Londra Enerji Kulübü YK Başkanı
En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: “Bugün Türkiye’nin sorunlar listesinin dökümünü yap” derseniz en başa eğitim sorununu yerleştirirdim. Ekonomik kırılganlık, dış politika çıkmazları, teknoloji, enerji, tarım, etnik gerginlik, din tacirliği, Suriyeli mülteciler, yoksulluk, terör ve benzeri aklınıza gelebilecek tüm diğer sorunları o listede kesinlikle eğitim sorununun altına dizerdim. Niye mi? Çünkü eğitimi iyi kurgulanmamış, “nasıl
Türkiye’nin göçmen, mülteci ve yabancı politikalarını, özellikle de vatandaşlık sürecini herkes gibi ben de uzun bir zamandır kaygıyla izliyorum. Şeffaflık eksikliği, belirsiz istatistikler ve izlenen politikanın hangi amaca hizmet ettiğinin net bir şekilde açıklanmamış olması, bu sürecin dünyanın en kötü örneklerinden birine dönüşmesine neden oluyor. Kolayca verilen vatandaşlık Geçtiğimiz yaz Como’daki bir uluslararası toplantıda, Maronit
Türkiye’nin BRICS üyeliği için o kadar yaygaradan ve bir bardak suda koparılan fırtınadan dişe dokunur bir şey çıkmadı. Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Kazakistan, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda, Özbekistan ve Vietnam ile birlikte bizi BRICS’e “ortak” yaptılar. Bizi “acaba Batı’dan kopup eksen mi değiştiriyorlar” diye dünyanın diline düşüren “tam üyelik” olmadı. Muhtemelen “mevcut dengeler bozulmasın”
Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu, moral bozucu bir tablo sunuyor. Bırakın AB müktesebatının gereği olan tam üyelik müzakerelerini (ki bu konuda yaprak kımıldamıyor) Brüksel ile tüm ilişkiler adeta durma noktasına gelmiş durumda. Beş yıl önceki statükoya dönmek bile başarı sayılacak neredeyse. Gümrük Birliği modernizasyonu, serbest vize rejimi, finans kanallarının açılması, dış politika ve
Dünya ve Türkiye, vahim sonuçları olabilecek yeni bir dönüm noktasında. Tarihin nadir anlarından biri, hem küresel hem yerel düzeyde, eşiklerde geziniyoruz. Pek çok kişi bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyor, fakat gerçekten de tehlikeli bir dönüşümün içinden geçiyoruz hemen her alanda. Jeopolitik çatışmalar hız kazanırken, bölgesel savaşların patlak vereceği, hatta bazı ülkelerin parçalanacağı dahi konuşulmakta. Önümüzdeki
Türkiye-İran ilişkilerinden bahsederken, genellikle 1639 Kasrı Şirin Antlaşması’ndan bu yana sınırlarımızın değişmediğini vurgulayarak başlarız söze. Bu, iki ülke arasındaki tarihi derinliğin, siyasi istikrarın ve yüzyıllar boyunca onca iniş çıkışlı ilişki dönemeçlerine rağmen statükoya saygının sembolüdür. Zaman zaman aynı coğrafyada bölgesel rekabete dönüşebilen bu köklü ilişkilerin altında Sünni-Şii ayrımının çok ötesinde birbirinden farklı ve dinamik unsurlar
Bundan tam 17 yıl önceydi. Bodrum’un Güvercinlik koyunda, ormanlar cayır cayır yanarken, hepimizin aklında tek bir umut vardı: “Bu topraklar yeniden yeşerecek, ormanlarımız tekrar can bulacak.” Ancak bu umut çok geçmeden yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktı. Zira, söz verilen ağaçlandırma projeleri unutulmuş, yerine yanmış arazinin üzerine devasa bir otel dikilmişti. Yerinde gördüğümde, şaşkınlığım daha
Dünya, geleneksel güç dengeleriyle ve şiddet ile tanımlanan bir döneme geri süratle dönerken, ekonomiden askeri güce, bilim ve teknolojiden sanat ve kültüre, insan sermayesinin kalitesine kadar her alanda güçlü olmamız hayatı önem taşıyor. Bu amaçla, iç sorunlarımızı ivedilikle çözmeli ve zayıf noktalarımızı güçlendirmeye odaklanmalıyız; değişen küresel dinamikleri ve aktörleri doğru bir şekilde okumalı ve kendimizi
Orta Doğu, uzun zamandır savaşların, suikastların, katliamların ve işgallerin sahnesi olageldi ne yazık ki. Bildim bileli şiddet sarmalından çıkamadı, önümüzdeki dönemde daha iyi olacağına dair hiç bir emare yok. Tam aksine Üçüncü Dünya bu bölgeden mi Asya Pasifik’ten mi fişeklenecek sorusu ile karşı karşıyayız. Özellikle Araplar, artan ölçüde İranlılar, Kızıldeniz, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’da giderek