Gazeteci - Yazar
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla 17-18 Mart 2025 tarihlerinde Cenevre’de düzenlenen gayrı resmi, beş taraflı (*) Kıbrıs konferansı, tarafların temel pozisyonlarını tekrarladığı ancak kapsamlı müzakerelere geçiş için ortak bir zemin bulunamayan bir toplantı olarak kayda geçti. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, görüşmelerin ardından sürecin devam edeceğini belirterek Temmuz ayında yeni bir konferans düzenleneceğini
Cenevre, 17-18 Mart’ta bir kez daha yüksek profilli bir müzakere süsü verilmiş ama aslen hiçbir ilerleme kaydetmesi beklenmeyen bir uluslararası toplantıya ev sahipliği yapacak. “Gayriresmî” Kıbrıs görüşmeleri, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres öncülüğünde, Kıbrıs’taki iki tarafın liderlerini ve garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ı bir araya getirecek. Resmî olarak davet edilmese de Avrupa
NATO yetmiş yılı aşkın bir süredir Batı güvenliğinin temel taşı olmuş, çeşitli çatışmalarda yaşanan gerilemelere rağmen yeni bir dünya savaşını önlemiştir. Ancak Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesi ve Amerika’nın ittifaktaki rolünü açıkça sorgulamaya başlamasıyla birlikte NATO’nun geleceği giderek daha belirsiz bir hal aldı. Avrupa ABD olmadan kendini savunabilir mi? Türkiye bu değişen güvenlik ortamında
Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, küresel jeopolitiği aniden değiştirdi. Yönetiminin Önce Amerika (America First) doktrinini yeniden uygulamaya koyması, NATO’da ABD taahhütlerini azaltmaya yönelik tehditleri ve Avrupa ülkelerine kendi savunmalarının finansal yükünü üstlenmeleri için baskı yapması, Avrupa Birliği’ni bir yol ayrımına getirdi. Avrupa uzun süredir “stratejik özerklik” kavramını tartışıyor olsa da, ABD’siz bir NATO ihtimali artık
PKK’nın silahsızlanması ve dağılması yönündeki çağrı, yeni bir barış sürecinin kapısını aralayabilir mi? Türkiye’de yıllardır süregelen PKK meselesi, Abdullah Öcalan’ın örgütün dağılması ve silahlı mücadelenin sona ermesi yönündeki çağrısıyla yeniden gündemin merkezine oturdu. İlk bakışta, bu açıklama tarihi bir dönüm noktası gibi görünse de, içinde barındırdığı hukuki, güvenlik ve jeopolitik dinamikler dikkate alındığında, meselenin o
Donald Trump’ın Vladimir Putin ile yaptığı sıcak ve dostane telefon görüşmesi ve ardından Ukrayna’nın kaderini belirleme çabası, bir emlak baronunun iflas eden bir kumarhaneyi devretmesine benziyor. Kafasında “Bir şeyi neden satın alasın ki, bedavaya verebilirsin?” diye düşündüğünü duyar gibiyiz. Trump ve sadık Savunma Bakanı Pete Hegseth, ABD’nin küresel stratejisini yeniden şekillendirmeye—ya da daha doğrusu tamamen
Birleşmiş Milletlerin (BM) öncülüğünde Türkiye, Yunanistan, Birleşik Krallık, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının katılımıyla 17-18 Mart’ta Cenevre’de düzenlenecek beş taraflı konferans, Kıbrıs meselesine dair yeni bir süreç başlatma iddiasında. Şu ana kadar yapılan diplomatik temaslarsa, bu toplantının ciddi bir ilerleme sağlamaktan çok çözümsüzlüğü tescil etme riski taşıdığını gösteriyor. Tarafların pozisyonları şu şekilde: • Kıbrıs
ABD ve Rusya heyetleri, ikili ilişkileri normalleştirmeyi ve Ukrayna’daki savaşı sonlandırmayı hedefleyen görüşmelere Riyad’da başladı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Ankara’ya geldi. Bir yandan görüşmeler sürerken, Devlet Başkanı Vladimir Putin yönetimindeki Rusya siyasi ekonomik ve jeopolitik zorlukların yanısıra toplumsal akımlarla karşı karşıya. Yönetim güçlü onay oranlarını ve
Demokrasilerde bilinçli ve doğru seçim yapabilmenin temel koşulu, vatandaşların bilgiye özgürce ulaşabilmesidir. Bu da ancak basın özgürlüğü ve bilgilenme hakkının güvence altına alınmasıyla mümkündür. Bilgili ve bilinçli bir toplum yaratmak, yalnızca gazetecilerin sorumluluğu değil, aynı zamanda siyasi aktörlerin ve sivil toplumun ortak çabasıyla mümkün olabilir. Ancak basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda, bireylerin demokratik haklarını tam
Suriye’de yıllardır devam eden iç savaş, Halep ve Hama’da muhalif grupların ilerleyişi ve Şam’da darbe girişimi iddialarıyla yeni bir boyut kazandı. Beşşar Esad rejimi hem muhalif saldırılar hem de iç çatışmalarla sarsılırken, bu gelişmelerin Türkiye ve bölge üzerindeki etkileri giderek daha belirgin hale geliyor. Muhaliflerin kazanımları, rejimin zayıflayan kontrolünü gözler önüne sererken, Türkiye’nin bu krizden