Türkiye’nin BRICS üyeliği ve Avrupa Birliği (AB) hedefi etrafında güncel tartışma konusu olan açıklama ve yorumları okuduğumda, internette kurumsal web sitelerine yeniden bakma ihtiyacı hissettim. Bir tarafta beş bayrak gördüm – Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın bayraklarını. Ayrıca, “Küresel Güney boyunca destek toplayan bölgesel entegrasyon” başlığını taşıyan, iki elin avuçlarında yer almış bir
Avrupa bütünleşme sürecine ivme sağlayan önemli liderler oldu. Avrupa Komisyonu’nun eski başkanlarından Jacques Delors bunlardan biriydi. Delors’lu yıllara Avrupa bütünleşme sürecinin “altın çağı” olarak atıfta bulunanlar haksız sayılmaz. Avrupa’nın inşası sürecinde Delors’un oynadığı rol büyük. Bir barış ve refah projesi olarak AB’nin yükselmesinde ikinci nesil Avrupalı liderlerin önde gelen bir temsilcisiydi Delors. Jean Monnet gibi
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 7 Ağustos’ta Büyükelçiler Konferansındaki konuşmasında Cumhuriyetin 100’üncü yılına girerken Ankara’nın vizyonunu “Türkiye’yi sistem kurucu aktörlerden biri haline getirmek olarak” duyurdu. Keşke Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün engellemelere karşı ikinci yüzyılına girmesinin önemini biraz daha vurgulasaydı ama ifadesinin daha açık hali şöyle: “Ülkemizin tam bağımsız, gerektiğinde oyun kuran gerektiğinde oyun bozan bir aktör olması
1923 sadece Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği ile akdettiğimiz Ankara Anlaşmasının altmışıncı yılına tekabül ediyor. Bu süre zarfında ilişkilerimiz çok değişik aşamalardan geçti. Son birkaç yıldır ise bu ilişkilerde sürekli bir gerilemeye tanık olundu. Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinden sonra AB ile ilişkilerimizin yeni bir temel üzerinde geliştirilmesi önem taşımaktadır.
1999 yılında henüz Vladimir Putin iktidarda değilken ilk kez Rusya’ya seyahat etmek istediğimde ülkenin Sovyetler döneminden kalma vize düzenlemeleri sorunu ile yüz yüze gelmiştim. Ülkeye girmek için bir davet mektubu edinmeniz gerekiyordu, ama o davet mektubunu nereden ve nasıl isteyeceğiniz belli değildi. Konsolosluğun internet sayfası davet mektubu olmayan kişiler için özel birtakım şirketlere yönlendirme yapıyor
Bugünlerde Hükümet adına açıklama yapanlardan artık kanıksadığımız bir ifadeyi, bıktırırcasına sürekli duyuyoruz: “360 derecelik bakışla, dostluk üzerine kurulu bir dış politika izliyoruz”. Kastedilen herhalde dış politika kurgulanırken, enine boyuna düşünülerek, her yönüyle değerlendirme yapılıp karar alındığı olmalı. Oysa, uygulamaya bakılınca bunun algı yaratmaya yönelik bir manipülasyondan ibaret olduğu görülüyor. Geniş ölçekli bir değerlendirme, sahte algının
Tacan İldem (*) Fatih Ceylan (*) Uluslararası planda özellikle üç büyük güç (ABD-Çin-Rusya) arasındaki stratejik rekabetin hızla derinleştiği bir aşamada başta Avrupa Birliği (AB) odaklı olmak üzere stratejik otonomi kavramının ön plana geçtiği gözlendi. AB’nin 2022 Mart’ında ‘Stratejik Pusula’ belgesini kabul etmesinin beklenmesi bu kavramla ilgili analiz ve görüşlerin sayısında ciddi artışa neden oldu.Başta güvenlik
Avrupa Birliği’nin mart zirvesinde belirtildiği gibi, 24 Haziran günü yapılan zirvesinde Türkiye-AB ilişkileri tekrar masaya yatırıldı ama sonuçlara bakılırsa belki bir arpa boyu gittik. Bakış açılarının kolay değişmediğini biliyoruz ama dünya bir yandan hızla dönerken hükümetler birçok alanda olduğu gibi bu konuda da geride kalıyorlar. Zirvede Doğu Akdeniz’deki gerilimin azalmasından duyulan memnuniyet ifade edilirken bunun
Gerçekçi olmak gerekiyor. Bu kadar hasardan sonra Türkiye-ABD ilişkileri artık bu şekilde gidemez. Eskiye dönüş de söz konusu değil. Sadece ABD Başkanı Joe Biden “Ermeni soykırımı” dedi diye değil. O meselenin sadece Biden’ın yönetiminin Ermenileri çok sevdiği ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan üzerinden Türkiye’ye kendince bir ders vermek istediği için değil. Sadece Erdoğan’ın 15
Avrupa Birliğinin iki üst düzey isminin 6 Nisan’da Ankara’daki temasları ardından yapılan açıklamalarda tek ortak nokta görüşmelerin “olumlu atmosferde” geçtiği oldu. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmelerinden somut sonuç zaten beklenmiyordu. Bu ziyaretin yapılabilmesi dahi önemseniyordu. Ancak özellikle
- 1
- 2