Londra Enerji Kulübü YK Başkanı
Geçtiğimiz günlerde bir iktidar yetkilisi kamuoyunda yankı uyandıran şu cümleyi kurdu: “Toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, evet biz yasakçıyız.” Toplumu ve aileyi yasakla korumayı öngören bu cümle sadece bir tercih beyanı değil, siyasal iktidarın özgürlükler, bireysel haklar ve toplumsal çeşitlilik karşısındaki pozisyonunu da ele veren bir siyasal deklarasyondur. Geçmişte hatırlıyorum, “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu
28 Nisan 2025 sabahı, İspanya ve Portekiz bir anda sessizliğe gömüldü. Bütün İber Yarımadasını kapsayan, hatta Avrupa’nın başka şehirlerine de yayılan elektrik kesintisi nedeniyle ne trenler çalışıyor ne uçaklar kalkıyordu ne de iletişim sağlanabiliyordu. Hastaneler acil protokollerini devreye soktu, bazı ameliyatlar iptal edildi, ATM’ler hizmet dışı kaldı, marketlerde ödeme sistemleri çöktü. Dijital dünyanın belkemiğini oluşturan
Ortadoğu’nun enerji haritası Türkiye’yi devre dışı bırakabilecek Irak-Suriye petrol boru hattı projesiyle değişebilir. Irak’ın 2003’ten bu yana pasif bekleyen Kerkük–Baniyas petrol boru hattını tekrar canlandırma kararı, yalnızca bir altyapı yatırımı değil; bölgedeki güç dengelerini sarsacak stratejik bir hamle anlamına geliyor. Türkiye, bu koridorun devreye alınması halinde hem transit gelirlerini hem de bölgedeki “enerji dağıtım merkezi”
Doğu Akdeniz’in üç kıtanın kesişim noktasında asılı duran Kıbrıs Adası, artık yalnızca coğrafi bir varlık değil; enerji koridorlarının kesiştiği, güvenlik dengelerinin tartışıldığı ve diplomatik manevraların sahnelendiği bir jeopolitik satranç tahtasıdır. “Batırılamaz uçak gemisi” benzetmesi, salt askeri bir mecaz olmaktan çıkarak bölgesel denklemde somut bir stratejik gerçeklik haline gelmiştir. 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan
Enerji artık yalnızca elektrik üretmenin ya da doğalgaz bulmanın ötesinde bir kavram. Bir devletin dış politikasını belirleyebilen, küresel krizleri tetikleyebilen, şirketlerin kaderini değiştiren, hatta toplumların yaşam biçimlerine yön veren bir güç alanı. Dünya tarihinde belki de ilk kez, enerji bu kadar çok boyutlu, bu kadar çok aktörlü ve bu kadar çok bilinmeyenli bir denklemin merkezine
ABD ile Çin arasındaki artan jeopolitik ve ekonomik gerilim, Soğuk Savaş sonrası kurulan Atlantik merkezli düzenin artık sürdürülemez hale geldiğini gösteriyor. Trump döneminde başlatılan “ticaret savaşları”, Biden yönetiminde daha sofistike ama aynı derecede agresif bir “stratejik rekabet” politikasına evrildi. Bu, sadece gümrük tarifeleri ve teknoloji transferleriyle sınırlı bir çekişme değil; küresel liderliğin, değerler sisteminin ve
Türkiye’nin siyasi sahnesinde önemli bir dönemeçteyiz. Ekrem İmamoğlu’na yönelik hukuki süreçler, siyasi baskılar ve dün alınan tutuklama kararı, sadece İstanbul’u ve İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını hedef almakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin önümüzdeki donemde siyasi dengelerini ve dinamiklerini temelden sarsacak bir gelişme haline geliyor. Görünen o ki ne hükümet geri adım atacak ne de muhalefet yekvücut bir
Türkiye’de siyasi ve ekonomik gündem o kadar hızlı değişiyor ki, bu yazıya başladığımda henüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşları gözaltına alınmamış, borsa ve döviz dalgalanmaları yaşanmamış, siyasi gerilim biraz daha tırmanmamıştı. Sadece kendi başına önemli bir hadise olan diploma iptali, İstanbul Üniversitesinin İmamoğlu’nun diplomasını iptali etmesi konuşuluyordu. Ancak her yeni gün,
Türkiye’nin en büyük çıkmazlarından biri, zeki, yetkin ve vizyoner insanlarını devlet yönetimine, siyasete, askeriye ve bilim-teknoloji alanlarına çekememesi. Bugün ülkenin en parlak beyinleri ya özel sektörde yollarını arıyor ya da yurtdışına göç ediyor. Eğer bu alarm veren akım tersine çevrilemezse, liyakati kamu, siyaset ve iş dünyasına hâkim kılamazsak Türkiye’nin kritik karar alma mekanizmaları daha da









