Altı siyasi parti uzmanlarının neredeyse bir yıldır üzerinde çalışmakta olduğu, “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”(OPMM) 30 Ocak’ta Ankara Ticaret Odası’nın Congresium salonunda gösterişli bir törenle açıklandı. Önümüzdeki günlerde gündemi meşgul edeceğinden kuşkum yok. Gerçekten de OPMM en az erken emeklilik kadar tartışılmayı hak ediyor. Bu yazıda metnin sadece dış politika bölümüne ilişkin ilk bakışta göze çarpan birkaç
“Dış politika manevraları Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a seçim kazandır mı?” sorusunun yanıtı ekonomide yatıyor. Çünkü aynı soruyu “Dış politika manevraları Erdoğan’a seçim ekonomisini üst sınırda uygulamasına yetecek miktarda dış kaynak sağlayacak mı?” diye sormak da mümkün. Bu soruyu Suudi Arabistan’ın Merkez Bankası’nda (TCMB) 5 milyar dolarlık hesap açtığı gün soruyoruz; 5 milyar daha geliyor. Suudi Arabistan’ın
John D. Rockefeller, tüm zamanların en zengin iş adamlarından biriydi. Neredeyse bir yüzyıl yaşadı. Vefat ettiğinde 98 yaşındaydı. Standard Oil petrol şirketini kurdu ve 29 yıl başkanlığını yaptı. John D. Rockefeller, The New York Times gazetesinin sadık okuyucularındandı. Ancak, gazetedeki kötü haberler moralini bozuyordu; bunlardan daima şikâyet ederdi. Dönem Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki zorlu
Son günlerde Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginlik karşılıklı suçlamalarla söylem bazında tavan yaptı. Bu sefer Ege’de taciz olaylarından tutun, adaların silahlandırılmasına, Lavrion kampında terör örgütü mensuplarının eğitilmesinden, yasa dışı göçe kadar tüm Türk-Yunan sorunları 36 kısım tekmili birden sahnede. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, TEKNO FEST’in açılışında yaptığı konuşmadaki “Ey Yunan, tarihe bak, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli
Türk dış politikasının içinde bulunduğu savrulmanın ciddi boyutlara ulaşmakta olduğu görülüyor. Son örnek, Suriye cephesinde yaşanan çaresizlik görüntüsü. Gerçeklikle ilişkisi çoktandır kopmuş olan siyasi iktidar politika üretemiyor. Kendi sebep olduğu devasa iç ve dış sorunlara çözüm bulabileceğine inanmak istiyor. Ancak, bunu yapmak için ne akılcı bir plânı, ne inandırıcı bir programı var. Ülke, bir yandan
Epey bir süredir, dış politika ve diplomasi uygulamalarının iç siyasetin ayrılmaz parçası haline geldiğini adeta kabullenmemiz isteniyor. Birbirlerinden ayrı tutulması gereken iç ve dış siyasetin tam anlamıyla örtüşmesini tuhaf karşılamamaya zorlanıyoruz. Artık, diplomaside haykırmalarla, meydan okumalarla, çokça hamasetle, bazen hakaret ve küçümsemeyle, tansiyonu alabildiğine yükseltilmiş hararetli tartışmalarla nefes tüketmeyi garipsemememiz gerektiği söyleniyor. Sesi çok çıkanın,
Dış politikada haklı olmak veya karşı tarafın haksız olması yeterli değildir. Sonuçta, haklı olduğunuzu iyi savunmak ve karşınızdakinin haksızlığını iyi anlatmak durumundasınızdır. Muhatabınızı anlamanız, onun hangi yetenek, amaç, öncelik ve beklentiler içinde hareket ettiğini de düşünmeniz gereklidir. Ayrıca, içi boş hamasi söylemleri kullanarak kitleleri heyecanlandırmakla, sonuç almak ve çıkarları korumak arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını,
Sanki Kazakistan’da serbest seçimle hükümet değişikliği mümkünmüş gibi bütün bölge liderleri “darbe savuşturuldu” demeçleri patlatmaya başladı birbiri ardına. Oysa Kazakistan’da 2 Ocak’ta başlayıp 5-6 Ocak’ta zirveye ulaşan olayları planlı bir ayaklanma dahi saymak mümkün görünmüyor. Belli bir liderliğin bulunmadığı, biriken bardağın otogaz fiyatlarına zam ile gelen son damlayla taştığı bir öfke patlaması. Öfkenin asıl nedeni,
Geçen on yıl zarfında, Türk dış politikası dramatik değişiklikler geçirdi. Başlangıç tarihi başkanlık sistemine geçmemizin çok öncesine uzanan bu değişim sürecine daha yakından bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) dış politikası, işbaşına geldiğinden bu yana üç evreden geçti; a) Evrensel değerlere ve özellikle Avrupa Birliğine (AB) bağlılık, b) İkincisi, aşırı özgüvenli
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 16 Aralık’ta 4253 lira asgari ücreti ilan ederken başına geleceği tahmin ederek dolar hesabına vurmayın dedi. Çünkü dolar hesabına vurunca yüzde 50 rekor artışa rağmen o parayla daha az gıda, elektrik, ulaşım satın alınabileceği ortaya çıkıyordu. Yüzde 50 artış zaten gerçek enflasyonun ilanı gibiydi. Ama vatandaş Erdoğan’ın dolardan uzak durun sözüne pek