Gazeteci - Yazar
PKK’nın silahsızlanması ve dağılması yönündeki çağrı, yeni bir barış sürecinin kapısını aralayabilir mi? Türkiye’de yıllardır süregelen PKK meselesi, Abdullah Öcalan’ın örgütün dağılması ve silahlı mücadelenin sona ermesi yönündeki çağrısıyla yeniden gündemin merkezine oturdu. İlk bakışta, bu açıklama tarihi bir dönüm noktası gibi görünse de, içinde barındırdığı hukuki, güvenlik ve jeopolitik dinamikler dikkate alındığında, meselenin o
Donald Trump’ın Vladimir Putin ile yaptığı sıcak ve dostane telefon görüşmesi ve ardından Ukrayna’nın kaderini belirleme çabası, bir emlak baronunun iflas eden bir kumarhaneyi devretmesine benziyor. Kafasında “Bir şeyi neden satın alasın ki, bedavaya verebilirsin?” diye düşündüğünü duyar gibiyiz. Trump ve sadık Savunma Bakanı Pete Hegseth, ABD’nin küresel stratejisini yeniden şekillendirmeye—ya da daha doğrusu tamamen
Birleşmiş Milletlerin (BM) öncülüğünde Türkiye, Yunanistan, Birleşik Krallık, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının katılımıyla 17-18 Mart’ta Cenevre’de düzenlenecek beş taraflı konferans, Kıbrıs meselesine dair yeni bir süreç başlatma iddiasında. Şu ana kadar yapılan diplomatik temaslarsa, bu toplantının ciddi bir ilerleme sağlamaktan çok çözümsüzlüğü tescil etme riski taşıdığını gösteriyor. Tarafların pozisyonları şu şekilde: • Kıbrıs
ABD ve Rusya heyetleri, ikili ilişkileri normalleştirmeyi ve Ukrayna’daki savaşı sonlandırmayı hedefleyen görüşmelere Riyad’da başladı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Ankara’ya geldi. Bir yandan görüşmeler sürerken, Devlet Başkanı Vladimir Putin yönetimindeki Rusya siyasi ekonomik ve jeopolitik zorlukların yanısıra toplumsal akımlarla karşı karşıya. Yönetim güçlü onay oranlarını ve
Demokrasilerde bilinçli ve doğru seçim yapabilmenin temel koşulu, vatandaşların bilgiye özgürce ulaşabilmesidir. Bu da ancak basın özgürlüğü ve bilgilenme hakkının güvence altına alınmasıyla mümkündür. Bilgili ve bilinçli bir toplum yaratmak, yalnızca gazetecilerin sorumluluğu değil, aynı zamanda siyasi aktörlerin ve sivil toplumun ortak çabasıyla mümkün olabilir. Ancak basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda, bireylerin demokratik haklarını tam
Suriye’de yıllardır devam eden iç savaş, Halep ve Hama’da muhalif grupların ilerleyişi ve Şam’da darbe girişimi iddialarıyla yeni bir boyut kazandı. Beşşar Esad rejimi hem muhalif saldırılar hem de iç çatışmalarla sarsılırken, bu gelişmelerin Türkiye ve bölge üzerindeki etkileri giderek daha belirgin hale geliyor. Muhaliflerin kazanımları, rejimin zayıflayan kontrolünü gözler önüne sererken, Türkiye’nin bu krizden
Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçiminde Donald Trump’ın zaferini ilan etmesi, Türkiye açısından dikkatle izlenen bir gelişme oldu. Trump’ın ilk başkanlık döneminde dış politikada sergilediği alışılmadık söylem ve pragmatik yaklaşımı, Türk-Amerikan ilişkilerinde de iniş çıkışlara yol açmıştı. Trump’ı ilk kutlayan liderlerden biri de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu. Trump’ın ikinci döneminde Türkiye ile ilişkilerin nasıl şekilleneceği, iki
Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides’in Beyaz Saray’da ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşme, Kıbrıs-ABD ilişkilerinde tarihi bir dönemeç olarak öne çıkıyor. Biden yönetiminin Kıbrıs’a stratejik bir ortak olarak yaklaşması ve Kıbrıs Rum Yönetimini NATO-dışı Ana Müttefik (MNNA) statüsüne taşımayı düşünmesi, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki jeopolitik önemini artırarak Türkiye için önemli bir diplomatik sınav anlamına
101’inci yılını kutlamakta olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri arasında yer alan “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” tanımı, Anayasa’nın ilk üç maddesi ile teminat altına alınmıştır. Bu üç madde, anayasal düzenin temel taşlarını oluşturur ve Anayasa’ya göre değiştirilmesi bile teklif edilemez. Ancak 18 Ekim’de Meclis’e sunulan “Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Terör konusu ülkenin en hassas meselesiyken, gündemi sarsan absürt bir öneri daha… Öyle ki, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkum edilmiş terörist başının TBMM altında konuşması gibi akıl almaz fikirlerle halkın dikkati dağıtılıyor. Bu öneriyi yapanlar, iktidar ortağı olmanın korumasıyla “ifade özgürlüğü” kullanabilirler elbette. Başkası bu ifadede bulunsa, çoktan hapiste ifade vermekteydi ve hatta niyetinin barışa









