(E) Büyükelçi
Son iki hafta içinde ülkesini seven herkesi üzmesi gereken iki önemli gelişmeye tanıklık ettik. Bunların her ikisi de basınımızın pek ilgisini çekmedi. Yayınlanan tek tük birkaç haber de, günlük hayatın sıkıntılarını yaşayan sokaktaki insanlar tarafından fark edilmedi. Her iki gelişmenin de kesiştiği yer şu soruyu davet ediyor: Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığı ne durumda? Türkiye,
Türkiye’de, yaklaşık iki ay sonra Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli seçimi yapılacak. Ülkenin kaderini tayin edecek böylesine bir seçim arefesinde, halk, asrın felaketi olarak nitelenen bir depremin yol açtığı görülmemiş boyuttaki maddi ve manevi yıkımla karşı karşıya kalmış durumda. Ülkeye yılgınlığın ve yorgunluğun hakim olduğu bu zorlu dönemde, kimse dünyada olan bitenle gereği şekilde
Siyasette yaşanan deprem, fiziki depremin yarattığı derin acıların üzerini dahi örtüyor son birkaç gündür… Seçime az zaman kalmışken yapılan sert hamleler, bozulan oyunlar gündemi belirliyor. Sebebi gayet basit; bu defaki seçim, ‘Türk tipi başkanlık” olarak pazarlanan, denetimsiz bir rejimin oylanması olacak. Eğer, onaylanırsa, Türkiye, yarı demokrasiden, tam otoriter bir rejime geçecek. Laiklik biraz daha hasar
Deprem felaketi ülkenin üzerine karabasan gibi çöktü. Görülmemiş boyuttaki can ve mal kaybı herkesin yüreğini dağladı. Yaraların sarılmasından sorumlu kişi ve kurumların sergilediği ibret verici beceriksizlik acıların daha da artmasına yol açtı. Bazı gerçekler apaçık görünür hale geldi. Deprem, “uzaya sert iniş yapacağız” şeklindeki içi boş söylemlerle ülke yönetmenin maliyetinin ne kadar ağır olduğunu bütün
Dışişleri Bakanlığımız, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde son günlerde meydana gelen şiddet olayları sebebiyle vatandaşlarımıza bir seyahat uyarısı yayınlamış. Bu ülkelere seyahat etmeyi düşünüyorsanız, risk altında olacağınızı bilin, şayet orada iseniz de, herhangi bir sorunla karşılaştığınızda temsilciliklerimize müracaat edin diyerek, vatandaşlarımızı uyarıyor. Ne kadar düşünceli bir davranış, değil mi? Diğer taraftan, örneğin mevcut çağdışı yönetime canı
Türkiye-ABD ilişkileri şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gergin. Taraflar, her ne kadar ilişkilerdeki ciddi sorunları ön plana çıkarmamaya özen gösterseler de eskilerin deyimiyle “mızrak çuvala sığmıyor”. Buna, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 18 Ocak’ta Türkiye-ABD Stratejik Mekanizma toplantısı için muhatabı Antony Blinken ile ilk kez Washington’da yaptığı görüşmede de tanık olduk. Zira, Joe Biden’ın Başkanlığı devralmasından
ABD Kongre ara seçimlerinin ilk sonuçları Cumhuriyetçi Parti saflarında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisinin 435 üyesinin tamamının, Senatonun toplam 100 üyesinden üçte birinin, ayrıca bazı Eyalet Valiliklerinin yenileneceği ara seçimlerde çarpıcı bir başarı elde edeceklerinden adeta emindiler. Senato’da çoğunluğu 3-4, Temsilciler Meclisinde de 25-30 sandalye farkıyla kazanma, ayrıca birçok eyalette yapılacak Valilik
Amerikalı gazeteci, siyasi yorumcu ve yazar Anand Giridharadas’ın sevdiğim bir sözü var : “Geleceğe karşı başkaldırının olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Ancak, gelecek kazanacaktır”. Bir zamanlar The New York Times gazetesinde yazı da yazan Giridharadas ne kadar haklı… Dünyanın her köşesinde geleceğe karşı bir başkaldırı yaşanıyor. ABD’de, eski Başkan Donald Trump’ın kurulu sisteme karşı başlattığı “siyasi
John D. Rockefeller, tüm zamanların en zengin iş adamlarından biriydi. Neredeyse bir yüzyıl yaşadı. Vefat ettiğinde 98 yaşındaydı. Standard Oil petrol şirketini kurdu ve 29 yıl başkanlığını yaptı. John D. Rockefeller, The New York Times gazetesinin sadık okuyucularındandı. Ancak, gazetedeki kötü haberler moralini bozuyordu; bunlardan daima şikâyet ederdi. Dönem Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki zorlu
“Dış politikada her gün başka bir türkü çığırılmaz” derdi bir meslek büyüğümüz. Şimdilerde uhrevi dünyada kulakları epey çınlıyordur herhalde… Türkiye, uzunca bir süredir, fırtınalı bir denizde yalpalayarak yol almaya çalışan rotasını kaybetmiş bir gemi görüntüsü veriyor. Ülke içinde akıl almaz bir kutuplaşma, bilinçli şekilde körüklenerek sürdürülüyor. Hak, hukuk, adalet kavramlarının içi boşaltılmış, kurumlar tamamen işlevsizleştirilmiş