Umarım yakında yayınlanacak “Darbeler Kitabı” hazırlığım bitmek üzere. (*) Sadece Türkiye’deki darbe ve darbe girişimlerini değil, bizi ilgilendiren coğrafyadaki darbe girişimleri ve darbeleri çalışıyorum epeydir. Ve birbirleriyle ilişkilerini, ortak noktalarını, ayrılan noktalarını… Türkiye’deki darbe girişimi ve darbelerin -15 Temmuz 2016- hariç nasıl olduğu ayrıntılarıyla yazıldı; ben ne olduğu, neden olduğu ve ne tür sonuçlar doğurduğu
Gerici sözünü çoktandır duymadınız değil mi? Belki ilericileri bastırmaya çalışırken kendi bahçelerinde İslâmcı bir gizli örgütün 2016 darbe girişimine doğru büyümesine izin veren askerlerin bunun yerine “irtica” diye Arapça bir sözcüğü kullanarak içini boşaltmaları yüzündendir. Siyasi İslâmcı hareket dememek için uydurdukları “Sen anladın onu” muğlaklığı ve sıradanlığında bir klişeydi. Bir zamanlar adeta putlaştırarak milleti neredeyse
Zaferden ne anlıyoruz? Zaferden Türkiye’deki herkes aynı şeyi anlıyor mu? 30 Ağustos, kimilerimize göre işgal ordularının çökertildiği, bağımsızlık ve cumhuriyete giden kapıların açıldığı tarihtir. Kimilerimize göreyse 30 Ağustos’un felaketlerine açılan kapı olarak görüldüğü anlaşılıyor; çünkü onların “keşke Yunan kazansaydı da halifelik kalsaydı” saflarında olduğu giderek ortaya çıkıyor. Zaferden ne yazık ki aynı şeyi anlamıyoruz. Zaferden
Ayasofya’nın yeniden ibadete açıldığı 24 Temmuz günü Cuma namazına 350 bin kişi katılmış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beyanına göre. Fatiha suresini kendi okudu. Milletin “on yıllara sâri hasretinin dindiğini” ilan etti. Bunun Cumhur İttifakı sayesinde mümkün olduğunu söyleyerek MHP lideri Devlet Bahçeli’nin payını verdi. Sonra hutbe için minbere Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş çıktı. Elinde bir
Daha birkaç hafta öncesine kadar Ayasofya’nın müzeden cami olarak ibadete açılması üzerine kimseler konuşmazdı. Oysa bir iki gün içinde bu nesil için müze olan Ayasofya “zincirler kırılıp” yeniden cami olacak. Ülke gündeminin hiçbir zaman önemli bir konusu olmayan Ayasofya’da ibadet konusu, birkaç yıl önceki 28 Şubat sürecini anımsatır şekilde yeniden şeriat ve hatta hilafet tartışmalarını
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını bir yana koyuyorum, fırsat bu fırsat deyip Atatürk’e hakaretler yağdırmayı diğer yana.Ayasofya’nın ibadete açılışının Türkiye’deki dindar, muhafazakâr, İslamcı kesim için önemini bir yana koyuyorum. Fırsatı ganimet bilip Cumhuriyetimizin kurucusu, İstiklal Savaşımızın önderi Mustafa Kemal Atatürk’e ağza alınmayacak sözleri, meydanda dava açacak savcı bile kalmadığı güvencesiyle sarf eden korkakları diğer yana.Ayasofya’nın açılışını
Arada 4 gün vardır. Dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da Yunan askerleri İzmir’e çıkmıştır. Osmanlı Hanedanının son sultanı olacağını hâlâ fark etmemiş olan Vahdettin bezgin vaziyette, sadrazam, yani başbakan yaptığı damadı Ferit Paşa’dan medet ummakta, Damat Ferit ise keşke işgal edenler Yunan değil de İngiliz, Fransız askeri olsaydı diye hayıflanmaktadır. İzmir’in işgali, Osmanlı Hanedanı yönetimindeki
Bence Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin görevini lâyıkıyla yerine getirmiyor. Evet, CHP’lileri ve başka muhalif isimleri olur olmaz ekrana çıkartan Halk TV’ye cezasını verdi, beğenmediği yorumları yapan haber sunucuları nedeniyle yorum yasağı getireceğini söyledi ama bu yeterli değil. Şahin “Yeşil Nokta” konusunda gereken duyarlılığı göstermiyor.Yeşil Nokta, malum AK Parti’nin üç aylık hummalı
Tarih 15 Mayıs 1919 idi. Sultan Mehmet Vahdettin’in Başkâtibi, bugünkü söyleyişle Özel Kalem Müdürü Ali Fuad Bey müsaade istedi, makamına girdi. Elinde bir telgraf vardı; İzmir’den geliyordu. Telgrafta “bir devlet-i ecnebiyyenin” İzmir’e asker çıkardığı yazıyordu.Halife Vahdettin telgrafı okudu sonra Ali Fuad Bey’e dönüp hemen Bab-ı Âli’ye, Sadrazam’a gidip şunu sormasını istedi: “Menteşe Sancağını işgal eden