönüşmeden yapılan 2023 seçimlerinde, 2016-2021 arasında Ülkü Ocakları başkanlığı yaptığı Bolu’dan MHP milletvekili adayı gösterilmiş ve seçilmişti.
Hiçbir kararın Bahçeli’ye rağmen alınmasının söz konusu olmadığı MHP’de bu tercih ve zamanlaması dikkat çekiciydi.
Kendisi gibi havalimanlarındaki VIP (Çok Önemli Şahıs) geçişini kullanan eski özel kalem müdürü Yunus Emre Morkoç, 20 Eylül’de Dubai’den İstanbul’a dönüşünde 60 kilo kaçak altınla yakalanan, daha önce Gümrük ve Ticaret, Ekonomi ve Tarım bakan yardımcılıklarında bulunan Fatih Metin de eski AK Parti Bolu Milletvekili ve Bolu Belediye başkan adayı idi.
Bu üçlü, o üçlü müydü?
Haberi Birgün’de ortaya çıkaran gazeteci Timur Soykan güvenlik birimlerinin Cumhur İttifakından üç milletvekilini mercek altında tuttuklarını yazmıştı.
O üç milletvekilinin MHP’den istifa ettirilen aynı üç kişi mi olup olmadığı henüz belli değil.
Keza bu “incelemenin” ucunun daha nerelere ve kimlere uzanacağı da.
Bir kulis bilgisi daha: Bahçeli’ye iletilen bilgiler ışığında istifa ettirilen üç vekilin de MHP yönetimindeki aynı kişinin ekibi olarak bilindiği öne sürülüyor.
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden ocağına kapattı.
20 Kasım sabah vardiyasında başlayan eylemde işçiler yerin 350 metre altında eylemlerini sürdürüyor.
2020 yılında işletmesi tekrar devlete devredilen Çayırhan Termik Santrali’nde toplam 2.100 işçinin çalıştığı, bu işçilerin 1,300’ünün yer altında 800’ünün ise yer üstünde görev yaptığı belirtildi.
500 madenci eylemde: “Özelleştirme yapılmasın”
Hava sıcaklığının gece saatlerinde 5 derecenin altına düştüğü bölgede madenciler santral alanında yer altındaki iş arkadaşlarına destek veriyor.
ANKA haber ajansına konuşan madenci Erdem Özkurt, 16 yıldır madencilik yaptığını belirterek, temel amaçlarının varlık satışının iptalini sağlayabilmek olduğunu söyledi.
Özkurt, “Burada hükümetimize faydası olan bir işletmenin kar eden bir işletmenin faaliyetlerine devam etmesini sağlıyoruz. Özelleştiği zaman bütün çalışan arkadaşlarınızın korkuları mevcut haklarından feragat edecek olmaları. İşten çıkartılmayla baş başa kalmaları. Bazı arkadaşlarımız lojmanda kalıyor, orada kalan arkadaşlarımızın lojmanlarından çıkartılabilirler. Burada şu an arkadaşlarımızın sosyal olarak aldığı haklar, ikramiyeler var. Tamamıyla ekmek mücadelesi diyebiliriz buradaki bu eyleme. Eylem bir sonuç alıncaya kadar devam edecek. Hükümetimizin sadece bu varlık satışından geri adım atmasını istiyoruz. Yani tek talebimiz bu,” dedi.
İhale şartnamesinde madencilerin hakları yok
BBC Türkçe’ye konuşan Türkiye Maden İşçileri Sendikası Çayırhan Şube Sekreteri Selim Aslan, ihale şartnamesinde işçilerin geleceğine dair hiçbir güvence bulunmadığını, özellikle ihale sonrasında 4 ay içinde yaklaşık 800 işçinin lojmanlarından çıkarılacağını aktardı.
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Başkanı Nurettin Akçul da ihale şartnamesinde madencinin kazanılmış hakları hakkında bir güvence bulunmadığını belirtti.
İşçiler özelleştirme ile işlerinden olacaklarını belirterek iş güvencesi talep ediyor.
Özelleştirme ihalesinin son teklif verme tarihi olarak 4 Aralık 2024 belirlendi. BBC Türkçe’nin haberine göre şu ana kadar 13 firmanın ihale dosyası aldığı bildiriliyor.
1978 yılında faaliyete başlayan tesisin işletmesi 1996 yılında devletten alınarak yap işlet kapsamında Ciner grubuna ait Park Termik Elektrik Sanayii ve Ticaret AŞ’ye verildi. Santralin işletmesi 2020 yılında yeniden devletin eline geçti. 2021 Kasım tarihli karar ile santralin arazileri ve maden sahaları tekrar özelleştirme programına alındı.
Siyasilerden destek
CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da santrale gelerek işçilere destek verdi.
Yavaş’ın yanı sıra TİP Genel Başkanı Erkan Baş da ziyarette bulundu. Burada açıklama yapan Baş, “Özelleştirme demek ucuz işgücü, sendikasızlaşma, işsizlik demektir. Madencilerin direnişlerinde yalnız olmadığını memleketin dört bir yanında göstereceğiz,” dedi.
CHP lideri Özgür Özel mesaj yayımlayarak işçileri desteklediğini belirtti.
Özel, X hesabından paylaştığı mesajında, “Özelleştirme uygulamasına karşı direnen Çayırhan Termik Santralı işçisinin yanındayız. Türkiye’nin dört bir yanında emeğini savunmak için eylem yapan, direnen, greve çıkan tüm işçileri, mücadelelerinde asla yalnız bırakmayacağız” dedi.
Kaynaklar: BBC Türkçe, ANKA, Evrensel
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa dilekçelerinin kabul edildiğini duyurdu.
Yalçın, sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, parti içi yapılan bir inceleme sonucunda Isparta Milletvekili Hasan Basri Sönmez, Bolu Milletvekili İsmail Akgül ve Kilis Milletvekili Mustafa Demir’in istifalarının istendiğini, istifa dilekçelerinin kabul edildiğini açıkladı.
Yalçın, mesajında, “parti içinde devam eden bir inceleme mucibince Isparta Milletvekilimiz Hasan Basri Sönmez’in, Bolu Milletvekili İsmail Akgül’ün ve Kilis Milletvekili Mustafa Demir’in istifaları istenmiş, müteakiben de istifa dilekçeleri kabul edilmiştir,” ifadelerini kullandı.
İstifa ettirilen üç vekil de Yalçın’ın paylaşımına sosyal medya hesaplarından, “Liderimizin ve partimizin son nefesimize kadar emrindeyiz” mesajlarıyla karşılık verdi.
İstifalarla birlikte MHP’nin Meclis’teki sandalye sayısı 47’ye düştü.
Altın kaçakçılığı iddiası
Milletvekilleri Hasan Basri Sönmez, İsmail Akgül ve Mustafa Demir’in adlarının altın kaçakçılığı soruşturmasında geçtiği ve istifalarının bu nedenle istendiği iddia ediliyor.
Gazeteci Timur Soykan’ın haberine göre istihbarat birimlerinin 20 Eylül’te gerçekleştirdiği kaçak altın operasyonunda bazı milletvekillerinin altın kaçakçılığı yaptığı tespit edildi. Bu milletvekillerinin MHP’den istifası istenen Sönmez, Akgül ve Demir olduğu iddia edildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç MHP’den istifa ettirilen milletvekilleri hakkındaki iddialarla ilgili “Yargımıza intikal etmiş bir adli soruşturma söz konusu değil,” dedi.
İsmail Akgül’ün adı aynı zamanda Sinan Ateş cinayeti ile ilgili soruşturma da da geçmişti. Soruşturma kapsamında Akgül’ün Sinan Ateş cinayeti ardından Bolu’ya gelen bir araca eskortluk yaptığının belirlenmesinin ardından babasına ait evi aranmıştı. Akgül’ün kullandığı araç da aranmıştı.
Genel Başkan Yardımcısı’ndan dikkat çeken paylaşım
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın istifaların ardından sosyal medya hesabından paylaştığı mesaj dikkat çekti.
Yıldız, mesajında “(MHP) Adaletin, hakkın terazisi, vicdanın sesi, hukukun ruhu, ahlakın özü olduğunu bilen kararlı, sabırlı, bahane üretmeyen, arkadaşlarını yolda bırakmayan, hak ve hukukuna saygılı, yüksek ahlak sahibi, merhametli, yetkisini kötüye kullanmayan, nefsini öne çıkarmayan, kibirden uzak duran, fanilik duygusuna aşina, hoşgörülü, hayata hikmet ve hakikat gözüyle bakan, derviş gönüllülerin yeridir,” ifadelerini kullandı.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi’ne gitti, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve heyetine özel sunum yaptı.
CHP kaynaklarından edinilen bilgiye göre 20 Kasım sabah saatlerinde MİT Başkanı İbrahim Kalın ve beraberindeki heyet CHP Genel Merkezi’ne giderek Özel ve beraberindeki heyet ile biraraya geldi.
Kaynaklara göre MİT Başkanı Kalın ve heyeti CHP lideri Özel ve heyetine “terör örgütlerinin faaliyetleri ve olası tehditlerine ilişkin sunumlarda bulundu.”
Saat 11.00’de başlayan görüşme yaklaşık 4 saat sürdü. Sunumların ardından Özel ve ekibinin ek bilgi talepleri yanıtlandı.
CHP kaynakları, görüşmenin olumlu geçtiğini bildirdi.
MİT tarafından görüşmeye ilişkin bir açıklama yapılmadı.
Özel sunum talep etmişti
MİT Başkanı Kalın’ın Fethullah Gülen’in ölümünün ardından 22 Ekim’de AK Parti MYK toplantısına katılarak FETÖ ile ilgili sunum yaptığı ortaya çıkmış, CHP lideri Özel bunun üzerine Kalın’a bir yazı göndererek CHP’ye de bir sunum yapmasını beklediklerini iletmişti. 29 Ekim töreninde Kalın’ın yazıyı aldığını kendisine ilettiğini söyleyen Özel, bu hafta bir sunum yapacağını açıklamıştı. Özel tarihi belirtmemişti.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel 7 Kasım’da da kayyum tartışmaları gölgesinde Ankara Büyükşehir Belediyesi hakkında MİT’e araştırma talimat verildiği yönünde duyum aldıklarını söylemişti.
Özel, “Bugün de Sayın MİT Başkanı’na seslenmek isterim. MİT’in hiyerarşisi içerisinde böyle bir şey olacağına ihtimal vermiyorum ama MİT’in içerisine Saray’dan birilerinin ‘aman efendim bir şeyleri araştırın, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni de bu işlere karıştırın’ diye bir yaklaşım olduğunu duymuş durumdayım. Bu konu hakkında kısa sürede MİT Başkanı’nın duyarlılık gösterip, beni, partimi ve bilmesi gereken tüm siyasi partiler -ki milletin görevlendirdiği partiler- arasında ayrım yapmak doğru değildir. Bilgilendirmesini bekliyorum” demişti.
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da Varşova’da toplandı. Bir gün önce AB Dışişleri Bakanları toplantısı vardı. İngiltere artık AB üyesi değil, ama belli ki AB’nin en cüsseli üyeleri, aralarına İngiltere’yi de alıp Rusya’ya karşı bir ortak açıklama yaptı. Varşova toplantısının siyasi-askeri yönden simgesel ağırlığı vardı.
1- Toplantı Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının 1000’inci gününde ayarlanmıştı.
2- Polonya AB’nin Rusya ve Ukrayna’ya cephe ülkesi.
3- İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD öncülüğünde kurulan batı askeri ittifakı NATO’ya Sovyetler Birliği öncülüğünde kurulan doğu askeri ittifakının karargâhı Varşova idi; adı da Varşova Paktıydı.
Pakt, batı ve doğu Almanyaların 1990’da birleşmesiyle fiilen, 1991’de de Sovyetler Birliğinin dağılma sürecinde resmen ortadan kalktı. NATO kazanmıştı.
Peki, 19 Kasım’da Varşova’da toplanan, biri hariç hepsi AB üyesi altı büyük Avrupa ülkesinin amacı, hepsi NATO üyesi bulunduğuna göre ne olabilir?
Stratejik özerklik arayışı
Yanıt, Avrupa güçlerinin ABD’de Donald Trump dönemi öncesinde kendi savunmalarını ABD’ye daha az bağımlı, ABD ve NATO’yla “stratejik özerklik” ilişkisi geliştirme arayışı olabilir.
ABD Başkanı Joe Biden’ın giderayak Trump’ın Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile manevra sahasını daraltmak amacıyla Ukrayna’ya verdiği uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma izni ve Putin’in buna karşı atom silahı kullanma tehdidinin bu arayışa ve Varşova toplantısına neden olduğu anlaşılıyor.
Yani Rusya’ya karşı ABD’ye de tam güven duyamayacakları bir dönemin getireceği zorlukların görülmesinden kaynaklanıyor.
Tıpkı Türkiye’nin, 2014’te ABD’nin Suriye’de PKK bağlantılı örgütlerle ittifakı ve özellikle Suriye operasyonları sonrasında ABD başta olmak üzere NATO üyelerinden maruz kaldığı silah satış engelleri sonrası “stratejik özerklik” konumunu geliştirmeye başlaması gibi.
Stratejik özerkliği bu çerçevede NATO görevlerini eksiksiz yerine getirirken kendi çıkarlarını öne çıkarmak olarak özetlemek mümkün.
Bu anlayışı Varşova ortak bildirisinde görmek mümkün.
Varşova bildirisi ne diyor?
Nitekim altı Avrupa gücünün ortak Varşova Bildirisindeki şu cümle bu arayışı özetliyor:
• “Avrupa ülkeleri, transatlantik ve küresel ortaklarımızla birlikte hareket ederek kendi güvenliğimizi sağlamada daha da büyük bir rol oynamalıdır.”
Devamındaki şu ifadeler de önemli:
• “AB’nin ekonomik ve finansman gücü de dâhil olmak üzere elimizdeki tüm araçları kullanarak ve Avrupa’nın sanayi temelini güçlendirerek Avrupa’nın güvenlik ve savunmasını güçlendir(eceğiz). Bu amaçla NATO, Avrupa Birliği, Müttefik gruplar ve benzer düşünen ülkeler arasındaki çalışmaları geliştirecek, yenilikçi finansmanı tartışacak ve savunma ticareti ve yatırımı önündeki engelleri kaldıracağız.
• “Araştırma ve geliştirmeye yatırım yaparken ve yeni teknolojileri kullanırken hava savunması, derin hassas saldırılar, insansız hava araçları ve entegre lojistik dahil olmak üzere kritik askeri kabiliyetlerimizin yanı sıra kritik altyapı ve siber savunmaya yatırım yap(acağız).”
Avrupa güçleri kendi silahlarını geliştirmeye ve silahlanmaya daha çok bütçe ayırırken iş birliği ortak ve sahalarını geliştirme peşinde. İngiltere’nin Almanya’yı Türkiye’ye Eurofighter satışı konusunda ikna etmeye çalışması da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Türkiye’den Rusya uyarısı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a G20 Zirvesi için gittiği Brezilya’da, Ukrayna’nın ABD’nin verdiği füzeleri, Putin’in uyarısına rağmen kullanması ve ardından Rusya’nın tehdit tonunu yükseltmesi soruldu.
“Bunlar olumlu gelişmeler değil” diyen Erdoğan şöyle devam etti:
• “Rusya’nın attığı bu adım bence NATO yetkilileri tarafından da düşünülmelidir. Her şeyden önce Rusya kendisini koruyacak güce, kendisini koruyacak tedbirlere sahiptir, sahip olmak durumundadır.
• “Aynı şekilde bir NATO ülkesi olarak kendimizi korumak ve koruyacak adımları atmak durumundayız. Rusya ve Ukrayna komşumuz. Onlarla da ilişkilerimizi korumak durumundayız. Temenni ediyorum ki, bir an önce kesin ateşkesi Ukrayna ve Rusya arasında sağlarız ve dünyanın beklediği barışı temin etmiş oluruz.”
Erdoğan gayet temkinli konuşarak, Türkiye’nin de üye olduğu ve kararların oy birliğiyle alındığı NATO yönetimin Rusya’nın misillemesine karşı uyarıyor.
Bu da aslında Avrupa güçlerinin Varşova toplantısı sonuçlarıyla paralel sayılabilecek bir yaklaşım; stratejik özerklik kavramıyla örtüşüyor.
Kürecik radarı etkeni
İşin başka boyutu da var. İncirlik Üssünü, Boğazlar Savunmasını ve Türkiye’nin NATO’ya sağladığı diğer stratejik değerlere ek olarak bir de Kürecik radarı bulunuyor. Türkiye, Romanya ve Polonya, ABD’nin işletimindeki bir NATO projesi olan Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunması (THAAD) çerçevesinde özel bir işbirliği içinde. Bu sistemin – dünyada beş noktada bulunan radarı Malatya, Kürecik’te, füzeleri ise Romanya ve Polonya’da.
NATO’yu doğrudan ilgilendiren bir çatışma durumunda Rusya ya da herhangi bir yerden fırlatılacak uzun menzilli füzeleri durdurmak için ilk devreye girecek silah sistemlerinden biri de bu olacak.
Yani Biden’ın Trump’ı zor durumda bırakmak amacıyla Putin’in Ukrayna nasırına basmasıyla ortaya çıkabilecek sonuçlar da Avrupa güçlerinin Varşova toplantısıyla stratejik özerklik arayışı da Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
ABD seçimlerinden Trump’ın galip çıkması, Türkiye’den belli başlı Avrupa güçlerine, Rusya’dan Çin’e İran’a dek herkesi kendi konumunu yeniden belirleme zorunluluğuyla karşı karşıya bıraktı; Varşova toplantısı bunun son örneği ama sonuncusu olmayacak gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili konuştu, “NATO yetkilileri düşünmelidir” dedi.
Brezilya’nın Rio De Janerio kentinde gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesi sonrasında 19 Kasım’da basın toplantısında konuşan Erdoğan, “Rusya’nın attığı bu adım NATO yetkilileri tarafından düşünülmelidir, bu adım gözden geçirilmelidir” ifadelerini kullandı.
Erdoğan, “Her şeyden önce nükleer silahların kullanıldığı bir savaşın olumlu bir yanı vardır diyemeyiz,” diyen Erdoğan, “Son dönemde özellikle Ukrayna’nın kullandığı füzeler bu durumun nerelere vardığını, varacağını gösteriyor. Bunlar tabii olumlu gelişmeler değil. Bütün bu olumsuzluklara karşı Türkiye olarak biz tavrımızı aynen koruyor ve burada bu durumun süratle barışa yönelik bir gelişme olmasını da bekliyoruz” şeklinde konuştu.
Erdoğan’ın açıklaması ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin 17 Kasım’da Ukrayna’ya ATACMS füzelerini kullanma izni vermesiyle tetiklenen gelişmelerin ardından geldi.
ABD’den ATACMS hamlesi
Washington yönetiminin bu hamlesinin ardından Ukrayna, ABD’den aldığı ATACMS füzelerini ilk kez Bryansk bölgesindeki bir askeri tesise karşı kullandı.
Ukrayna ordusu kullandığı silahları kamuoyuna açıklamazken, Reuters haber ajansına konuşan ve isimleri açıklanmayan bir Ukraynalı yetkili ile bir ABD’li yetkili, ATACMS füzelerinin kullanıldığını doğruladı.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, ATACMS kullanımıyla ilgili temkinli bir açıklama yaparak, “Bu tür şeyler kamuoyuna duyurulmaz, füzelerin kendisi konuşur” ifadelerini kullandı.
Ukrayna Güvenlik ve İşbirliği Merkezi Başkanı Serhiy Kuzan ise bu gelişmenin “savaşın gidişatını değiştirebilecek bir şey olmadığını ancak güçleri daha da eşitleyeceğini” belirtti.
Rusya Savunma Bakanlığı, toplam altı füzenin ateşlendiğini, bunlardan beşinin hava savunma sistemleri tarafından imha edildiğini, birinin ise hedefte hasara yol açtığını açıkladı.
Rusya’dan nükleer doktrin hamlesi
Rusya Devlet Başkanı, Vladimir Putin, ATACMS saldırısının ardından 19 Kasım’da ülkenin nükleer silah kullanma eşiğini düşüren yeni bir doktrine imza attı.
Yapılan değişikliklere göre, Rusya’ya karşı konvansiyonel füzeler, insansız hava araçları veya uçaklarla gerçekleştirilen büyük çaplı bir saldırı, Belarus’a yapılacak bir saldırı veya Rusya’nın egemenliğine yönelik herhangi bir kritik tehdit, nükleer karşılık için gerekli kriterleri karşılayabilecek.
Bir koalisyona üye olan herhangi bir devletin Rusya’ya karşı gerçekleştireceği saldırı, Moskova tarafından tüm grubun saldırısı olarak değerlendirilecek.
Devlet haber ajansı Tass’a göre, yeni doktrin, nükleer yanıt verilebilecek ülke ve koalisyonların sayısını ve askeri tehditlerin türlerini genişletiyor.
Storm Shadow füzeleri de gündemde
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Rusya’nın bu hamlesinin şaşırtıcı olmadığını ve ABD’nin kendi nükleer duruşunu değiştirmeyi planlamadığını açıkladı.
Avrupa Birliği’nin üst düzey diplomatı Josep Borrell ise Rusya’nın nükleer tehditlerini “tamamen sorumsuz” olarak nitelendirdi.
Biden’ın ATACMS kararı, İngiltere ve Fransa’nın da Ukrayna’ya Storm Shadow füzelerinin kullanımına izin vermesinin önünü açabileceği tartışılıyor.
İngiltere Başbakanı’nın sözcüsü, Rusya’nın yeni nükleer doktrinini “sapkın Rus hükümetinden gelen sorumsuzluğun en son örneği” olarak değerlendirdi.
Süpersonik özelliklere sahip ATACMS füzeleri, 300 kilometreye varan menziliyle Rus hatlarının derinliklerine ulaşabiliyor. Yüksek hızı ve balistik yörüngesi sayesinde hava savunma sistemlerini aşma yeteneğine sahip olan füzelerin her biri yaklaşık 1,5 milyon dolarlık maliyetiyle dikkat çekiyor.
Kaynaklar: Reuters, Guardian, BBC, Al Jazeera, Milliyet