Londra Enerji Kulübü YK Başkanı
Cambridge bu hafta yalnızca bir üniversite şehri değil. Avrupa’nın geleceğinde Birleşik Krallık–Yunanistan–Türkiye ekseninin nasıl şekilleneceğine dair fikirlerin yoğrulduğu bir laboratuvar adeta. “Davosvari” nitelikteki Delphi Economic Forum’un düzenlediği İngiltere–Yunanistan Stratejik Zirvesine, iki ülke liderlerinin de katılımıyla bu yıl yine Cambridge ev sahipliği yaptı. Ben de bu buluşmaya, bildiğim kadarıyla tek Türk konuşmacı olarak davet edildim. Bana
Haritalar sabit değildir. Tarih bize, hiçbir devletin ve sınırın ebedî olmadığını tekrar tekrar hatırlatır. Bazıları içten çürüyerek çöker, bazıları dış müdahalelerle parçalanır, bazıları da “demokrasi”, “özgürlük” ya da “insani müdahale” gibi parıltılı etiketler altında yeniden dizayn edilir. Son otuz yılda yaşadıklarımız, bu “devletleri parçalama sanatı”nın ne kadar sofistike hâle geldiğini gösteriyor. Irak üçe bölündü: Kürt
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi sırasında imzalanan 20 yıl vadeli LNG anlaşması, Türkiye’nin enerji-jeopolitik dengesinde yeni bir sayfa açtı. BOTAŞ’ın ABD kaynaklı doğal gazı pazarlayan şirketlerle yaptığı bu anlaşma yalnızca uzun vadeli enerji arzı değil, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltma, enerji sepetini çeşitlendirme ve jeopolitik özerkliğini artırma kararlılığının
Avrupa liderlerinin çoğunun Washington’da Trump karşısında sıraya girdiği, hatta kimi zaman küçük düşürücü sahneler yaşandığı bir dönemde, Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Rylül’de Beyaz Saray’da gördüğü sıcak ve saygılı karşılama, başlı başına önemliydi. Altı yıl aradan sonra Oval Ofis’in kapısından yeniden giren Erdoğan’ı Trump bu kez kırmızı halı, özenli bir protokol ve bol iltifatla ağırladı. Liderlerin
Erdoğan–Netanyahu restleşmesi yalnızca iki liderin sert üslubu değil; Kudüs’ün statüsü, Doğu Akdeniz enerji rekabeti ve ABD’nin desteğiyle şekillenen daha büyük bir hesaplaşmanın işareti. Çıkış yolu, sert caydırıcılıkla dengelenmiş aklıselim diplomasi. Sözden Silaha Giden Yol Erdoğan ile Netanyahu’nun haftalardır süren söz düellosu artık diplomatik nezaketin ötesine geçti. Doha’daki zirveden sonra Netanyahu’nun Amerikan ve İsrail bayrakları önünde,
Her eylül ayında New York’ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, yalnızca bir diplomasi ritüeli değil, aynı zamanda mevcut dünya düzeninin kırılganlığını açığa vuran bir ayna. Bu yılki 80. oturum, özellikle de 23–25 Eylül arasında yapılacak liderler zirvesi, “Better together: 80 years and more for peace, development and human rights”( Birlikten Doğan Kuvvet: Barış,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, içerdeki yoğun gündeme rağmen binlerce kilometre yol katedip Tianjin’deki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne katılması tesadüf değildi. Zirve, yalnızca Erdoğan–Şi Cing Ping görüşmesine değil, Erdoğan–Putin temasına da sahne oldu. Bu buluşmalar diplomatik nezaketin ötesinde, Türkiye’nin yeni jeopolitik pozisyonunu işaret eden güçlü sinyallerdi. Ankara artık yalnızca Batı ittifaklarının pasif bir üyesi değil. Doğu ile
LNG, son beş yılda küresel enerji dengesinin en stratejik unsurlarından biri haline geldi. Pandemi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Kızıldeniz’de güvenlik krizleri, Panama Kanalı’ndaki kuraklık gibi gelişmeler enerji arzını defalarca tehdit etti. Buna rağmen LNG akışları büyük kesintiler yaşamadan sürdü. Fiyatlar boru hattı gazına yaklaşarak rekabetçi hale geldi; esneklik, yalnızca molekülün değil, tedarik zincirinin de en değerli
Türkiye’nin ikinci yüzyılının ilk on yılı kader belirleyici olacak. Bu dönem yalnızca iktidarın el değiştirmesi değil; devletin yönetişim biçiminin, ekonominin işleyişinin, toplumsal uzlaşının ve ülkenin dünya sahnesindeki konumunun yeniden tanımlanacağı bir eşik niteliği taşıyor. Erdoğan sonrası Türkiye, çeyrek yüzyıldır alıştığı tek merkezli iktidar yapısından çıkarken, yeni dengeler ve ittifaklarla bambaşka bir siyasal manzaraya girebilir. Bugün
Bizim dünyamızda sık rastlanan bir refleks var: Bir ülkeyi ya göklere çıkarırız ya da yerin dibine batırırız. Çelişkilerin iç içe geçtiği gri tonlara sabrımız yoktur. Çin, bu uç yaklaşımların en çok esir aldığı ülkelerden biri. Bir bakış açısına göre Çin, çağımızın en büyük mucizesi. 1,4 milyarlık nüfusuyla dev bir tüketim pazarı; disiplinli işgücüyle küresel üretim









