Geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği Üyelerinin yeni ve tartışmalı bir göçmen politikası reformu üzerinde anlaşmasının ardından Yunanistan açıklarında kaçak göçmen taşıyan bir teknenin batarak yüzlerce kişinin ölümüne sebep olması Türkiye dahil pek çok ülkede son yıllarda önemli bir sorun haline gelen ve son seçimlere damgasını vuran düzensiz göç problemini tekrar gündeme getirdi. Peki Avrupa Birliği’nin aldığı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Mayıs’ta yeniden cumhurbaşkanlığı makamına seçilmesinin ardından ilk yurt dışı ziyaretinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giderek mevkidaşı Ersin Tatar ile görüştü. İkili heyetlerin görüşmelerinin ardından düzenlenen basin toplantısında konuşan Erdoğan, Avrupa Birliği ile müzakere sürecine değinerek “Müzakere masasına geri dönülecekse bunun yolu KKTC’nin tanınmasından geçmektedir,” dedi. Erdoğan, görüşmelerinde Kuzey Kıbrıs’a elektirik
1923 sadece Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı değil, aynı zamanda Avrupa Birliği ile akdettiğimiz Ankara Anlaşmasının altmışıncı yılına tekabül ediyor. Bu süre zarfında ilişkilerimiz çok değişik aşamalardan geçti. Son birkaç yıldır ise bu ilişkilerde sürekli bir gerilemeye tanık olundu. Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinden sonra AB ile ilişkilerimizin yeni bir temel üzerinde geliştirilmesi önem taşımaktadır.
14 Mayıs seçimleri, Türkiye’nin gelecekte yine kader planına inanan mı, yoksa bilim, akıl ve rasyonalite çizgisinde olan bir iktidarla mı yönetileceğini tayin edecek. Bu seçimlerin kritik önemi tam da bu nedenle stratejik anlam kazanıyor. Stratejik olan, yeni bir yol ayırımının bilincinde olmak, ortak geleceği çağdaşlaşma doğrultusunda hazırlamak, bilim, akıl ve rasyonalite çizgisinde güçlendirmektir. Aydınlanma, örf
Rusya, Türkiye’de seçimleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kazanmasından yana olduğunu gizlemiyor. Çıkarları bunu gerektiriyor. S-400 meselesiyle Türkiye üzerinden NATO içinde psikolojik savaş yöntemlerine milyarlarca dolar dökseler yol açamayacakları bir tartışma başlattılar, üstelik bunun karşılığında S-400’lerin bedeli olarak 2,5 milyar dolar aldılar. Rusya dışındaki ilk nükleer enerji santralini Akkuyu’da kuruyorlar. PKK’yı ABD gibi -kâğıt üzerinde de olsa-
Kosova’nın bağımsızlığını ilan edişinin üzerinden 15 yıl geçti. Başta Türkiye olmak üzere, batılı ülkelerin çoğunluğu, Kosova’yı, gecikmeksizin, 3-5 hafta içinde tanıdılar. Tanıyanların sayısı ilk yıllarda hızla artarak 120 ye kadar yükseldi. Son birkaç yıldır, Rusya’nın desteğini de alan Sırbistan, önemli sayıda ülkeyi (özellikle Afrika’da) bir şekilde ikna ederek, tanıma kararlarını geri çektirdi. Halen tanıyan ülkelerin
Hepimizi acılara boğan 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli ikiz depremin üzerinden bir ay geçmeden bu kere altılı masada siyasi bir deprem yaşandı. Üç gün boyunca televizyon ekranlarına kilitlenerek muhalefet kanadındaki siyasi gelişmeleri heyecanla izledik. Depremde ortaya çıkan aksaklıktan ekonomik krize, oradan Suriyeli sığınmacılar sorununa dek önemli konular medyada birkaç gün geri planda kaldı. 13 milyon insanımızı
Türkiye seçim ortamında deprem yaralarını sarmaya çalışırken yoğun bir dış politika gündemiyle de uğraşıyor. Bugünden başlayarak İsveç’ten ABD’ye Rusya’dan Suriye ve İran’a dek önemli temaslar var. 9 Mart’ta Brüksel’de Türkiye, İsveç, Finlandiya üst düzey heyetleri NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in gözetiminde iki ülkenin NATO üyeliği için Türkiye’nin onayını görüşmek üzere toplanacaklar. Bu aşırı sağcı bir
6 Şubat deprem felaketinden sonra ülkemize yüzden fazla ülkeden gelen yardım ve destek neticesinde dış politikamızda bunların bir etkisinin veya değişimin olup olmayacağı birçok uzmanımızca irdelendi. Ülkemiz yaralarını sararken yapılan bu yardımlarda insani unsurlar ön plana çıkıyor. Türkiye de benzer şekilde birçok ülkeye yardım yapmıştır. Böyle anlarda politika geri planda kalır. Yardımlar dünyanın her yerinden
Rusya’nın Ukrayna’yı saldırıp işgal etme girişimi yakında on ayını dolduracak. Bu olay İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupa’daki oturmuş mevcut düzeni bozmakla kalmayıp küresel çapta sarsıntılara yol açtı. 1945’den sonra kurulan Birleşmiş Milletlerin ve benzeri kuruluşların etkinliği uzun zamandır sorgulanırken bir Güvenlik Konseyi üyesinin başlattığı bu savaş uluslararası örgütlerin ne kadar etkisiz kaldığını ortaya koydu.