PKK’nın 11 Temmuz’da silah bırakma yönünde yaptığı açıklama ve ardından 26 Ekim’de Türkiye’den çekilmeye başladığını ilan etmesi, “Terörsüz Türkiye” sürecinde sembolik olarak çok önemli iki dönüm noktasıydı. Bu çekilme kararı sonrası yapılan ilk Terörsüz Türkiye Komisyonu toplantısının ardından, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş “Nihai rapor safhasındayız” açıklamasıyla sürecin olgunlaştığı mesajını verdi. Yalnızca İç Politika değil Bunun
İktidardaki AK Parti, Meclis’te kendisinden sonra ikinci ve üçüncü büyük gruba sahip muhalefet partileri CHP ve DEM’i, siyasetleri açısından değerli birer kişiyi hapisten çıkarma gündemine sıkıştırıp kendi gündemine odaklanma çabasında. İç siyasette olan biteni bir cümlede özetlemeye kalkarsanız işin özeti budur. Bir cümlede ifade edilemeyecek konu yoktur. Zordur ama beyninizi bir cümlede ifade etmeye zorladığınızda
PKK, Türkiye’deki “tüm güçlerini” geri çekmeye başladığını açıkladı. Açıklama 26 Ekim’de PKK’nın üst kadrosundan, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok tarafından Kuzey Irak’ta yapıldı. Ok, silahlı militanların Irak’a çekilme işleminin sürmekte olduğunu, çekilenlerden bir kısmının da açıklama sırasında hazır bulunan toplam 25 üst düzey PKK militanları arasında bulunduğunu söyledi. Açıklamaya iktidardan ilk tepkiyi veren AK
Türkiye’de “barış” konuşuldukça sessizlik derinleşiyor. Kimse yüksek sesle “barışa karşıyım” demiyor; fakat barış ufku belirdiğinde görünmez direnç hatları anında çalışıyor. Aynı refleksi demokraside de görüyoruz: “daha çok demokrasi” söylemi alkış topluyor, ama iş kurallara, kurumlara ve hesap verebilirliğe geldiğinde frenler çekiliyor. Barıştan korkmakla demokrasiden korkmak arasındaki benzerlik tam da burada: her ikisi de mevcut güç
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun toplumsal uzlaşma konusunu görüşmeye başladığı bu dönemde, geçmişte defalarca olduğu gibi sadece “silahların susması” üzerine değil, toplumun bütün katmanlarında gerçek bir uzlaşma üzerine kafa yormamız gerekiyor. Çünkü barış, yalnızca bir anlaşma metninin ya da siyasi takvimin ürünü değildir; barış, toplumun kendi içinde yeniden konuşabilme, geçmişiyle yüzleşebilme ve geleceğine dair
Cumhurbaşkanı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum’un TBMM heyetinin İmralı’ya giderek PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmesinin “müzakere” ya da “devletin teröristin ayağına gitmek” sayılmayacağını yazdığı 6 Ekim günü yıllardır cezaevinde tutulan HDP’nin önceki el genel başkanlarından Figen Yüksekdağ’ın Bianet’te mülakatı yayınlandı. Gazeteci Evrim Kepenek’in sorularını mektupla, Kandıra Cezaevinden yanıtlayan Yüksekdağ, CHP operasyonları Terörsüz Türkiye sürecini olumsuz
Başlıktaki sözü başka türlü de söyleyebilirsiniz. Örneğin siyasette “Seçimle gitsem, yargıyla gelirim” gibi de söylenebilir; aynı kapıya çıkıyor. Bunun somut örneğine 24 Eylül’de CHP İstanbul İl Kurultayında tanık olduk. Daha önce, 2 Eylül’de CHP’li Özlem Erkan’ın şikayetiyle CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve yönetimini görevden alarak yerine Gürsel Tekin’i atayan İstanbul 45’inci Asliye Hukuk
“Terörsüz Türkiye” süreci ile tarihi bir dönüm noktasındayız. Silahların susması, toplumun büyük bir kesimi için yıllardır beklenen bir umut. Ancak bu umut, herkes için aynı coşkuyu taşımıyor. Çünkü barış sadece siyasetçileri değil, aynı zamanda bu çatışmanın bedelini yıllardır ödeyen, evlatlarını kaybeden, hayatları geri dönülmez şekilde değişen binlerce aileyi de doğrudan ilgilendiriyor. Bu kesimler için Terörsüz









