Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 24 Şubat kabine toplantısı ardından, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin arasında sıkışan Avrupa Birliği yetkililerini sinir edecek bir çıkış yaptı. Erdoğan’a göre “geçtiğimiz yüzyılın albenisi en yüksek ideolojisi olan liberal demokrasi ciddi bir krize ve darboğaza” girmiş, siyasetteki boşluğu “aşırı sağcı demagoglar” doldurmaya başlamıştır, Avrupa yeni bir “can
ABD’de Donald Trump’ın yeniden Başkan seçilmesi ardından Rusya ile beklenen yakınlaşma ve Avrupa Birliği ile beklenen uzaklaşma beklenenden çok daha hızla ilerlemeye başladı. Bunun son ve en saklanması mümkün olmayan göstergesi Münih Güvenlik Konferansı (MSC) Başkanı Christoph Heusgen’in 16 Şubat’taki kapanış toplantısını gözyaşları içinde bitirmesi oldu. Heusgen, “(ABD) Başkan Yardımcısı JD Vance’in (14 Şubat) Cuma
Hükümetin yeşil ve gri pasaportu aşırı kullanımla, bu pasaport sahiplerinin yurtdışı seyahatlerinde Türk vatandaşlarına uygulanan vizeye tabi olmamasını sağlama uygulamasına Avrupa Birliği karşı önlem geliştiriyor. Bu uygulamayla AB üyesi ülkeler ile İsviçre, İzlanda, Norveç ve Lichtenstein’a halen vizesiz seyahat edebilen yeşil ve gri pasaportlu Türk vatandaşları 2025’in ilk yarısından itibaren bu ayrıcalıklarını yitirmesi amaçlanıyor. Sözcü
Önceden söyleyeyim: “Batı kendini batırırken Çin Batının ekonomi-politik putlarını kırıyor” demek, ne Komünist Parti yönetimindeki Çin’e övgü, ne kendi değerlerini batırmakta olan Batının halinden memnuniyet duymak anlamına geliyor. Bu yazı daha çok 21’inci yüzyılın ilk çeyreğini bitirirken geldiğimiz ve aşmak üzere olduğumuz eşiğin fotoğrafını çekme gayretidir. Batı kendi kurallarını çiğnerken Son örnekten başlayalım. Fransa’da Michel
Türkiye’nin göçmen, mülteci ve yabancı politikalarını, özellikle de vatandaşlık sürecini herkes gibi ben de uzun bir zamandır kaygıyla izliyorum. Şeffaflık eksikliği, belirsiz istatistikler ve izlenen politikanın hangi amaca hizmet ettiğinin net bir şekilde açıklanmamış olması, bu sürecin dünyanın en kötü örneklerinden birine dönüşmesine neden oluyor. Kolayca verilen vatandaşlık Geçtiğimiz yaz Como’daki bir uluslararası toplantıda, Maronit
Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu, moral bozucu bir tablo sunuyor. Bırakın AB müktesebatının gereği olan tam üyelik müzakerelerini (ki bu konuda yaprak kımıldamıyor) Brüksel ile tüm ilişkiler adeta durma noktasına gelmiş durumda. Beş yıl önceki statükoya dönmek bile başarı sayılacak neredeyse. Gümrük Birliği modernizasyonu, serbest vize rejimi, finans kanallarının açılması, dış politika ve
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 1957’de Roma Antlaşması ile altı devlet olarak kurulmasından başlayarak, çevresindeki benzeri bölgesel kuruluşları tabir caizse birer ikişer yutarak, kıtada ve ötesinde AB adı altında ve bir bütünleşme süreci hedefiyle devasa bir ekonomik ve siyasi güce erişti. Aynı genişleme dinamiğini, Avrupa’da ve dünyada başka birlikteliklerde de görüyoruz. Bunlar arasında 1949’da ABD ve
Türkiye’nin BRICS üyeliği ve Avrupa Birliği (AB) hedefi etrafında güncel tartışma konusu olan açıklama ve yorumları okuduğumda, internette kurumsal web sitelerine yeniden bakma ihtiyacı hissettim. Bir tarafta beş bayrak gördüm – Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın bayraklarını. Ayrıca, “Küresel Güney boyunca destek toplayan bölgesel entegrasyon” başlığını taşıyan, iki elin avuçlarında yer almış bir
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının 29 Ağustos’taki gayrı resmî “Gymnich” toplantısına katılmasının hemen öncesinde AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Birliğin Türkiye’ye yönelik ortak düşüncesini nihayet açıkladı. AB’nin Türkiye’yi 5 yıl aradan sonra ilk kez davet edildiği toplantı öncesi Borrell’in verdiği mesaj Fidan’a pek de sıcak bir “Hoş geldin”
Avrupa Birliği, bilindiği gibi, önce Ortak Pazar adıyla altı devletle kurulduğu 1957’den bu yana, halihazırdaki birçok sorununa rağmen son 70 yılda büyük bir ilerleme gösterdi. Hem derinleşme, hem de genişleme şeklinde gerçekleşen bu ilerleme, bir aşamanın diğerini hazırlamasını öngören ve adım adım ilerleyen “incrimental” bir yöntemle gerçekleşti. Bugün Avrupa kıtasının büyük bölümünü kapsayan demokrasi, özgürlük,