İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 24 Mayıs gecesi üç saat süren Habertürk canlı yayınından aklınızda en çok ne kaldı? Yani Soylu’nun gazetecilerin fırsat bulup sorabildikleri soruları geçiştirme ustalığı dışında; programın amacı suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarına yanıt vermekti ama Soylu ne zaman somut bir soru gelse konuyu ya Türkiye üzerine oynanan emperyalist oyunlara ya da
Hükümet kontrolündeki Anadolu Ajansının bir muhabirinin iki bakanın 21 Mayıs’taki ortak basın toplantısı sırasında sorduğu bir soru ortalığı karıştırdı. Daha doğrusu AK Parti’den tüten dumanları biraz daha görünür hale getirdi. Soruyu sorduğu için derhal işten atılan muhabir Musab Turan’ın daha sonra video aracılığıyla söyledikleri ise adeta röntgen filmi, ya da kan tahlili gibi AK Partinin
“Soylu-Peker kavgasından bir “Büyük temizlik” çıkar mı?” cümlesi aslında yanlış. Çünkü tanık olduğumuz sadece bir “Soylu-Peker” kavgası değil; onun çok ötesinde.AK Parti hükümetinin, hatta daha önceki krizlerde açık tavrını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan yana koyan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin dahi bu son krizde Soylu’ya adeta “Ne halin varsa gör” suskunluğu içinde olmasına rağmen tanık olduklarımız
Gelin olaylara başka açıdan bakalım. Geçen yıl bu zamanları hatırlayalım. Covid-19 salgının ortaya çıkmasıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beğeni düzeyinde bir sıçrama olmuş, ama bu kısa sürmüştü. İlk aylarda biraz da nazik, saygılı tavrıyla güven veren, öne çıkan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın anketlerdeki beğeni düzeyi bir ara -kısa bir dönem de olsa- Erdoğan’ı geçti.Sonra İçişleri Bakanı
Sadece savcılar değil, belki müfettişler için de söylemeliyiz: Türkiye’de adalet peşinde savcılar, adalet peşinde hakimler yanı sıra, idarenin düzgün işleyişini halk adına denetleyecek müfettişler kaldı mı?Hayır, sadece Sedat Peker vidolarındaki önemli iddialar için sormuyorum.O ayrı bir utanç kaynağına dönüştü. Uçan kuşun kanadından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret gerekçesiyle muhalif siyasilere gazetecilere, sivil toplumculara dava açıp göze
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti heyeti son günlerde dikkatlerin muhalefetin “128 milyar dolar nerede?” sorularından dağıldığına mı sevinsin, dikkatlerin suç dünyasından Sedat Peker’in giderek Erdoğan’ın aile efradına dokunmaya başlayan iddialarına toplanmasına mı üzülsün? CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın “Ülke Kurtlar Vadisine dönmüş, bir savcı kılını kıpırdatmıyor” demesi de DEVA Partisi lideri Ali Babacan “Türkiye 1990’lara
İşçileri Bakanı Süleyman Soylu’nun “muafiyet yok” demesinden bir gün sonra, yani tam kapanmanın birinci gününde bazı market ve tekel bayilerin alkol satması, “Hükümet esnaf karşısında bir kez daha geri adım mı attı” sorusuna yol açtı. Mesele tek bir geri adımdan, münferit bir hükümet-esnaf çatışmasından, küçük bir “alkol kavgasından” ibaret de değil.Önce tarafları dinleyelim, ardından bunun
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın AK Parti iktidarını nelerin yıprattığını görmesi için uzaklara bakmaya ihtiyacı yok. Dış güçler, üst akıllar, yeni darbe komploları aramasına da. AK Partiyi yıpratmak için AK Partinin yeni elitleri yeter de artar bile.Doğru, CHP’nin başı çektiği, İYİ Parti ve diğer muhalefet partilerinin de katıldığı “128 milyar dolar nerede?”
Merkez Bankası başkanının değiştirilmesiyle başlayan ekonomik çalkantı, “döviz krizi” uyarılarıyla devam ederken, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı almasının yankıları da sürüyor. Bugün partisinin meclisteki grubuna konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’nden neden çekilme kararını sorguladı. Kılıçdaroğlu: 42 milyon kadına ihanet Kılıçdaroğlu, “Bir hakkı kadınların elinden almak zorbalıktır. Bu devlette