Gazeteci-Yazar
Hamas’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e saldırısında öldürülenlerin sayısı 8 Ekim sabah saatlerinde 300 “kadar” İsrailli ve 300 “kadar” Filistinliye ulaşmıştı. İsrail’in bazı kasabalarında Gazze şeridinden sızan Hamas militanlarıyla İsrail asker ve polisi arasında çatışmalar devam ediyordu. ABD desteğiyle dünyanın en gelişmiş savaş teknolojisine ve Mossad ve Şin Bet gibi istihbarat ağlarının desteğindeki İsrail ordusu gafil
ABD’nin 5 Ekim’de Suriye’de PKK’yı hedef alan bir Türk SİHA’sını düşürmesine, Dışişleri Bakanlığı 6 Ekim’de “Operasyon etkilenmedi” gibi daha önce eşi görülmemiş bir açıklama yaptı.” Üstelik ABD SİHA’nın Türkiye’nin olduğunu bilerek Ürdün’deki üssünden kalkan bir Amerikan F-16’sı tarafından düşürüldüğünü açıkça söylediği halde. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ABD’li karşıtı Anthony Blinken ile telefonda konuştuğu ve terörle
PKK’nın üstlendiği 1 Ekim İçişleri Bakanlığı saldırısının Ankara’yı hem siyasi hem askerî açıdan daha şahin bir tutuma itti. Bu şahinleşme iki cephede, biri askeri, diğeri diplomatik planda iki operasyon Batıya meydan okuma çizgisinde gelişiyor. 4 Ekim günü önce Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ardından Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından yapılan uyarılar, Suriye ve Irak’taki PKK’ya
“Keskin bıçak olmak için çok çekiç darbesi yemek gerekiyorsa feda olsun, değil çekiç balyoza bile razıyız.” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Ekim’de Meclis grubu konuşmasında kullandı. Konuşmasında bu cümlenin önündeki ve devamındaki cümlelerle doğrudan bağını kurmak da zor; kullanılmasa da olurmuş denebilir. Ama son günlerde Ankara’da kapalı kapılar ardındaki gelişmeler göz önüne alındığında adeta
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim’de yeni yasama yılını açış konuşması, birkaç saat önce, Meclis binasının birkaç yüz metre ilerisindeki İçişleri Bakanlığına yönelik terör saldırısının gölgesinde kaldı. Erdoğan konuşma metninde yer alan “Bölücü terör meselesini, sınırlarımız içinde büyük ölçüde çözdük” cümlesine, metinde yer almayan “Bu sabahki eylem terörün son çırpınışlar” cümlesini eklemek zorunda kaldı. Erdoğan konuşmasının
Osman Kavala ve Gezi Davası mahkûmlarını hapiste tutan asli etken hukuk değildir. Hatta Anayasa ve yasalar da değildir. Öyle olsaydı zamanında Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları uygulanırdı, alt mahkemeler tarafından iktidarın siyasi tercihleri doğrultusunda bozulmazdı, hatta belki bu dava hiç açılmazdı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesinin 27 Eylül’de Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 26 Eylül’de Türkiye aleyhine diğerlerine emsal oluşturabilecek bir karar verdi. 21 Mart 2017 yılında FETÖ üyeliği suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapse mahkûm edilen -ve halen cezaevinde bulunan- Yüksel Yalçınkaya davasında hak ihlali gördü ve Türkiye’nin Yalçınkaya’ya 15 bin avro ödemesi kararına vardı. Geçtiğimiz hafta yayınlanan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu,
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 25 Eylül’de sosyal medya hesabında yaptığı uzunca açıklamayla önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sahip çıkması şimdilik yalnızca siyaset sahnesinde yankı buldu. Ancak buzdağının suyun üstündeki ucu niteliğindeki bu çıkışın devlet yapısı içinde, özellikle İçişleri ve Adalet kademelerinde yankılanıp yankılanması ihtimali var. Bahçeli’nin çıkışının zamanlama bakımından Ayhan Bora Kaplan soruşturması ve Sinan
Sayıştay raporları okunup medyaya yansıdıkça ortaya çıkan yolsuzluk, usulsüzlük ve kamu kaynaklarının israfı izleri akla üç ihtimal getiriyor. 1- Sayıştay yazar, TBMM ya da savcılar soruşturmaz ve bu dosyalar zamanı gelince kullanılmak üzere bir kenarda arşivlenir. 2- Sayıştay yetkileri “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla daha da kısıtlanır, toz-toprak halının altına süpürülmeye -istisnalar dışında- devam









